Yaşamı On Yıla Sığdıranlar (Ayşe Makar) – Mustafa Özkan

Ayşe Makar

Siyah-beyaz resimlerde kalmamalı devrimciler! Tarihin, güzel sayfalarına konmalı. Yaşanan upuzun ömürlere sığdırılanların yüzlerce katını 15-25 yaşlara sığdıranlar, siyah-beyaz resimlerde kalmamalı! Bir dost, bir yakın veya bir yoldaş elinde özlemle bakılanlardan daha değerli olmalı devrimcilerin resimleri ve kendileri!

Kabakdağ Mezarlığı’na Fikri Sönmez’in anmasına gidenlerin bazıları, başka bir mezara uğrayıp saygı duruşunda bulunurlar. Belki de saygıyı en çok hak edenlerdendir, tanıyanların gittikleri mezarda yatan. Mezarda yatandan ziyade belleklere kazınmayı en çok hak edendir belki de Ayşe Makar! Gelenler, Fikri Sönmez’i önceden tanımasalar da bilirler, çünkü onun anmasına gelinmiştir. Ama yaşama 1962 yılında başlayıp, 1980 yılında askeri diktatörlüğün maşaları tarafından katledilen Ayşe Makar’ın mezarı başına gidenler, bilenlerdir ancak!

Karadeniz, dalgaları gibi hırçın, dağları gibi baş eğmez devrimciler yetiştirmiştir kadınlı- erkekli, otuzlu yaşlara varamadan katledilen! Ayşe Makar, genç yaşta, yani on sekiz yaşında toprağa düşmesine rağmen yapılması gereken bir çok şeyi yapmıştır, devrimcilik adına. Yaşasaydı daha neler yapacaktı kim bilir?

Ayşe Makar, katledilişinin üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen, hala Fatsa’lı kadınların belleklerinde… onlarla özgürleşip, onları özgürleştirmeye çalıştığı için! Fatsa Dağları’nda devrimin mümkün olacağını en güzel dillendirenlerdendir Ayşe Makar! Ayşe Makar için tanıyan biri “çok güzel anlatırdı her şeyi, sanki okullar devirmiş gibi, çok güzel türküler söylerdi, yeri geldiğinde” diyordu gözleri nemlenerek!

O, genç yaşında ikbali düşünmeyip, inandığı değerler uğruna ölümü göze alan genç kadın devrimcilerden biri olarak, adını yazdırdı tarihin en güzel sayfalarına! Düşmana teslim olmayıp, dost sandığı hainin tuzaklarında katledildi, ardında destansı anılar bırakarak! Katledildikten sonra, ölümüne neden olanlardan ziyade, Ayşe Makar ve bir çok kaybedilen devrimcilerin yaşamaya daha çok layık olduğu anlaşıldı da, iş işten geçti. Ama onu  ölüme gönderenler, yaşarken ölü olduklarını algılayamadan gittiler bu dünyadan.

 Ayşe Makar, 1962 yılında Fatsa’da doğdu. İlk ve ortaokuldan sonra lise öğrenimine başladığı yıllarda Fatsa Lisesi, yoğun faşist saldırılarla cebelleşiyor; okul müdürü Abdullah Barın ise öğrenciler üzerinde yoğun baskılar uygulayarak faşistlere zemin hazırlıyordu. Bu haksızlıklar karşısında Ayşe Makar, haksızlığı reddedip, haklının yanında savaşımı seçti. Böylece örgütlü mücadeleyle tanışıp, okulda baskılara karşı koymanın neferlerinden biri oldu. Özellikle kız öğrenciler üzerindeki etkileriyle ve birlikte mücadeleler sayesinde, faşist saldırıların püskürtülmesinde büyük payı olanlardandır Ayşe Makar!

Lise 2 ve 3.sınıflarda, okulda yürüttüğü savaşımlara, Halkevleri savaşımlarını da ekledi. Bu sırada 14 Ekim 1979 yerel seçimlerinde bağımsız aday olan Fikri Sönmez’in seçim çalışmalarına destek olmak için Mandıra (Efkaf) Mahallesi’ni seçti. Seçim çalışmaları yaptığı mahalleden Fikri Sönmez’e %70 oy çıkarak seçim kazanımlarında büyük pay sahibi olanlardan biri oldu. Özellikle kadınlarla kurduğu diyaloglar işe yaramıştı. Kadınların dertleriyle dertlenip, onlar gibi yaşayarak, ağıtlarına ve türkülerine eşlik edip, onların yaşadıklarının kader olmadığını önceleyen seçim çalışmaları yaptığı için başarılı olmuştu. Yalnızca seçim kazanıp, oy alış-verişinden ziyade başka türlü yaşamın olası olduğunu anlattığı için maya tutmuştu Mandıra Mahallesi’nde! Bu başarıları devlet baskılarını artırıp, dolayısıyla aile baskısını öne çıkarmıştı. Hal böyle olunca okulu bırakıp, yaşamını örgütüne ve katledilişinin son dakikasına kadar yanında duran halkına adadı.

Fikri Sönmez’in bağımsız olarak girdiği seçimleri ezici çoğunlukla kazanması, burjuvazinin sağ ve sol cenahının tepkisine neden olmuştu. Burjuvazinin sağı ve solu “devlet elden gidiyor” sloganları atmaya başlamışlardı, tek ağızdan çıkar gibi! İnançlı devrimciler, yaşları ne olursa olsun, yalnızca seçim kazanmanın anlamsızlığını bildikleri için, örgütlenmeyi daha da yukarılara çıkararak, tüm güçlerini örgütlenmeye vermek gerektiğinin farkına varmışlardı. Bu doğrultu da Ayşe Makar, 1980 Mayıs’ında Aslancami Bölgesi’ne geçti. Yani cesaret ve akılı kuşanıp dağlara gitti. Şimdiki irili ufaklı ilçelerin çoğu Fatsa’ya bağlı köy veya kasabaydı o zamanlar. Fatsa’daki başarıyı oralara taşımanın zorluğu kadar gerekliliği de düşünüldüğü için, gönüllü ve korkusuzlar mücadeleyi her alana yaymak üzere savaşıma girişmişlerdi.

Devrimci Yolcular ve destekçileri, Fatsa’yı 11 bölgeye ayrılarak “Halk Komiteleri” oluşturmuşlardı. Halk komiteleri, kısa sürede yörelerdeki karaborsayı önleyip, faizleri yasakladı. Her şey halkla birlikte yapılıyordu. Fındık zamanında para verip, paradan para kazanma devri sonlanmıştı. Fatsa’da, tüp kuyrukları yoktu. Üç liralık yağ, beş liraya satılamıyordu. Kadına şiddetin kötülükleri anlatılıyor, özellikle Ayşe Makar gibi kadın devrimciler, kendilerinin de birey olduğunu anlatıyordu, köylü kadınlara. Kadına şiddet önemli oranda azalmış, kadınlar mücadelenin önünde yürümeye başlamıştı! Kısa sürede oluşan bu güzellikler, halkın gönlünde devrimcilerin taht kurmasına neden olmuş; kadınlar arasında önder olmuştu Ayşe Makar, genç yaşına rağmen!

Karaborsadan para kazanmaya karşı duruş ve bedavadan para kazanmalara karşı mücadeleler, burjuvazinin işine gelmiyordu. Kadınların eşit birey olarak savaşım yürütmeleri ve kavganın ön saflarında yer almaları, çıkar çevrelerini rahatsız ediyordu. Artık Fatsa’da oluşan yönetim ve devrimci mücadeleye karşı bir şeyler yapmanın startı verilmişti.

Aynı günlerde burjuvazinin karanlık güçleri Çorum’da katliam başlatmıştı. Halka korku salarak halk, birbirine düşürülmüş, istenilen olmuştu Çorum’da. O zamanların ‘büyük’ başkanı Çorum’daki katliamın amacına ulaştığını vurgular şekilde, “Çorum’u bırakın, Fatsa’ya bakın” diye saldırının emrini verdi. Nasılsa katliamcı vali Reşat Akkaya’da hazırdı Ordu’da. Ve 12 Eylül barbarlığına giden yoldaki son yol temizliği diye tabir edilen “Fatsa Nokta Operasyonu!” başlatıldı.

O yıllarda devrimciler, korkusuz savaşımlarının yanında kısır çekişme batağından kurtulamamışlardı! Örgütler, faşist saldırıları görmelerine rağmen sol içi kavgalardan geri adım atmıyorlardı! Tıpkı bugünlerde olduğu gibi, Türkiye genelinde sivil-resmi faşist saldırılar nereye yapılıyorsa, oranın dışındakilerin duyarsızlıkları gözlemleniyordu. Birleşmeden ziyade ayrılıkları öne çıkaran zamanın örgütleri, birlikte savaşımı bırakın, kan göllerinden nasıl kârlı çıkarımın hesabını yapıyorlardı. Dolayısıyla, Ordu Lisesi’ndeki sınıf arkadaşları, Fatsa Dağları’nda sıkıştırılan arkadaşlarının sesini duymuyor, duyurulmuyordu… farklı savaşım biçimlerini öne sürdükleri için! Samsun Eğitim’deki sınıf arkadaşları da, Fatsa’daki arkadaşlarının çığlıklarını duymuyorlardı, aynı cenahtan değilseler!

Halkın bağrına sığınmıştı Ayşe Makar ve yoldaşları. Her ev sığınaktı onlar için ama zarar vermek istemiyorlardı güvenenlere. Ağaç kavuğundan mağaralara kadar her yeri sığınak yapmışlardı kendilerine. Dillere destan direnişler örgütlüyorlardı dağ başlarında. Şehir yaşanılamaz hale gelmişti. Kısacası 12 Eylül faşizmi Fatsa’ya iki ay önce getirilmişti.

İnandığı düşünceler ve davası uğruna dağları seçtiğinde 18 yaşındaydı Ayşe Makar. Sığınaklar onları koruyor, bir şey yapamasalar bile halka güven vermek için terk etmiyorlardı direniş alanlarını. Dağlar taşlar kucak açmıştı devrimcilere… başta Kurşunçalı Ormanları olmak üzere! Teslim olmayıp direnmeleri, yöre halkına moral veriyor da, her şeyi göze alarak yardımlarını esirgemiyorlardı devrimcilerden. Ta derinliklere inen bağları koparmakta kararlıydı, burjuvazinin karanlık güçleri. Her türlü seferberlik mübahtı onlar için. Muhbir, itirafçı, dönek kim varsa tüm kozlarını ortaya sürüyorlardı! Muhbirler, bir günde itibar sahibi oluyorlardı devrimcilere tuzak kurunca, ama ne kadar itibar kaybettiklerini algılayamıyorlardı tarihin sayfalarında!

Devrimcilerin güçlü olduğu günlede yanlarında durup itibar sahibi olan dönekler, zora giren devrimcileri tuzaklara düşürüyorlardı, başka yerlerden nemalanmak için! O günlerde, Tren Nuri diye bilinen Nuri Aydın yakalanınca, Özgüç Tunca’ın yerini gösterip ölümüne neden olmuştu. Salınıp, burjuvazi nezdinde itibar kazanabilmek için Kemal Özdemir ve Ayşe Makar isteniyordu Tren Nuri’den! Tren Nuri’nin sahtekarlıkları tüm direnişçilere ulaştırılamamıştı henüz. Bir çok arkadaşının sığınağını bilmese bile nasıl yaklaşacağını biliyordu devrimcilere! Ama burjuvazinin güvenlik güçleri, Kemal Özdemir ve Ayşe Makar’ın sığınağının varsayıldığı bölgeye yaklaşmanın tehlikeli olacağını da biliyorlardı.

Etrafı sararak Tren Nuri’yi sığınak bölgesine gönderdiler. Tanıdık birinin sesine kulak veren Ayşe Makar ve Kemal Özdemir, etrafı denetleyerek sesini tanıdıkları Tren Nuri’yi sığınaklarına aldılar! Tren Nuri nöbet sırası kendine geldiğinde silahları koynunda uyuyan iki devrimciyi öldürdü. Sonra da çevrede konuşlu askerleri çağırıp, çatışma süsü verdirdi, kendini aklamak için, ama aklanamadı, sahtekarlığı çoktan duyulmuştu. Karşılığında onu saldılar. Nasıl yaşamaksa? Yaşadı! Oysa asıl yaşayanın o olmadığını zaman gösterecekti! Tren Nuri’nin bir arazi davası yüzünden, en yakını biri tarafından öldürüldüğü söyleniyor, yaşamı boyu kayda değer yaşam belirtisi bu, birde yaptığı katliamcı muhbirlik! Oysa Ayşe Makar hala yaşıyor, Kabakdağ Mezarlığı’nda da olsa, ülke devrimcilerinin ve yöre kadınlarının belleklerinde!

Muktedirlerin silahşörleri, 15 Kasım 1980 günü zafer kazanmıştı. Ölüyü teslim almışlardı da, kahramanlık öyküleri anlatıyorlardı birbirlerine! Davul zurna çaldırılıp yöre halkını  zorla izlemeye zorluyorlardı. Katledilmiş Devrimcilerin cenazelerinden korktukları için mezarlıkta ıslık çalıyorlardı adeta! Ayşe Makar gönüllerde taht kurmuştu çoktan ama babası cenazeye sahip çıkmıyordu, korkudan besbelli. Korkunun, insanı insanlığından çıkardığı günlerdi o zamanlar. Karadeniz’in yiğit kızı Ayşe’yi itibarsızlaştırma ahlaksızlıklarının önü arkası kesilmiyordu. Babasına bekaret testi yapılması için başvurması istendi. Yapılan testten babasının namusunu temizleyen namussuzluğu çıksa bile, kara kalpler aklanamadı. Korkunun bu denlisine ne denilebilir? Acaba hiç mi cız etmemiştir babasının yüreği, en çok sevdiği çocuğunun, Ayşe’sinin ölümüne ve ölümünden sonra neden olduğu saçmalıklara? Açık seçik diyemese de, ben ne yaptım diyebilmiş midir acaba?

Ayşe Makar, genç yaşına rağmen direnişlerin simgesi olup kavgayı seçti. Ayşe Makar sığınakta savaşarak ölmenin yerine bir hain pusu da ölmenin pişmanlığını yaşıyor olurdu, ölümden sonra diyecek sözü olsa! Ayşe Makar hain pusularda ölürken, Ordu Lise’ndeki yaştaşlarının ve Samsun Eğitim’deki ağbi ve ablalarının haberi yoktu; haberi olanların bir bölümü ona hatalar bulmaya çalışıyor, diğer bölümü ise 12 Eylül zindanlarında biz ne yaptık diyordu! Çünkü artık devrimcilerin hiç birinin gözünün yaşına bakmıyordu darbeciler. Hepsini aynı kefeye koymuş, dışarda birleşememenin cezasını kesiyordu işkence tezgahlarında!

Dünyada ve ülkemizde bir sürü örnekler yaşadık aslında; Spartaküslerden, Şeyh Bedrettinlere! Paris Komünü’den Reel Sosyalizmlere! 15-16 Haziran Direnişleri’den Fatsa Deneyimleri’ne! 1 Mayıs başkaldırılarından Haziran Direnişleri’ne ve HDP’nin yerel yönetim zaferlerine kadar bir sürü deneyimler yaşadık! Zerre kadarı bile örnek teşkil ettiyse ne ala! Burjuvaziyle topyekûn savaşımdan başkasının yararlı olamayacağını, deneyimler ve yiğit devrimci Ayşe Makarlar bize öğretebildiyse, işe yaramıştır yenilgiler. Yengiler ve yenilgilerle bezeli deneyimler bize, burjuvaziyi tarihin çöplüğüne gönderip, kurulan yeni düzeni savunmayı öğretebildiyse boşa gitmez yaşanılanlar! Tüm dünya ölçeğinde topyekun savaşımlara omuz vermeyi öğrettiyse bu güzel savaşımlar; kurtuluş yakındır, burjuvaziye karalar bağlamaktan başka seçenek kalmamıştır!