Yaralarımız Kanamaya Devam Ediyor! – Yusuf Erdem

ARALIK ayı, devletin katliamcı geleneğinin yol açtığı ve hiç durmaksızın kanayan yaralarımızın tazelendiği bir aydır.

•19 Aralık 2002 : Cezaevlerinde  Devrimci Katliamı: Bu kanlı sayfa, devletin katliamcı geleneğinin en hunhar, en acımasız ve en kanlı katliamlarından biridir.  Devlet tam yirmi hapishanede eş zamanlı bir operasyon gerçekleştirerek tam 28 devrimciyi, jandarma kurşunuyla genç bedenlerini delik deşik ederek, inşaat makinalarıyla parçalayarak veya diri diri yakarak, dumanlarla boğarak katletti; ayrıca yüzlerce devrimci tutsağın da yaralanmasına yol açtı.

En acısı da bu ölüm operasyonuna hiç utanmadan ve alay edercesine “Hayata Dönüş (!) Operasyonu” adını vermeleridir. Tepkiler yükselince de katliam emrini veren ve onu uygulatan asıl katiller yerine bu insanlık suçunu, birkaç jandarma eri ve cezaevi görevlisinin üzerine yıktılar. Onlar da ya suçsuz bulundular, ya zaman aşımına uğramaları sağlanarak yakayı kurtardılar.

• 24 Aralık: 1978  MARAŞ KATLİAMI: Maraş katliamı üzerinden tam 36 yıl geçti. O yıllarda egemen güçler, krizin yükünü işçi sınıfı ve  emekçilerin sırtına yüklemek için vermeleri gereken ekonomik kararları dikensiz bir gül bahçesinde uygulayabilmek  ve burjuvazinin uykularını kaçıracak derecede yükselen işçi hareketi başta olmak üzere tüm devrimci hareketi kanla boğmak üzere bir askeri diktatörlüğe ortam hazırlıyor, çok yönlü bir operasyonla  darbeye giden yolu döşüyordu. Örneğin tanınmış muhaliflere yönelik dehşet uyandıran ve büyük ses getiren suikastlar, MHP’li faşist militer çeteler eliyle kitle katliamları ve özellikle de Maraş, Çorum, Tokat… gibi Alevi-Sünni  ayrımının körüklendiği illerde bu ayrımı kaşıyıp nefrete dönüştürerek kitlesel Alevi ve solcu katliamı tezgahlamaya çalışıyorlardı. Ayrıca böylesi kanlı bir komployla dönemin hükümetini sıkıyönetim ilan etmeye mecbur bırakacaklar, darbe sürecini hızlandı-racaklardı.

Maraş Alevilerinin bir farklı özelliği vardı: Başka yerlerdeki Aleviler gibi sapa, yüksek ve verimsiz topraklarda değil, verimli ova köylerinde yurt yuva kurmuşlardı. Bu nedenle kente gelip yerleşenleri de önemli ölçüde ev-bark, mal mülk ve ticarethane sahibi olmuşlardı. Bu zenginlik, gerici-faşist kesimde haset ve iştah uyandırmaktaydı.

İşte böyle bir ortamda iyi yetişmiş CİA ajanından, faşist ve dinci gericiler, devletin karanlık güçleri düğmeye bastılar. Saldıracakları Alevi ve devrimci evlerini önceden işaretlediler, başka kasaba ve illerden milisleri getirdiler 24 Aralık günü düğmeye bastılar. Böylece korkunç bir katliam başlatıldı. Ve Çorum’un aksine Maraş’taki örgütlülük ve eylem birliği zayıf kaldığı için, yıkım ve kırım çok daha büyük oldu.

Sonuç, resmi rakamlara göre 101 -gerçekte çok daha fazla – kişi katledildi, binlerce kişi yaralandı ve bir yağma başladı. Ve  26 Aralık 1978 saat 07.00’den itibaren İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elazığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Şanlıurfa olmak üzere, toplam 13 ilde Ecevit hükümetince Sıkıyönetim ilan edildi. Sonrası günlerde ise Alevi ailelerin çoğu ellerinde ne varsa yok pahasına satarak veya büsbütün bırakarak alevi köylerine ve büyük kentlere göçtüler.

Ve elbette, devletçe tezgâhlanan bütün komplolarda olduğu gibi, asıl suçlular bulunamadı, ele geçirilen birkaç maşa da devletçe hep kollandılar.

Maraş katlimı; devrim ve demokrasi güçlerinin, tam 36 yıldır hâlâ hesabı sorulmamış ve her daim kanayan bir yarası durumundadır.

• 28 Aralık 2011: ROBOSKİ KATLİAMI: Çoğu çocuk denecek kadar gencecik 34 Kürt köylüsü, savaş uçaklarıyla bombalanarak devletçe katledildi. Kanlı vücut parçaları, karlara, toprağa ve kaya parçalarına karıştı.

 Köylüler, kendilerine verilmek istenen paraları nefretle reddettiler. Bütün istedikleri, suçluların ve vur emrini veren asıl suçlunun ortaya çıkıp “Vurun!” diyen benim demesi, özür dilemesi ve tüm suçluların cezalandırılmasıdır. AKP iktidarı ve devlet ise bunu hiç istemiyor, sürüncemede bırakıp unutturmak istiyor.

Roboski  Katliamı; devletin  “Tedip, Tenkil ve Tehcir” ( ya da  iki kelimeyle “ inkâr ve  imha”)  politikasının onlarca yıldır  değişmediğini gösteren son katliam uygulamasıdır. 1920’lerde Koçgiri’de, 1925’lerde Piran-Palu’da, 1930’larda Ağrı ve  Zilan’da; 1937-38′lerde Dersim’deki katliamların, 1943′te Van Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünün katledilmesinin bir benzeridir  üç yıl önce Roboski’de yaşanan.

Ne var ki; baskı ve zulme tarihi boyunca hiç teslim olmayan, onuru ve kimliği için, anadili ve kültürü için, özgürlüğü ve kendi yazgısını kendi ellerine alıp özgürce belirlemek için başkaldırarak savaşan, bu uğurda her türlü bedeli ödemeye hazır olan bir halkı yenmek mümkün değildir. Tarih, buna defalarca tanıklık etmiştir. Zalimlerin çabası her seferinde akamete uğramıştır.

Sonuç olarak şunu özellikle belirtmek gerekir: Tek güvencemiz; devrimci demokrat kamuoyunun bu zulümleri unutmaması, unutturmaması ve mutlaka hesap sorma kararlılığıdır. Yoksa, çocuğu askerde öldürülmüş bir Ermeni annenin dediği gibi, “Şimdiye kadar ordunun özür dilediği hiç görüldü mü?” Gücünü zor, şiddet, kan ve kırımdan alan burjuva iktidarı da, onun ordusu da özür dilemez, güç aldığı karanlıkların aydınlanmasını istemez.

Ne zaman ki işçi hareketiyle sosyalist hareket devrimci bir zeminde et ve tırnak gibi birleşip kaynaşır; ne zaman ki Kürt Özgürlük Hareketi ile mazlum Alevi yoksulları kardeşleşerek güçlerini birleştirip devrimci işçi hareketiyle buluşur, işte o zaman tüm hesapları sorarız ve düşman sınıfın yetkililerinin yaptıklarını fitil fitil burunlarından getiririz. Çünkü hesap sormak için güçlü olmak, güçlü olmak için de devrimci ve birlik olmak gerekir.