Osman Dinçer
Samsun sokaklarında eski giysilerle dolaşan birini görünce ürkerdiniz bir zamanlar. Bazen ayağında eski bir ayakkabı, bazen de yalın ayak! Bazı çocuklar, annelerinin eline sımsıkı sarılırdı, ürktükleri için. Ama o hiçbir zaman kimseyle göz göze gelmez, çocuklar ürkmesin diye de koşar adım karşı kaldırıma geçerdi. Zamanla kimseye zararı olmadığı anlaşılsa da, insanlar ürkerdi ilk karşılaştıklarında!
Oysa Osman Dinçer’in bir çok mücadeleleri vardı bu sokaklarda. Mücadele arkadaşları da. Dostları, yoldaşları, arkadaşları vardı. Onu tekrar yaşamın içine sokmak isteyen bir sürü sevenleri vardı çoğu insanın olmadığı kadar, belki daha da fazla. Bir çok insandan daha çok onu seven ve yanında duran ailesi de vardı. Ama o birkaç özel sevdiklerinin dışında hiçbir kimseyle yan yana gelmek istemiyordu. Tedavilere yanıt vermiyor, hatta tedavi istemiyordu.
Kendince bir yaşam kurmuştu sokaklarda ve edindiği herhangi bir kuytuda. Yemeği nasıl kabul ederdi, kendince dik duruşuna rağmen bilinmez! Çok sevdiği bazı insanlarla birlikte kendi mekanında yemek yediği oluyordu ama her zaman nasıl bulup yaşıyordu? Yeni giysi istese vermek için can atan birçok dostu, akrabası ve arkadaşları olmasına rağmen kabul etmiyordu. Ve günün birinde sokakları da terk etti bir daha geri gelmemek üzere…Osman Dinçer de, Kavak Mezarlığı’nda sessizliğe büründü!
Karadeniz Dev-Genç’in, dolayısıyla Kurtuluş siyasetinin önemli simalarından biriydi aslında Osman Dinçer. Aslan yürekliydi. Korkusuz olmasına rağmen, savaşımını ertelemişti, çoğu insanın bilmediği nedenlerden dolayı. Başka boyuta geçirmişti mücadelesini. Belki de yeni yaşamı kendine ve herkese karşı pasif bir mücadele biçimiydi onunkisi. Anlaşılması zor olsa da bir şekilde mücadele ediyordu kendince. Sokakları terk etmiyordu işte. Ama tek başına, sürdürüyordu savaşımını, toplumsal mücadelenin ta içinden gelmesine rağmen…adına mücadele denebilirse!
Osman Dinçer, mücadele yıllarındaki aslan yürekliliğini, 12 Eylül diktatörlüğüne karşı da sergilemiş bir devrimciydi. Yoldaşlarını sorgularda sonuna kadar korumuş, onurundan vazgeçmemişti işkence tezgahlarında! Dik duruşunu sonuna kadar sürdürmüş biriydi, sorgularda ve cezaevi koşullarında.
Günler geçip tutsaklıklar da bitmişti işte. Ama burjuvazi ve onun kiralık katilleri boş durmuyor, en çok da yürekli ve direngen olanların peşine düşüyordu. Onlara duvarları olmayan bir cezaevi oluşturmak için her yolu deniyorlardı. Dışarıdaki direnişler, içeridekilerden daha zor oluyordu. Örgütler de çekip gitmişse, daha zor oluyor! Gölgelerine alışmak zor oluyor, en direngen olanlardan bile olsan!
Osman Dinçer’i de rahat bırakmamıştı alçaklar! Birden çok gölge koymuşlardı arkasına, önüne, sağına ve soluna. Geriye çekildikçe, daha koyulaşan gölgeler! İçeride işkencelere göğüs gerip, dışarı çıkınca rahat bırakmayarak, yoldaşlarını isteyen gölgeler! Vermeyince, dünyaları dar eden ve dar etmenin de ötesinde tehditler savuran gölgeler!
Buna dayanmak, işkencelere göğüs germekten daha zor oluyor belki de. Zor olduğu için, aslan yürekli Osman Dinçer, arkadaşlarını feda etmektense, kendisini feda etmeyi seçerek, yaşayan bir ölüye sokmuş belki de kendini! Soyutlamış, dünyadan ve sevdiklerinden kendini ki, zarar gelmesin onlara!! Kendisi zarar görmüş, görmemiş ne çıkar? Kendince bir yol bulmuş işte!
Kalabalıkların arasında tek kalmak çok zor oluyor. Örgütleri dağıtılmış olan örgütlü insanların örgütsüz yaşaması daha zor! Ne yapacağına kendinin karar vermesi zor oluyor, örgütsüz kalınca, örgütlü yaşamaya alışmış insanlar için yaşam! Hele bir de hazırlıklı değil veya hazırlanamamışsa o günlere!
Osman Dinçer, arkasında kimsenin bilmediği ama çoğu tahminlerin doğru olduğu bir yaşamı seçerek, göçüp gitti bu dünyadan. İdam sehpalarında, dağ başlarında alçak bir kurşunla veya işkence tezgahlarında ölmedi belki; dışarı çıkıp çoğu yiğit insanlar gibi, her türlü saldırıları savuşturmayı da beceremedi! Ama kendince, bir yöntem bularak bu dünyadan göçüp giderken kendini feda etti, yine kendince bir yöntem bularak sevdikleri, arkadaşları ve yoldaşları için!
12 Eylül Diktatörlüğü’nün ve burjuvazinin diğer zamanlardaki saldırıları sonucu yaşama veda eden tüm devrimciler gibi, yaşamın belirli aşamalarında, kendilerini feda etmek zorunda kalan, yanlış da olsa kendilerine göre farklı bir kurtuluş yolu seçen tüm devrimcilere de ayrı bir parantez açmak gerek! Onlar belki de bu savaşımların içeresindeki en mağdur olanlar! Onları unutmamak lazım…