Ve Çeliğe Su Verenler…

Her sene Mayıs ayı geldiğinde devrimciler için 71’devrimcilerini anma dönemi gelmiş oluyor. Birbiri ardına yapılan ve birbirinin benzeri olan paneller, salon toplantıları, sonra da düşük katılımlı anma yürüyüşleri. Mayıs ayı dolduğunda ise 71’devrimcileri takvimdeki yerlerine geri dönüyorlar, onları hatırlamamıza vesile olacak çok önemli bir olay gerçekleşmedikçe. 71’devrimci önderleri Mayıs ayında yalnızca devrimci çevreler tarafından değil, liberal çevreler tarafından da hatırlanıyor.

Sosyalizmi rafa kaldırıp, yaldızlı teorilerle bir kısmı “ilk” cumhuriyeti savunma telaşında olan, diğer kısmı ise “ilk” cumhuriyeti aşındırma derdinde olan liberaller de 71 devrimcilerini hatırlayarak, onlarla ilgili anılarını anlatıyor. Bu söz konusu liberaller Deniz’lerle yaşadıkları anılarla kendilerini pazarlıyor ve kendilerince heyecanlı geçmişlerini yad ediyorlar. Ancak dikkat ederseniz, liberallerin arkasından ağlayarak, lafazanlıklarıyla esir aldıkları 71 devrimci önderleri arasında Mahir Çayan’ı ve İbrahim Kaypakkaya’yı göremezsiniz. Onlar hep unutturulmak istenenlerdir. Deniz’ler popüler kültür tarafından esir alınarak birer dizi kahramanı haline sokulmaya çalışılırken, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın adı ağızlara dahi alınmıyor.

Peki, özellikle de İbrahim Kaypakkaya neden bir popüler kültür malzemesi haline getirilememiştir?

Baştan söylemek gerekir, 71 devrimci önderleri içinde bulundukları dönemle aralarına keskin bir çizgi çekmişler, kendilerinden sonraki kuşaklara da, açmaları için bir kapı aralamışlardır. Aralanan kapının sonuna kadar açılıp açılmayacağı da artık sonraki kuşakların, yani bizlerin sorunudur. Ancak 71 devrimcileri de kusursuz değildi ve elbette sonraki kuşakları da etkileyecek belli politik açmazları içlerinde barındırıyorlardı. Bu politik açmazlar ne Deniz’lerin, Mahir’lerin, İbrahim’lerin cüretine leke sürebilir ne de bizim onları liberallerin ve popüler kültürün kirli kucağına atmamıza neden olabilir. Deniz’ler de, Mahir’ler de devrimcilerin ve sınıf mücadelesinin değerleridirler. Onların cüretlerini sahiplenmeye özellikle de bugün her şeyden çok ihtiyacımız var.

Bunu belirttikten sonra İbrahim Kaypakkaya’nın neden liberallerin ve popüler kültürün benimsemeye çalıştıkları ve kendilerine mal etmeye çalıştıkları bir değer olmadığının da cevabını vermeye çalışmalıyız. Bunun nedenlerinin en başında İbrahim Kaypakkaya’nın kendisini, TC’yi var eden kurucu ideolojinin dışında tarif etmeye çalışmasıyla başlıyor. Kaypakkaya, TC’nin kuruluşunu ve onun kurucu öğelerini ileri bir basamak olarak görmek yerine başından reddetti. Bu sebeple de hem Kemalizm’le olan hesaplaşmasını diğer devrimcilerin aksine çok daha sağlıklı yaparken Kürt ulusal sorunu konusunda da şovenizmle arasına çok önceden set çekerek, berrak bir düşünce çizebildi.

“Devrimin önderleri, daha anti-emperyalist savaş yıllarında iken İtilaf emperyalizmi ile el altından işbirliğine girişmişlerdir; emperyalistler Kemalistlere karşı hayırhah bir tutum takınmış, bir Kemalist iktidara rıza göstermeye başlamıştır…

Politik alanda, hanedanlık çıkarları ile birleştirilmiş olan meşrutiyet idaresinin yerini, yeni hakim sınıfların çıkarlarına en iyi cevap veren idare, burjuva cumhuriyeti almıştır. Bu idare, sözde bağımsız, gerçekte siyasi bakımdan emperyalizme yarı-bağımlı bir idaredir.” (Kaypakkaya, Seçme Yazılar)

Kemalizm’i en başından itibaren ilerici görmeyen ve ona anlam yüklemeyen Kaypakkaya, haliyle Kemalizm’i hiçbir zaman bir ittifak unsuru olarak da görmedi. Kaypakkaya’nın 71 devrimci dönemi gibi “millici” yanları da barındıran bir dönemde Kemalizm’le hesaplaşmaya girmesi ve onu en başından mahkum etmesi, önemli ve sahiplenilmesi gerekilen devrimci anlamlar taşımaktadır.

İbrahim Kaypakkaya’nın Kemalizm’le hesaplaşması onu Kürt ulusal sorunu konusunda da devrimci bir tutuma götürmesine sebep olmuştur. Bugün bile hâlâ sol içerisinde Kürt ulusal sorunu konusunda şoven reflekslerin görüldüğü düşünülürse, Kaypakkaya’nın daha o dönemde ulusal sorun konusunda devrimci bir tutum takınmasının ne kadar önemli olduğunu görebiliriz.

“Kürt milli hareketi, ezilen bir ulusun, hakim bir ulusun hakim sınıflarına karşı mücadelesi olarak ilericidir ve demokratik bir muhteva taşır. Biz bu demokratik muhtevayı kesinlikle ve kayıtsız, şartsız destekleriz.”(Kaypakaya, Seçme Yazılar)

Kaypakkaya, Kürt halkının ulusal mücadelesini demokratik muhteva taşıyan ilerici bir hareket diyerek desteklemiştir. UKKTH’yi ikirciksiz bir şekilde, kayıtsız, şartsız savunmuş ve Kürt halkının ayrı bir devlet kurma hakkının meşru olduğunu belirtmiştir. İşte bu etmenler, İbrahim
Kaypakkaya’nın Kemalizm’le arasına çektiği devrimci çizgi ve Kürt ulusal sorunu konusunda takındığı devrimci tutum onu liberallerin hiçbir zaman sahiplenmeye çalışmamasını sağlamıştır.

Hiçbir liberal veya 68’kaçkını İbrahim ile ilgili anısını anlatmamıştır ağlayarak TV’lerde. 68’i anlatan hiçbir TV dizisinde de kendine yer bulamamıştır Kaypakkaya bu yüzden. Öyle ki ölüm yıldönümünde dahi, Kaypakkaya geleneği dışında olan devrimci hareketler tarafından bile gerekli ilgi gösterilmemektedir Kaypakkaya’ya.

İbrahim Kaypakkaya, diğer 71 devrimci önderleri gibi sahiplenilmesi ve yeni devrimci kuşağa da anlatılması gerekilen önemli bir devrimcidir. Kemalizm’le arasına koyduğu mesafe, Kürt ulusal sorunu konusunda takındığı tutum 71 devrimci kuşağı içerisinde ona daha da özel bir anlam yüklüyor. Öte yandan Diyarbakır Zindanı’nda cellatlarına karşı koyduğu devrimci tavır; “ser verip sır vermemesi”, onun teorisinin yanında geliştirdiği devrimci pratik günümüz devrimci kuşağına da ders niteliğindedir.

İbrahim Kaypakkaya ölüm yıldönümlerinde hatırlamamız gereken bir devrimci değil, mücadelesinden ve pratiğinden dersler çıkarmamız gereken bir devrim neferidir.

 

 

Söz ve Eylem’in 42. sayısında yayınlanmıştır. (sayının tamamı)