Yaşamı On Yıla Sığdıranlar (Talip Öztürk) – Akın Öztürk

 Talip Öztük

Konuşmama başlamadan önce hepinizi içtenlikle selamlıyorum;
Biz Unutmadık saflarımıza uzanan kanlı elleri,
Unutmayacağız da !
Tetiği çeken eller,
O ellere silah verenler,
Hedefi gösterenler de unutmasınlar!

Savrulmadık, sınıf kinimizi unutmadan, geçmişimizin onuruyla, daha güzel bir dünya için yolunda yürümeye devam ediyoruz. Katledilişinin 37. Yılında Birlik ve Dayanışmacı öğretmen arkadaşların, yoldaşların, öğrencilerin ve dostların seni anmaya devam ediyorlar. Biz yeğenlerin yine senin yanı başındayız.

Amcam Talip Öztürk’ün temel felsefesinin özünü “insandan yana doğayla dost” ilkesi oluşturur. Bu, burjuva felsefesinin “insana rağmen doğaya karşı” ilkesinin tam karşıtıdır.
Talip Öztürk insancıldı; hem çevreyle hem de kendi çevresiyle barışıktı. En nefret ettiği şey insanın insana kulluğuydu.

Halkın derdini umursardı; bencil değildi, paylaşımcıydı. Vazgeçilmez olan prensiplerinin başında, yoksuldan yana olmak, dayanışma ve insani sorumluluk duygusu gelirdi.
1976 da İstanbul Öğretmenler Gecesi’nde TÖB-DER Şube Başkanı olarak yaptığı konuşmada şöyle diyordu: “Bir yanda bunca yoksulluk ve sefalet birikmişken diğer yanda bunca zenginlik ve servetin boşa harcanmasını insanın aklı almıyor.”

Yalnızca 20. Yüzyılda değil, içinde bulunduğumuz 21 yüzyılda da üretim gittikçe artarken yoksulluk ve sefalet hiç de azalmıyor, tersine daha da artıyor ve derinleşiyor. Doğanın tahribatı büyüyor, yaşamın temeli aşınıyor.

Oysa daha güzel bir dünya mümkün! Çürüyen kurumlarıyla, yarattığı vahşi rekabete dayanan piyasa ekonomisiyle kapitalizm tek seçenek değil;
1970-80’li yıllar, Türkiye tarihinde sosyalist ve devrimci solun hem en büyük güç olduğu hem de güçsüzlükleri içinde barındırdığı bir dönem olarak tarihe geçti.

Bu sürecin barındırdığı en büyük güçsüzlük; TÖB DER İstanbul ve Adana Şube yönetimlerinin görevden alınmasıyla başlayan ve giderek genişleyen yığın örgütlerindeki tasfiye sürecidir. Tasfiyeler bugün hala nedenini kimsenin tam olarak izah edemediği bir olumsuzluk, birliğin yakıcı önem kazandığı 12 Eylül rejiminin önceki günlerinde, sol güçleri bölen negatif bir olgu olarak kalıyor.

Bu noktada amcam Talip Öztürk ile aramdaki; belleğimde, ruhumun derinliklerinde sürekli yaşayan ilişkiye de değinmek isterim.

Amcam Talip Öztürk ve babam Ahmet Öztürk benim yetişmeme büyük katkısı olan kişilerdir. Gerek yetişmemde ve eğitimimde, gerek sınıf mücadelesinde barikatın doğru tarafında yer almamda ve doğru saf tutmamda özellikle amcamın etkisi belirleyici olmuştur.

O benim için önce amca sonra yoldaştı. Fakat onun kavgasının mahiyetini anlamak için dokümanter bir çalışmaya başladıktan ve yüzlerce yoldaşıyla görüşüp, savunduğu davayı ve ulaşmak istediği hedefi gördükten sonra o artık benim önce yoldaşım sonra amcam oldu.

Bu çalışma boyunca Talip’lerin mücadele ettiği dönemin adeta izleri üzerinden tekrar tekrar geçtim. Dönemin sınıf mücadelelerini her yönüyle inceledim. Şu sonuca vardım:
Yalnızca Talip Öztürk değil, Birlik ve Dayanışma’da birlikte omuz omuza yürüdüğü yoldaşlarının çoğu da o aynı iddianın, o aynı davanın birer yetkin temsilcileriydiler.
Talip Öztürk’ün de içinde olduğu bir elin parmakları kadar az bir kadronun demokratik kitle örgütlerinde başlattıkları çalışmanın, Birlik ve Dayanışma’nın kuruluşuyla birlikte iki üç yıl gibi çok kısa bir zaman dilimi içinde, büyük hamle yapmasının ve etkili bir yığınsallığa ulaşmasının nedeni ne idi?

Bence birinci nedeni seçilen yolun doğru olmasıydı; işçi sınıfının yolunda ve onun enternasyonal çizgisinde yürünmesiydi.

Yol doğru, dava büyüktü.

İkincisi koşulların doğru okunmasıydı.

Üçüncüsü kolektif kadroları büyüktü. Özellikle kurucu kadrosu döneminin eğitim alanındaki en yetişmiş unsurları arasındaydı. Ve yoldaşlarının da söylediği gibi, “Birlik ve Dayanışma Talip Öztürk gibi yığın önderi” öncü kadrolara sahipti.

Besbelli ki büyük kuşaktı. Bize çarpıtıp bozmadan, eğip bükmeden sahip çıkılması gereken büyük bir davayı emanet eden bir kuşak.

Tabi biz farklı bir kuşağız; farklı yöntemleri deneyeceğiz biz. Ve tabii ki bizden sonra gelen kuşak da farklı koşullarda savaşım verecek, farklı seçenekleri deneyecektir. Fakat bizim de bizden sonraki kuşağın da Talip Öztürk’ün ve yoldaşlarının verdiği mücadeleden ve yaşamlarıyla yazdıkları derslerden öğreneceğimiz çok şeyler olacak.

Onların Birlik ve Dayanışma’da birleşerek ortaya koydukları mücadele sınıf çizgisini kitlelere indirme ve kitleleri sınıf çizgisine katma mücadelesidir. Bu görev bugün de bütün gerçekliğiyle karşımızda duruyor.
Birlik ve Dayanışma, dünya proletaryasının devrimci enternasyonal çizgisinin, Türkiye’nin ağır faşist koşullarında kitleselleşemeyeceği şeklindeki umutsuz görüşlere verilmiş en güzel yanıttır.
İzninizle konuşmama günün anlam ve önemi üzerindeki görüşlerimi Talip Öztürk’ün yoldaşı olarak açıklayarak devam edeceğim..

Şimdi burada, Talip Yoldaşımızın mezarı başında gerçekleştirdiğimiz bu anma toplantısı 37. Anma Toplantısıdır.

İkinci anma toplantısı ve ondan sonrakiler 12 Eylül koşullarında yapılmıştır. Bunların hepsi önemlidir, ama özellikle 16 Kasım 1980 de, 12 Eylül askeri faşist rejimi altında yapılan ikinci anma toplantısı en önemli anma toplantılarından biridir.

Bugün burada yaptığımız bu anma toplantısı çok önemlidir.

Çünkü bugün burada yatan ağabeyimiz amcamız, arkadaşımız, yoldaşımız Talip Öztürk’ün ve o dönemdeki Birlik ve Dayanışma’nın devrimci öncülerinin bize bıraktıkları bayrağı devralmak, onların uğrunda dövüştükleri davayı sürdürmek ve bıraktıkları mücadeleyi daha ileri götürmek için daha büyük bir kararlılık içindeyiz.
Referansımız, burada yatan yoldaşımız Talip Öztürk’tür.

İkincisi, geçmişle geleceğin iç içe geçip birleştiği şimdiki kritik kavşakta, dünü bugüne ve geçmişte verilen mücadeleleri günümüzün temel görevlerine bağlama ve bu ikisini birleştirme noktasında daha bir kararlı oluşumuzdur.

Şurası açıktır: Nasıl ki, burada yatan yoldaş, burada tesadüfen yatıyor değilse; burada bu mezarın başında toplanan bizler de burada tesadüfen toplanmış değiliz. Bizi burada buluşturan nedenlerden biri, birlikte dövüşmüş ve bir tarihsel dönemi ellerimizde yükseltmiş olmamızdır; uğrunda verdiğimiz ortak kavgadır; ortak devrimci değerlerimizdir.
Yani arkamızda bir tarih duruyor.

Diğer yandan önümüzde de büyük bir tarihsel mücadele dönemi uzanıyor. Bu nedenle bizi burada buluşturan yalnızca geçmiş değil, aynı zamanda ve özellikle bugün ülkemizin yazgısı üzerinde söz söyleme iddiasıdır.

Değerli Arkadaşlar,

Türkiye’de ve dünyada, gelenek bazında büyük sorunlar birikmiştir ve bu sorunların kolay çözümleri de yoktur. Bu sorunların her biri başlı başına büyük sorunlardır. Dün yoldaşlarımız, bu sorunların çözümü için savaştılar. Sömürüye, baskıya adaletsizliğe karşı savaştılar. Sermayenin dayattığı çağdaş köleliğe karşı emeğin evrensel kurtuluşu için savaştılar. Emperyalizme karşı bağımsızlık için savaştılar. Faşizme karşı demokrasi için savaştılar. Ulusal baskıya karşı ‘başkasını ezen uluslar özgür olamaz’ savını yaşama geçirmek için savaştılar. Çağı geçmiş, arkaik, fosil zihniyete karşı uygarlık için savaştılar. Ve nihayet antikomünizmin ve tasfiyeciliğin her biçimine karşı proletarya enternasyonalizmi için savaştılar.

Bu savaş, yani; bağımsızlık için, emeğin özgürlüğü için, demokrasi için, barış için, uygarlık için, enternasyonalizm için savaş bugün de bütün gerçekliğiyle gündemimizdedir.

Şimdi biz diyoruz ki bu savaş bugün artık bizim savaşımızdır. Bu savaş güçlerimizi son kertesine dek birleştirmeyi gerekli ve zorunlu kılmaktadır. Çünkü hiçbir savaş çarpışılmadan ve hiçbir çarpışma da birlik olmadan kazanılamaz. Birlik süreci savaşın nesnel mantığında yatar. Dolayısıyla hedefi 10 yıllara göre belirlerken, birliğe, dayanışma ve mücadeleye “hemen şimdi” demeliyiz.

Yolumuz işçi sınıfının yoludur, bayrağımız, Suphi, Bilen, Talip, Mehmet ve Deniz Yoldaşların bize emanet ettiği mücadele bayrağıdır.

Onların davası dönemden döneme devredilecek, onların isyanı kuşaktan kuşağa yankılanacaktır.

Mücadelemiz sürecektir. Haydi, Birlik, dayanışma ve mücadeleye!