Yenilgiden Zafere – Murat Sağlam

Komünist Manifesto bundan 165 yıl önce yayınlandı. Aradan geçen sürede dünya, birçok değişime ve fırtınalı alt üst oluşa sahne oldu. Zikzaklı bir yol izleyen sınıf savaşımı, kimi zaman proletaryanın, kimi zaman burjuvazinin lehine sonuçlar vererek sürdü, sürüyor. Proletarya, kapitalizme karşı birçok kez başkaldırdı; zaferi ve yenilgiyi yaşadı. Bütün bu değişim ve alt üst oluş içinde “ sınıflı toplumların tarihinin sınıf savaşımları tarihi olduğu” her seferinde yeniden doğrulandı.

Marx ve Engels tarihin materyalist tahlilinden hareketle proletaryanın tarihsel rolünü ( kendisiyle birlikte “ toplumun tümünü sömürüden, ezilmekten ve sınıf savaşlarından “ kurtarması) ortaya koyduklarında, işçi sınıfı tarihin kendisine biçtiği bu rolden habersiz, burjuvazi ile ilk çatışmalara giriyordu.

1830’lu yıllarda Avrupa proletaryanın münferit birkaç çıkışına tanık olduysa da, bunlar daha çok sınıfın tarihsel rolünü nasıl oynayacağı sorusuna yanıt olmaktan uzak, kendiliğinden eylemlerdi. Manifesto’nun yayınlandığı tarihte -Şubat 1848- işçi sınıfı ilk ciddi eylemini ortaya koydu ve Fransız proletaryasının kişiliğinde, tarihsel rolünü teoriden pratiğe aktarmanın ilk fırsatını yakaladı.

1848 Devrimi’ni gerçekleştiren proletaryaydı ama iktidara uzanan burjuvazi oldu. Savaşı barikatta kazanan işçiler, devlette kaybettiler. Tarihin determinist mantığı içinde bu durum hiç de kural dışı değildi. Ama 1848 devrimi tarihin determinist mantığını zorlayan bir gücü tarihin sahnesine çıkarıyordu.

Yenilgi ve yenilgiyle beraber sokakta elde edilen kazanımların kaybedilmesi proletaryayı, ilk ciddi eyleminde iktidar sorunu ile yüz yüze getirdi; proletarya tarihsel rolünü kavrama ve devrimcileşme yönünde ilk adımlarını attı. Barikatta dövüşmenin yetmediğini, iktidarı almanın ve iktidar için bağımsız devrimci örgütlenme ve eylemin zorunluluğunu kendi deneyimi ile öğrenmeye başladı.

1848 devrimleri ile proletaryanın tarihsel rolü sorunu, bu rolün nasıl ve hangi araçlarla oynanacağı sorununa dönüştü ve Marksist teori-pratiğin temel konusu haline geldi.

Manifestoda açıklanan tarihsel rolüne proletaryanın pratik yanıtı olarak 1848 devrimleri, ortaya çıkışı ve sonuçlarıyla sınıf savaşımında bir dönüm noktası oldu. Devrim en başta, proletarya ile burjuvazi arasında var olan ilişkiyi yeniden biçimlendirdi. Sınıf savaşımı burjuvazi ile feodal sınıf arasında bir savaşım olmaktan çıkarak, proletarya ile burjuvazi arasında iktidar savaşının belirleyici olduğu yeni bir döneme girdi. Emek- sermaye çatışması bütün öteki çatışmaların odağına yerleşerek tarihe yön veren ana çatışma oldu. Bu, aynı zamanda burjuvazinin önderliğinde burjuva demokratik devrimler döneminin de kapanmasıdır.

1848 yenilgisi ile 1871 Paris Komünü arasındaki “sakin” dönem, sınıfların, sınıf savaşımının bu yeni* düzeyine uygun ve devlet- devrim/ karşı devrim sorunu etrafında teorik, pratik hazırlıklarının sürdüğü bir dönem oldu.

Paris Komünü, proletaryanın iktidara yükseldiği ilk devrim olmanın yanında, onun devlet ve devrim konusundaki teorik- pratik hazırlığının yetersizliğini de ortaya koydu. Kendi devletini kurmaya girişen proletarya eserini nasıl tamamlayacağını bilemedi ve yenildi. Komün‘ün proletaryanın tarihsel savaşımı açısından taşıdığı en önemli ders de buradadır.

Avrupa’yı sarsan Paris Komünü proletaryanın nesnel yetersizliğinden daha çok öznel yetersizliğini ortaya koydu. Merkezi iktidarı alma yönünde öyle isteksiz davrandı ki, yanı başında, başka komünlerin oluşması bile onu harekete geçiremedi. Demokrasi tutkusu onun, sınıf düşmanına karşı egemen sınıf olarak diktatörlüğünü kuracak tarzda örgütlenmesini engelledi. Kendisine karşı hazırlanan saldırıya seyirci kaldı. Proleter devletin bazı temel özelliklerini vermekle birlikte, proletaryayı devlet biçiminde örgütleyemeyerek yenilgisine katkıda bulundu. Komün yenilirken, devlet sorununu çözümlenmesi gereken pratik bir görev olarak Dünya İşçi Hareketi’nin gündemine soktu.

Komün neden yenildi? Bu sorunun kabul gören en yaygın yanıtı “kapitalizmin ve işçi sınıfının nesnel durumunun, bir işçi iktidarı için yeterince olgun olmadığı”dır. Bu yanıtın bir kolaycılığı yansıttığı ve soruya gerçek bir yanıt olmadığı bugün, artık kabul edilmelidir. İktidarı almaya nesnel olarak hazır olmayan bir sınıfın iktidarı alması bir rastlantı olarak değerlendirilebilir mi? Rastlantı, zorunluluğun kendini açığa vuruşunun biçimi olduğuna göre, Komün‘ün rastlantı olması onun yenilgisini açıklamaya yeter mi? Bu sorular uzatılabilir. Bizim asıl vurgulamak istediğimiz Komün‘ün yenilgisinin, aranılan yerde değil, proletaryanın teorik ve pratik hazırlığının yetersizliğinde, iktidara uzanan proletaryanın onu korumak ve sürdürmek için nasıl davranacağını henüz bilememesinde olduğudur.

Ekim Devrimi, özünde bu soruya bir yanıttır. Proletaryanın Paris Komününden çok daha olumsuz koşullarda, iktidarı koruma ve sürdürme, doğrultusunda yeni bir arayışıdır. Dünyayı iki kutba ayıran proletaryanın burjuvaziye karşı dünya ölçeğinde ilk zaferi olan Ekim Devrimi sadece Paris Komünü‘nün başladığı eseri kendi koşullan içinde tamamlamak ve aşmakla kalmadı, sosyalizm ülküsüne somut bir içerik de kazandırdı.      .

Ekim Devrimi Rus despotizmine, uluslararası burjuva ittifaka, burjuva,  küçük burjuva sosyalizmine ve Sosyal Demokrat ihanete karşı mücadele sürecinden geçerek zafere ulaştı. Rusya’yı proleter devrimin merkez üssü, Sovyet proletaryasını dünya proletaryasının öncü müfrezesi ve Bolşevik partiyi dünya komünist hareketinin devrimci otoriter gücü konumuna yükselten, bu çok yönlü ve çok boyutlu ideolojik, politik ve örgütsel yöneliş ve mücadeledir.

Zaferiyle dünya devrimini başlatarak kapitalizmden komünizme geçiş çağını fiili olarak açan Ekim Devrimi, sadece proletaryaya zafer kazanmanın yolunu göstermekle kalmadı, emperyalist devletler tarafından ezilen ve sömürülen milyonlarca işçi ve köylüye sömürgecilikten ve kapitalist kölelikten kurtuluş yolunu da gösterdi.

Ekim devrimi sınıf savaşımının bütün temel sorunlarını (Devlet, devrim, parti, enternasyonalizm v.b.) netleştirerek komünist hareketin gelişim rotasını çizdi. Bu rotada burjuva ideolojisi ve eylemini sınıf hareketine taşıyan, kapitalizmin aldatıcı görüntülerine, burjuva demokrasisine, burjuva devlete ilişkin eski yanılsamalara, barışçı geçiş hayallerine, kapitalizmin gelişme derecesine göre belirlenen aşamalı devrim teorilerine yer yoktu. Bugün bu yanılgı ve yanılsamaların katmerleşerek geri gelmesi her ne kadar Ekim devriminin gelişim süreciyle, yenilgiyle bağlantılı olsa da, doğrudan Ekim Devrimine fatura edilemez.

Üstünlük, zaaf ve hatalarıyla bir bütün olan Ekim Devrimi, dünya burjuvazisi ile giriştiği savaşı kaybederken, geriye başladığı eseri mükemmelleştirecek bir dizi ders, deneyim bıraktı. Ekim devrimi Paris Komünü deneyimi üzerine yükseldi. Paris Komünü ve Ekim Devrimi’nin deneyimi üzerinde yükselecek olan yeni zaferler, işçi sınıfının bu iki eserini daha da mükemmelleştirecektir. Ekim Devrimi dün olduğu gibi bugün de çağ açıcı özelliği, esinlendirici gücü ve ortaya koyduğu eseriyle, insanlık için devindirici bir güç bir umut kaynağı, burjuvazi içinse büyük bir korku, ölüm habercisi olarak hep var oldu ve var olacak. O eseriyle olduğu kadar zengin deneyimiyle de proletaryaya rehberlik etmeye devan ediyor.

Bugün dünya burjuvazisi ve yol arkadaşlarının, zafer sarhoşluğu içinde sosyalizmin bitişini ilan etmekte aceleleri vardır. Çünkü tarih karşısında güçsüz olan burjuvazi kazandığı zafere güvenebilecek durumda değildir. Burjuvazinin çok iyi kavradığı, ama ‘devrimcilerin’ aynı netlikte kavrayamadığı bu zaferin tarih karşısında kazanılmış bir Pirus zaferi niteliğine sahip olmasıdır. Bittiğini ilan ettikleri sosyalizme her gün küfrederek, işçi sınıfının kafasını teslim almaya çalışmaları zaferin değil, korkunun belirtisidir.

Proletarya burjuvazinin bu tür zaferine ilk kez tanık olmuyor. Paris Komünü yenilgisinden sonra da proletaryaya karşı yürütülen kanlı terörün ardından sosyalizmin bittiği, itildiği ütopya dünyasından yeryüzüne bir daha dönmeyeceği söylenmedi mi? Ama tüm bunlar Ekim Devrimi’ni engellemeye yetmedi. Tarihin yasası, terörle, sahte zafer çığlıklarıyla örtülse de dipte, derinde işlemeye devam ediyor. Kapitalizm, bir yerde söndürdüğü devrim ateşinin başka bir yerde körüklenmesine yol açmadan edemiyor. Tarihsel yürüyüş Sosyalizme doğrudur. Bu yürüyüşe ayak bağı olmak mümkündür ancak, tarihi durdurmak mümkün değildir. Burjuvazi bunu proletaryadan daha iyi gördüğü için, bittiğini ilan ettiği sosyalizme karşı saldırısını ara vermeden sürdürüyor. Paris Komünü için söylenenlerin Ekim Devrimi için söyleniyor olmasında şaşılacak yan yoktur. Burjuvazi proletaryayı, tarihsel rolünün bitmiş olduğuna, iktidarı alarak, proletarya diktatörlüğünü kurmaya çalışmanın vazgeçilmesi gereken bir sevda olduğunu inandırmak zorundadır. Proletarya ise yenilgiden aldığı derslerle saldırısını sürdürmek, yeniden hücum etmek, her yenilgiyi zafere dönüştürmek zorundadır.

Paris Komünü yenilgisinin asıl nedeni proletaryanın yeterince devrimci olmamasıdır. Ekim Devrimi’nin yenilgisinin asıl nedeni proletaryanın devrimciliğini koruyamamasıdır.  Bu iki büyük deneyim üzerine yükselecek olan proletaryanın zaferlerinin güvencesi ise devrimciliğinin sürekliliğindedir.

Sınıf savaşımında her yenilgi yenilen sınıfın saflarında bir dağınıklığa, gerilemeye, moral bozukluğuna ve umutsuzluğa, toplumda ise yenilen sınıfa karşı bir güvensizliğe, yenen sınıfın gücüne tapınmaya yol açar. Yenilen sınıf yenilginin boyutuna ve şiddetine bağlı olarak etkisizleşerek bir dönem boyunca tarih sahnesinde geri plana düşer. Sınıf savaşımı geri plana düşmüş görünür. Zaferi kazanan sınıfın eylemi tarihe yön veren tek eylem olarak öne çıkar. Ancak tüm bu görüntünün altında, derinde sınıf savaşımı sürmektedir Tarihin durgun ve karanlık dönemlerine, sınıfların yeni hareketliliği ile birlikte fırtınalı alt üst oluş dönemleri eşlik eder.

Tarihsel yürüyüşte sıçrama- bir toplumsal sistemden diğerine geçiş- bir çırpıda olmuyor. Yeni toplumsal sistemin dünya ölçeğindeki zaferi, dünya ölçeğinde yürütülen sınıf savaşımı içinde yenilgi ve zaferlerin birbirini izlediği, birbirine eklemlendiği bütün bir tarihsel dönemi kapsıyor. Dünyanın tanıdığı en radikal burjuva devrimi olan 1789 Fransız Devrimi, tarih içinde yenilgiden zafere koşan devrimlerin, aynı yolu izleyen proleter devrimlerden önceki örneğidir. Bu anlamda 1848, 1871 yenilgileri ve 1980’lı yılların sonunda resmileşen yenilgi komünizmin dünya ölçeğindeki zaferinin önceden ödenmiş bedelleridir.

Dünya proleter hareketi, Sovyetler Birliğinin çöküşüyle, tarihin en büyük yenilgisini yaşıyor. Sovyet proletaryası partiye ve devlete yabancılaşmasının yol açtığı yanılsama, uyuşukluk ve çaresizlik içinde yarattığı eserin uzun bir dönemden beri avucunun içinden kayışını seyrederken kendisiyle birlikte dünya işçi sınıfını da ağır bir yenilginin girdabına çekti. Tarih bir kez daha durgunluğun ve karanlığın egemen olduğu bir döneme girdi. Sovyet işçisi bir zamanlar Fransa ve Alman proletaryasının kendisine devrettiği tarihsel rolü, dünya proletaryasının, başka müfrezelerine bırakarak ağır aksak,70 yıldır başrolü oynadığı tarih sahnesinden çekildi. Proletaryanın hangi müfrezesinin bu rolü hangi biçimde üstleneceği belirsiz olsa da, her yenilgiyi yeni bir zaferin kaldıracı yapmayı çoktan öğrenmiş olan işçi sınıfının bu yenilgiyi de yeni ve ileri bir zaferin kaldıracı yapacağına kuşku yoktur. Bunu yenilgi ile birlikte tarih bilincini kaybedenlere bir güven aşısı olur umuduyla söylemiyoruz. Olmayacağını biliyoruz. Sınıf savaşımı dönene aldırmadan ayakta kalanlarla yürür. Vurgulamak istediğimiz ‘zafer’ çığlıklarının tarihin yasasının yerini alamayacağı ve alamadığıdır.

Tarihte her yenilgiye ve yenilen sınıfa karşı, toplumun her katından yükselen bir salvo atışı eşlik eder. Bugün de böyle oluyor. Dünya işçi sınıfı, dünya burjuvazisinin önderliğinde çok yönlü bir saldın ile karşı karşıyadır. Saldırının ana yönü üretim içindeki yeri ile işçi sınıfına değil, politik süreçteki devrimci yeri ve rolü ile işçi sınıfınadır. Paris Komününden bu yana gelecek endişesi ile yaşayan bir sınıftan başkası beklenemez.

Saldın güçsüzdür. Ama etkilidir. Güçsüzdür, çünkü işçi sınıfının tarihsel rolü, onun Manifestoda ortaya konulmuş olmasından bağımsız olarak kapitalizmin özünde vardır. İşçi sınıfının kapitalist mülkiyet ilişkileri karşısındaki konumunu yansıtır ve nesneldir. Yok, varsayılarak, yok olmuyor.

Etkilidir, çünkü tarihsel rolün nesnelliği ( kapitalizmin mezar kazıcısı olmak) işçi sınıfına kendiliğinden, devrimci bir nitelik kazandırmıyor. Tersine işçi sınıfı ancak bu rolü kavradığı ve onu uygulamaya soktuğu oranda oynayabilir, işte burjuva saldırısının da etkili olduğu alan burasıdır. Amaçlan tarihsel bir güç olmaktan çıkarılamayacak olan işçi sınıfının devrimci bir güç olmasının önünü tıkamaktır. Bu saldırının etkili olabildiğinin en somut örneği ise bugünkü Avrupa işçi hareketidir. Avrupa işçi hareketi bugün devrimci özne olmaktan çok uzaktır.

Tarihte hiçbir olay, onu ortaya çıkaracak maddi koşullar oluşmadan gerçekleşemez. Ancak koşulların nesnel olarak varlığı olayın otomatik oluşumunu sağlamıyor. Tarih öznesiz bir nesnelliğe sahip değildir. Mezarın nasıl kazılacağım bilmeyen bir mezar kazıcısı işini ne oranda başarırsa, tarihsel rolünü kavramamış bir proletarya da o oranda devrimci olur.

Proletaryanın tarihsel rolü kapitalist üretim ilişkileri içinde vardır. Proletarya üretim ilişkileri içinde var olmakla birlikte tarihsel rolünü, ancak politik alanda, iktidar savaşımında oynayabilir. Bunun için işçi proletaryanın, ona nesnel konumunun kendiliğinden sağlamadığı araçlara, devrimci teori ve partiye ihtiyacı vardır. Kapitalist üretim ilişkilerinin, içinden çıktığı toplumun bağrında gelişebilir olması, burjuvaziye daha iktidar almadan ekonomik ve politik bir güç olma olanağı sağlar. Sermaye ve ticaret bağı ona, modern anlamda olmasa da, iktidar savaşımını koordine edecek bir örgütlülük öğesi kazandırır. Kapitalizm içinde bu tür olanaklardan yoksun olan proletarya, tarihsel rolünü ancak, politik örgütlenmesi aracılığı ile gerçekleştirebilir. Bu nedenle parti, proletaryanın elinde, tarihsel rolünü kavramada ve gerçekleştirmedeki tek silahtır. Tarihte hiçbir sınıf bu silaha proletarya kadar gereksinim duymamıştır. Sınıf savaşımında modern anlamda politik örgütlenmenin (parti) proletarya ile ortaya çıkmasının altında bu tarihsel gereksinme vardır.

Tarih göstermiştir ki, proletaryanın zaferi kadar yenilgisi de başka faktörlerin yanında en başta onun bilinç ve örgütlülük derecesine bağlıdır. Proletaryayı bilinçlendirerek ve örgütleyerek onun iktidar savaşını yöneten parti, nasıl zaferin kaldıracı olursa, bunu gerçekleştiremeyen ve sürekli kılamayan parti de yenilginin aracı olmaktan kurtulamıyor. Sosyalizmin 70 yıl sonra, bugünkü çöküşünde partilerin üstlendiği rol bunun kanıtıdır.

Bugün dünya işçi hareketinin yaşadığı yenilgi kendini en başta ideolojik ve örgütsel alanda ortaya koyuyor. Marksizm’in en temel ilkelerinin (sınıf savaşımı, proletarya enternasyonalizmi, proletarya diktatörlüğü, devrim) reddi ile birlikte örgütten kaçış, yenilginin büründüğü temel biçimlerdir.

Yenilgiden çıkış ise ilk olarak bu alanda ideolojik ve örgütsel toparlanma ile olanaklıdır.

Dünya burjuvazisinin aralıksız saldırıları altında, ideolojik güvensizlik ve örgütsel dağınıklık içerisindeki işçi hareketinin uluslararası birliğe ve örgütlülüğe gereksinmesi her zamankinden daha fazladır. Ancak işçi sınıfının güçlü ve örgütlü ulusal müfrezelerine dayanmayan uluslararası örgütlülüğün dünya işçi hareketini bugünkü kaostan kurtarmada işlevsel bir rol oynayamayacağı da açıktır. Görev açık, perspektif nettir. Tarih içinde en etkili yenilgisini yaşayan işçi hareketinin önünde çok büyük sorunlar vardır. Dünya, işçi hareketinin bugün içinde bulunduğu durumdan bağımsız olarak yeni bir devrimci dalganın işaretlerini veriyor. Şimdi sorun işçi hareketinin hem ulusal hem de uluslararası alanda buna yanıt verip vermeyeceğidir.