Yapılamayan Sorgulama Verilemeyen Cevap – Yusuf Erdem

“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim.”

Rakel Dink,  24.01.2007

Özgecan için onbinlerle yürüdük. Sayısız eylem, etkinlik yaptık. Ailesine taziyelerde bulunduk. Toplum olarak tepkilerimizi gösterdik. Trabzon’da, Kadıköy’de Özgecan için eylem yapanlar dayak yediler, gözaltına alındılar.  Ama böyle canavarca bir saldırı, tecavüz için “iyi yapmışlar” diyenlerin olduğunu da gördük.

Fakat, çok da yankı bulmayan birkaç sorgulama dışında 24 Ocak 2007’den bu yana Rakel Dink’in sözünü ettiği sorgulamayı yapamadık, bu soruyu kitlelere ulaştıramadık.

Özgecan’dan dört Marta 35 kadın öldürüldü. Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı halen sorgulamıyoruz.

Ahlak, eğitim, inanış eksikliği, yanlışlığı mı?

Tecavüz denilince yalnızca cinsel tecavüzü algılayan toplumsal kültürümüzün payı nedir?

Cinsel hedefli tecavüzün aslında cinsellikten kaynaklanmadığını ne kadar biliyoruz?

Tecavüz, her hali ile tecavüze uğrayan insanın insanlığının; kendi kararlarını kendi veren, kendi tercihlerini, seçimlerini kendi yapan yani özne olan insanın özneliğinin reddi ile nesneleştirilmesidir.  Büyük çoğunluğun küçük bir azınlık tarafından kullanılması, sömürülmesi, ezilmesidir. Bu kullanımın, sömürmenin nedeni ve sonucu kullananların ve sömürenlerin sağladıkları tatmindir.

Muktedir yani iktidar sahibi iktidarını kaybederek ezilenler arasına düşmekten duyduğu korkuyu diğer insanları nesneleştirerek, sömürerek, kullanarak ve ezerek atar, huzura, hazza ve doyuma ulaşır. Fakat her sömürü, baskı, kullanma, nesneleştirme yarattığı tepkilerle muktedirde iktidarının elinden alınacağı korkusunu büyütür ve onu öncekinden daha ağır baskı ve sömürüye yöneltir.

İşçinin işyerinde sermaye sahibi, kapitalist, diğer bir deyimle patron tarafından zorunluluklara (işsizlik, kendinin ve ailesinin yaşamını sürdürebilmek için asgari ücret) mahkum edilerek kendi karar ve tercihlerine rağmen çalıştırılması her türlü tecavüzün temelinde yatan ve onlara yol açan asıl tecavüzdür.

Özgecan’ın annesi çocuklarına bir gelecek sağlayabilmek için bir kargo şirketinde emeklilik sonrasında ve banko arkasında uzun işgünü saatlerinde çalışmak zorundaydı.

Kapitalizm öncesinde köleci dönemde ya da feodal dönemde de kölenin, serfin, mujiğin, ırgatın, marabanın yaşamına ilişkin kararları alan züğürt olsa da bir ağadır. Ve bu tecavüz yüz yıllardır, bin yıllardır sürüyor, biçim değiştirerek, sömürünün sistemini değiştirerek.

Bir devlet yöneticisinin, sezar, çar, sultan, padişah ya da cumhurbaşkanı, başkan olsun işçilerin, kadınların, cinsel yönelimi farklı olanların, gençlerin, farklı inanç sahiplerinin kendi bireysel yaşamları üzerindeki karar ve tercihlerine müdahalesi de bir tecavüzdür. 2013 Gezi olaylarının temelinde yatan nedenlerden biri de budur.

Dünyada ve Türkiye’de gerek tek tek insanların, gerekse halkların anadillerini öğrenme, konuşma ve yazma haklarının; etnik veya başka nedenlerle farklı insan topluluklarının, halkların kendi geleceklerine ilişkin tercihlerini yapmalarının engellenmesi de bir tecavüz biçimidir.

Devletin ister köleci, ister feodal, ister kapitalist düzende olsun toplumu oluşturan sınıf, etnisite, inanç topluluklarının, yerellerde yaşayan insanların kendi ortak kararlarını, tercihlerini önlemek için koyduğu kurallar, yasalar da birer tecavüzdür.

Bütün tecavüzlerdeki ortak yan birinin, birilerinin; babanın, kocanın, erkeğin,  köle sahiplerinin, feodallerin, ağaların, kapitalistlerin, onların kurumlarının, devletlerinin, devletin sahip ve yöneticilerinin iktidar sahibi, muktedir; tecavüze uğrayanların tabiiler (tebaa), uyruklar olmasıdır.

Köleci, feodal ve kapitalist toplumsal düzenlerde en tepedeki iktidar (günümüzde kapitalist sınıf ve devleti) iktidar hiyerarşisini en tabana kadar indirir, o dar alandaki iktidarları korur, çünkü onların üzerinde basamak basamak yükselir, beslenir. İktidarlar birbirleri ile kıyasıya mücadele ederler. Ama ezilenlere, sömürülenlere karşı da birbirlerini besler ve korurlar.

Özgecan’ın ve diğer kadınların katilleri daha bebeklikten mevcut iktidarlar tarafından kadın ve aile üzerinde iktidar sahibi olmak, ama sermayenin ve devletinin iktidarına karşı da boyun eğmek üzere yetiştirilirler. Halkımız boşuna deyimleştirmemiştir: Bir oğlu oldu, çekti çükünü kopardı.

İktidar alanı olarak kadını, çocuklarını gören dar alan muktediri, iktidarını kuramadığında, iktidarına karşı çıkıldığında, iktidarını kaybettiğinde cinnet geçirir.  Kadınını, çocuklarını katleder ve neredeyse yarısı kendi kafasına da sıkar. Çünkü tabi olduğu sermayenin ve devletin gözünde var olabilmesi için kadın ve aile üzerindeki hakimiyetini ispat etmesi gerekir.

Ve günümüzün kapitalist egemen sınıfı ve onun siyasi iktidarları meşrepleri (laik veya dinci) ne olursa olsun kendi iktidarlarının sorgulanmaması için, dayanaklarını kaybetmemeleri için kadın ve aile üzerindeki erkek iktidarını köleci ve feodal kalıntılar taşıyor olsa da korur, savunur, destekler.

Dolayısıyla iktidarın bütün biçimlerine ve en başta günümüzde kapitalist sınıfın iktidarına karşı mücadele etmeden kadın üzerindeki erkek iktidarına karşı çıkmak sonuçsuz kalacaktır.

Kadının nesneleştirilmesi, kullanılması olgularını salt bir ataerkil erkek egemenliği, tahakkümü sınırlarında kabul etmek hedef saptırmak olacaktır.

Kadın cinayetlerini yalnızca eğitim, din v.b. nedenlere bağlamak 90 yıllık Cumhuriyet rejimindeki (Kapitalist sınıf egemenliğinin, iktidarının Kemalist, Atatürkçü, Türk ulusalcı biçimi) iktidarların sorgulanmasının üstünü örtmektir.  Bugünkü dinci görünümlü sermaye iktidarı o 90 yılda iktidarda olan Kemalist, Atatürkçü, Türk ulusalcı ideolojinin ürettiği bir üründür.

Türkiye’deki sınıflı toplumun, kapitalist sınıf tahakkümü altındaki 90 yıllık sürecinden sonra günümüzde yaşadığımız kadına şiddet, kadın katliamı olgularına diyalektik ve tarihsel materyalist bakış açısıyla baktığımızda görürüz ki, kadına şiddet ve kadın katliamı kapitalist sınıf egemenliğinin bir sonucudur.

Batının gelişmiş kapitalist toplumlarında kadın üzerindeki sömürü ve ezginin, şiddetin cinayet ve katliam boyutlarına ulaşmıyor olması, oralarda kadın üzerinde şiddet ve sömürünün, nesneleştirmenin olmadığı anlamına gelmiyor.  Oralarda feodal üst yapının da yıkılmış olması kadın üzerindeki şiddet, sömürü ve ezginin farklı yöntemlerle sürdürülmesine yol açmıştır.  En basitinden film, pornografi, mücevher, spor, lüks otomotiv, turizm, reklam ve moda endüstrilerinde kadının metalaştırılması  örneği.

Son olarak kadının, sınıfsal iktidarın olsun, erkek iktidarının olsun şiddetinden, sömürüsünden, ezgisinden, nesneleştirmesinden kurtulmasının başlangıç noktası; aydınların, demokrat, devrimci, sosyalist, anarşist, komünist kişilerin kendi davranışlarında ve bu niteliklerdeki yapıların, toplulukların kendi içlerinde erkeğin kadın üzerindeki her türlü iktidar kurma girişimlerinin ve yalnızca kadın üzerindeki iktidar kurma girişimlerinin değil, örgüt, yapı, kurum, kuruluş, topluluk içindeki her türlü iktidar oluşturma girişimlerinin ve olgularının kırılması, önlenmesidir.

Çünkü iktidar, kullanma, nesneleştirme bulaşıcıdır. Ve her iktidar var olabilmek, varlığını sürdürebilmek için bir iktidar piramidi yaratmak zorundadır.

Öncelikli olarak da kendilerini aydın, demokrat, devrimci, sosyalist, anarşist, komünist olarak niteleyen erkekler, kadınlar ve farklı cinsel tercihleri olanlar yek diğerlerini nesneleştirici, kullanıcı davranışları, cins ayırımcı yargıları ve söylemleri olup olmadığını sorgulamalı; cins ayırımcı davranış ve söylemlerden kendilerini kurtarmalıdırlar. Kadınlar, erkekler ve farklı cinsel yönelimleri olanlar hakkındaki aşağılayıcı cinsiyetçi deyim, benzetme, fıkra ve şakalardan başlanabilir.

Rakel Dink’in sorusunun cevabı buradadır.