Yaşamı On Yıla Sığdıranlar (Efraim Elvan) – Mustafa Özkan

1980 yılının yaz aylarıydı. Burjuvazi, 12 Eylül’e giden yolu kan ve gözyaşlarıyla döşüyordu. Sivil faşist saldırılar, resmi güçlerin desteğiyle tırmandırıldıkça tırmandırılıyordu. Fatsa’da insan avına çıkmıştı katiller. Çorum’un neden kan gölüne döndürüldüğü, kan akıtanlar bile anlayamıyordu!

Artık can güvenliğini insanlar kendileri sağlamaya başlamışlardı. Çünkü kolluk kuvvetlerinden de korunmak gerekiyordu! Güvenlik güçleri, sivil faşist güçlerin güdümünde gibi çalışıyordu. İşlenen politik cinayetlerin kanıtlarını bulmak yerine, yok etmek için çalışıyorlardı. Asıl görevleri oydu. Hep uyanık kalmak da yetmiyordu. Sadece dayanışma ve yan yana durmak, güvenliği sağlıyordu o zamanlar. Kaçmanın da bir faydası yoktu. İlk kurşunun kaçana değdiği yıllardı. Mücadele edip karşı koyanlar ayakta durabiliyordu ancak!

Karadeniz Bölgesi’nin baştan sona yıldırma hareketlerine maruz kaldığı yıllardı. 12 Eylül askeri darbesinin taşları döşeniyordu. Tüm örgütler, “12 Mart’a çeyrek var” diye saptamalar yapıyor ama gereken yapılıyor muydu, daha sonra belli olacaktı! Şaşkınlık mı, yoksa mücadele içinde düşünmeye zaman bulamamak mı bilinmez, yarının ne olacağını hesap edemiyordu hiç kimse!

MHP’nin faşist Genel Başkanı Alparslan Türkeş, “Erzurum, Trabzon’suz olmaz” komutunu çoktan vermişti. Bu, “buralarda ne kadar boyun eğmez insan varsa hepsini ya susturun, ya kan kusturun” demekti. Bunu duyan faşist katiller, resmi güçleri yedeğine alıp, en ileri unsurlara saldırıyor, arkadan gelecekleri yıldırmaya çalışıyordu!

Efraim Elvan, tam da onların hedef gösterdiklerinden biriydi. Tamamına yakını ilerici fikirlere sahip olan bir aileden geliyordu Efraim. Hatta akrabalarının çoğu İGD ve TKP’nin en önde gelenleriydi o zamanlar. O dönemin iki İsmet abisinden biri eniştesi, diğeri ağbisiydi. Kız kardeşleri kadın hareketinin önde gelenlerindendi. Karadeniz’in İlerici Kadınları’nın, Şehriban diye dillerinden düşürmediği kadın da kardeşiydi. Kendisi ise yılmaz bir devrimciydi. Genç bir öğretmendi. Öğretmen hareketinin içinde fraksiyon anlaşmazlıkları olsa da, sevilen biriydi. Doğu Karadenizliler Kültür Derneği sayesinde kitlelerle bağ kurabilen yetenekli bir devrimciydi. Genç olduğu için sevilen bir İGD’liydi. Aynı zamanda TKP üyesiydi Efraim. Yani burjuvazinin bakış açısıyla katledilmesi için her türlü vasfa sahipti!

Samsun’da Efendum’un önünde öğrendik Efraim’in katledildiğini; Sümer Sineması’nın önünden Maden-İş’in oraya gelebilecek saldırıları olasılıklarını göğüslemek için bekleşirken! Simit tezgahımızdaki simitler bile sessizliğe bürünmüştü. Bir arkadaşımız, bir yoldaşımızı daha toprağa düşürmüştü katiller! Sessiz bekleyişten başka bir şey olmuyor ilk duyulmalarda. Sessizlik, çaresizliklerin ilacı gibi!

En çok da Enver üzülmüştü. Hem yakınıydı, hem de yoldaşı. Birebir en çok tanıyanlardandı Enver. Tonya ve Beşikdüzü’nde akrabası ve yoldaşlarının yiğitliklerini bize anlata anlata tanınır hale getirmişti her birini! Onlardan birini katletmişlerdi işte. Artık oralar bir kişi eksik olacaktı.

O zamanlar iletişim araçları bu kadar gelişkin değil. Olay nasıl olmuş kimse bilmiyor. Fazlaca sorulamıyor, o şaşkınlık halinde. Anlatılamıyor da. Vurmuşlar Efraim’i, son yolculuğunda nasıl yanında olunurun hesapları yapılıyor ancak!

20 Temmuz günü, öğretmenlik yaptığı Arsin’den kardeşi Mustafa ile birlikte Trabzon’a geliyor Efraim. Nereden bilecek katillerin onu takip ettiğini? Geri evine dönmek için durakta beklerken, beyaz bir Mercedes otomobil yanında duruyor ve araca alıyor Efraim’i. Tanıdık birileri olduğu için biniyor araca. Yoksa o zamanlar tanımadığın birine güvenmek olası değil. O araç 90’lı yıllardaki Kürt illerindeki Beyaz Torosların benzeri aslında. Herkesçe namlanmış, beyaz Mercedes! Ama tanıdık olunca fark edemiyor, o mu değil mi anlayamadan biniyor!

Araca bindikten hemen sonra belki de kurulan tuzağı anlıyor Efraim ama iş işten geçmiştir artık. Hele Arsin yolu yerine Yomra’dan köy yoluna sapınca araç tamamen anlaşılmıştır ama ne fayda? İşkenceyle katlediyorlar Efraim’i ıssız bir yerde. Herkese korku salınsın diye işkenceyle öldürüyorlar Efraim’i!

Zaman sonra duyuluyor haber. Aramalar sonucunda cansız bedenine ulaşılıyor Efraim’in! Baba ocağına, Beşikdüzü’ne getiriliyor cenazesi. Samsun’dan ve Karadeniz’in diğer illerinden yoldaşları gelecek, son uğurlanmasına!

Temmuz sıcağıydı. Çekilmez Samsun’un Temmuz sıcağı, denize gidip serinleme lüksün yoksa! Mücadele yıllarımız denize girmeyi bırak, bir saniye gözünü kapalı tutmalara bile izin vermiyordu. Hep gözün açık olacak, hep savaşımın içinde olacaksın. Samsun’un nemini iliklerine kadar yaşayacaksın, gece gündüz uyanık kalarak. Sümer Sineması’nın oralardan gelecek faşist saldırı olasılığıyla, Çiftlik civarından gelecek sol içi savaşımlara karşı da uyanık kalacaksın!

Bu kadar sorumluluklarımızı görev edinmişken bir de yoldaşımızı katletmişler! Kısa bir sessizlikten sonra failleri bulup cezalarını vermek için, yeminler etmiştik, Samsun’dan Trabzo’a sesimizi duyururcasına! Son yolculuğunda yanında olmalıydık ki, dost düşman görsün kararlılığımızı!

Gitmemiz gerekiyordu, yoldaşımızın son yolculuğuna. Ama buraları da uzun süre yalnız bırakmak olmaz. En azından birimiz beklemeliydik, mabetlerimizi koruyup gözetmek için. Enver birebir tanıdığı ve akraba olduğu için gitmeliydi. Diğer gidecekler arasından kalma görevi bana düştü. Sabah erkenden kalkıp Trabzon aracına yetişirsem, orada olma saatim aşağı yukarı belli!

O zamanlar iletişim araçları çok kısıtlı. Randevu verdiğin yere gidiyorsun, sorun yoksa mutlaka zamanında ulaşmalısın. Başka türlüsü onulmaz sorunlar yaratır. Enver’le anlaşıp, ineceğim yeri belirledik. Sabah kalkma sorunum olmadığı için, zamanında otobüse yetişirim. Yalnızca gidiş param var üzerimde. Buluşamazsak, ne olur ne olmaz, geri geliş parası bari olsun demiyorum. Güven sonsuz o zamanlar. Diğer arkadaşlar örgütlü gittikleri için beni gelirken alacaklar nasılsa!

O zamanlar yollar berbat, araçlar ise bugün kimsenin şehir içi dolmuşu yerine bile koyamayacağı cinsten. Zaman geçtikçe, içim daralıyor yetişebilecek miyim diye. Sonunda yarım saat rotarlı da olsa, indim Beşikdüzü’ne. Oraları hiç bilmem. Lise yıllarımda öğretmen okulunda okuyan bir arkadaşımı ziyaret için gitmişim, o kadar. Gerçi Beşikdüzü o zamanlar küçücük bir yer.

İnip biraz bekledim, ne gelen var ne giden. O yıllar bir yerde fazla bekledin mi ilgi çekiyorsun. Şehrin içine doğru yürümeye başladım, çaresiz. Meydan civarlarında bakınıp dururken, benim yaşlarımda biri yanıma yanaştı. “Hemşerum neriyi araysun” dedi. Tedirginliğim artsa da yapacak bir şey yoktu. Cenazeden bahsettim, korunma güdülerimin tamamını en uçlara taşıyarak. Duyar duymaz “delirdin mi hemşerum, buralarda Efraim’in cenazesine geldiğini söylemek ölüm fermanı imzalamak gibi bir şey” derken Ülkü Ocakları’nı gösteriyordu! “Gel ben seni oraya götüreyim” diyerek beni uzaklaştırdı.

Zorunlu takıldım ardına. Git git şehrin dışına çıkmaya başlayınca, huzursuzlandım. Zaten Efraim’de birine güvendiği için katledilmişti. Onunkisi tanıdık biri, benim yanında yürüyüp şehir dışına doğru yürüdüğüm kişiyi tanımıyorum bile!

Yanımdakine sert bir şekilde çıkışarak “beni nereye götürüyorsun? Arkadaşım şehir merkezi demişti. Bu ıssız yere doğru neden gidiyoruz” diye seslenince; “dur hemşerum, ben sağa yardımcı olmak istirum. İstersen tam arkamdan gel. Zaten, şu virajı aşınca mezarluktayız. Şu anda mezara koyarlardur” dedi. Kısa bir süre sonra da mezarlıkta Efraim’in son işlemlerinin yapıldığına tanık olacaktım. Gittiğim yolun kenarında bir yere kazmışlardı mezarını. Ağlayanlar, hınçlarını saklamayanlar vardı mezar başında. Sözler veriliyordu kanı yerde kalmayacak diye! Sözler verdik…. kanı yerde kalmayacak diye!

Enver’in suratı beni görünce bembeyaz oldu. Yakınını, yoldaşını ve abisini kaybetmenin hüznüne birde uykusuzluk eklenince unutmuştu besbelli! O hali kızgınlığımı bertaraf etti. Topu topu 17-18 yaşlarındaydı Enver! Yüklediğimiz sorumlulukların ne o farkındaydı, ne de bizler! Taşıyıp taşıyamayacağını sorma gereği bile duymadan koyulmuştuk yollara “kervan yolda dizilir” safsatalarıyla! Oysa o kervanların nasıl halka halka yok olduğunu zaman öğretecekti bize, acı bir şekilde!

Cenazeyi unutup, bana ne diyeceğini şaşırmıştı Enver! Hiçbir şey demesine gerek yoktu, bende bir şey demedim. Olan olmuştu bir kere. Kötü bir şey de olmamıştı şans eseri! Geri dönüşümüzde bile kimseye söz etmedik, bu yaşadıklarımızdan. Zamanı değildi. Zaten Enver’i benden iyi tanıyacak biri de yoktu dünyada. Enver’in benim için, benim de Enver için yapmayacağımız fedakarlığın olmadığını ikimiz de biliyorduk nasılsa!

Verdiğimiz sözleri tutamadık. Gerçek failler belli olmasına rağmen bulunamadı. Bulunanlar da ceza yerine ödüllendirildi. Verilen göstermelik cezaların sahipleri ise daha sonraları ödüllendirildi! Koruma kalkanları önceden de hazırdı. Bir de 12 Eylül darbesi olmuştu ki, kalkanlar daha sağlamlaştırıldı! 12 Eylül maşaları bırakın onları yargılamayı, varlık nedeni sayıyordu onları. Zaten katliamı yapanların bir bölümü görevlendirilmiş resmi polislerden oluşuyordu!

Diğer politik cinayetlerde olduğu gibi, Efraim’de en yiğit, en kararlı biri olduğu için katledilmiş; asıl katiller, tali katilleri korumaya almıştı! Bizler ise ölümlerden ölüm beğeniyorduk, 12 Eylül zindanlarında. İçimizden Efraim daha şanslıymış diyenlerimiz bile olmuştur! Cengaver geçinenlerden bir çoğu bunları bile anımsamak gereği duymadan çekildi kendi oluşturdukları siperlerin arkasına! Asıl siperlerimiz olan örgütlerimiz de kış uykusuna yatınca, Efraim’i anımsayan kaç kişi kaldı bu dünyada?!

Efraim’i katletmek, bir kişiyi katletmekten daha fazlası olduğu için, katledilmesine karar vermişti burjuvazi ve uşakları! Onlar işlerini yapıp, katilleri cezasızlık zırhıyla ödüllendirdiler; başka ne ödüller verilmiştir bilinmez! Bizler işimizi yaptık mı emin değilim!

İşimizi yapıp Efraim’e borcumuzu ödemek için, bu düzene son vermekten başka yapacağımız bir şey kalmadı. Onun için Efraim’in yoldaşları, İşçi Sınıfı’nı mücadeleye sokacak doğru bir örgütlenmeyi sağlamak için kafa yormalı. Hatalardan ders çıkarıp, hatayı en aza indirecek yeni örgütlenmeleri sağlamalı. İşçi sınıfının politik örgütünü ortaya çıkarıp, savaşım alanlarında kılavuzluk yapmasını sağlamalı… başkası boş, başkası ham hayal bile değil!