Türkiye’de sağ, milliyetçi, muhafazakar partilere oy verenlerin oranı yüzde 60-70’leri bulmaktadır. Bu kitle, 1950’den beri istikrarlı bir hal almıştır. Örneğin bir çok Avrupa ülkesinde iktidarlar, sağ ile sosyal demokrat partiler arasında yer değiştirirken, Türkiye’de kendine sosyal demokrat diyen partiler 1946 yılından beri iktidar yüzü görmemişlerdir. Bir iki koalisyon hariç.
Türkiye devrimci, demokrat hareketi bu kitleyle bağ kurmak ve bu kitlenin ezilen, sömürülen kesimlerini mücadeleye kazanmak zorundadır. Bunu yapabilmek için bu kitlenin her yönüyle anlaşılması gerekir.
Bu sağcı kitle homojen değildir. İçinde her sınıf ve kesimden unsuru barındırmaktadır. Hiç kimse doğuştan solcu, sağcı, muhafazakar vs. olmadığına göre bu istikrarlı sağcı kitle nasıl oluştu?
İnsanların siyasi eğilimleri birçok etken tarafından belirlenir. Kişinin sınıfsal konumu, etnik kimliği, dini kimliği, yetiştiği, yaşadığı çevrenin genel eğilimi, devletin, egemen düzenin ideolojisi ve elbette siyasi örgütler önde gelen etkenlerdir. Bunlara dünyada ve ülkemizde farklı dönemlere göre değişen genel siyasi, ideolojik havayı da eklemeliyiz.
Türkiye’de milliyetçi, muhafazakar kitle esas olarak 1950 seçimleriyle birlikte, çeşitli faktörlerin etkisi altında oluşmuştur. 1920’li ve 30’lu yıllarda tek parti, tek adam yönetimine karşı oluşan genel muhalefetin önemli bir bölümü, 1946 ve 1950’lerden itibaren, düzenin siyasi partileri ve resmi ideoloji kullanılarak, milliyetçi, muhafazakar bir kitleye dönüştürülmüştür. Bunun başarılabilmesi için sol hareket, farklı etnik ve dini kimlikler baskı altına alınıp yasaklanmıştır.
Bu süreç şöyle gelişti : 1930 Yerel Seçimi:
Muhalefetin Siyasi Olarak Dışa Vurumu
23 Nisan 1920’de kurulan TBMM farklı siyasi eğilimleri içinde barındıran nispeten demokratik bir yapıya sahipti. M. Kemal’in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (ARMHC), Rauf Beylerin İkinci Grubu, Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası’nın üç milletvekili, Kürtler, Çerkesler, Lazlar Birinci Mecliste yer almışlardı. Rumlar ve Ermeniler ise artık meclis içinde yoktu. Türkiye’nin ilk tek dinli meclisiydi bu.
1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ile başlayan süreçte, bu nispeten demokratik meclisin yerini tek parti ve tek adam yönetimi aldı. Bu yönetimin karşısında geniş bir muhalefet cephesi oluştu. Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF) karşısında oluşan muhalefet daha önce İttihat ve Terakki’ye karşı oluşan muhalefetin birebir devamı değildi. İktidara karşı muhalefet cephesi cumhuriyet döneminde daha çok genişledi ve çeşitlendi. Örneğin gayrı Müslimler, feminist kadın hareketi, mütedeyyin kitlenin hatırı sayılır bir bölümü, artık muhalif saflardaydı. O zamana kadar olmayan komünist hareket ve onun etkileyebildiği işçi sınıfı, aydın ve gençlik, yeni ve dinamik bir güç olarak muhalif safta yerini almıştı. Daha önce özellikle Ermeniler içinde gelişen komünist hareket, Müslüman kitleler içine girememişti.
Muhalefet resmi ideolojinin iddia ettiği gibi, irticacılardan, hilafeti, saltanatı isteyenlerden ibaret değildi. Muhalefet cephesi; İşçi sınıfı, Kürtler, Gayrı Müslimler, muhafazakarlar, esnaf, feminist kadın hareketi ve İslami kesimden oluşuyordu.
Bu muhalefet siyasi olarak örgütsüzdü. M. Kemal muhalefetin örgütlenmesine yol açacak en küçük bir çatlağa bile izin vermiyordu. 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası hemen kapatılmıştı. 1925 Takrir-i Sükun yasaklarından sonra yasal örgüt olarak sadece İstanbul’daki feminist kadın örgütü TKB (Türk Kadın Birliği) kalmıştı.(1) Onun yönetimi de M. Kemal’in bizzat yönettiği bir komplo ile 1927 yılında değiştirildi. Örgütlü güç olarak sadece illegaldeki TKP’nin örgütleyebildiği dar işçi, aydın, gençlik çevreleri vardı. Fakat 1930 yerel seçimleri toplumsal muhalefetin örgütsüzlüğüne rağmen ne kadar yaygın ve dinamik olduğunu gösterdi.
1930 yerel seçimleri, CHF’li tek parti tek adam döneminin istisnai ve en önemli seçimi idi. Bu seçimi istisna yapan özellikler şunlardı: İlk defa bu seçimlerde kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmişti. Gene bu seçimde ilk defa başka bir partinin (Serbest Cumhuriyet Fırkası) seçime katılmasına izin verilmişti ve bu seçim ilk tek dereceli seçimdi.
Biraz evvel saydığımız muhalif kesimler, bazıları bağımsız adaylar şeklinde, büyük çoğunluğu ise Serbest Cumhuriyet Fırkası’nı (SCF) destekleyerek Cumhuriyet Halk Fırkası’nın karşısında yer aldılar.
Örneğin gayrı Müslimler (o tarihte İstanbul’un üçte biri gayrı Müslim’di) SCF’de yer aldılar. CHF listesinde hiç bir gayrı Müslim adaya yer verilmezken, SCF listesinde 13 gayrı Müslim aday bulunuyordu.
Kadınların tercihi de SCF’den yanaydı. Kadınlar yerel seçimlerde seçim hakkını kazanınca partilere üye olmak için başvurdular. SCF’ye üyelik için başvuranların sayısı CHF’den epeyce fazlaydı. Suat Derviş ve Nezihe Muhiddin de SCF’ye baş vurmuşlardı. Sabiha Zekeriya (Sertel) ise bağımsız olarak adaylığını koymuştu. CHF mebusu Hayrettin Bey , SCF’ye oy verenleri şöyle tanımlıyordu:
“İşçi kadınlar, müritler, mürideler, esnaf çırakları, amele.”
İzmir liman işçileri 6 Eylül 1930’da SCF’ye destek için greve gitmişti.
CHF Parti Müfettişi Hilmi Uran ise SCF etrafında kabul edilemeyecek bir koalisyon oluştuğunu belirtiyor ve CHF’ye karşı oluşan ittifak içinde şunları da sayıyordu:
“Ağrı hesabını soracağız diyen Kürtler, milliyetleri kabaran Araplar”, esnaf, “hatta komünizm fikri besleyenler.”
H. Uran CHF’ye muhalif olanları; serseri, kumarbaz, esrarkeş, kaçakçı, ahlaksız diyerek aşağılıyordu.
CHF yetkililerinin açıklamalarında da görüldüğü gibi, muhalefet irticacılardan, hilafetçilerden, saltanatçılardan, devrim düşmanlarından oluşmuyordu.
CHF seçimlerde ağır bir yenilgi aldı ama resmi rakamlar CHF’nin yerel seçimleri açık ara kazandığını gösteriyordu. Seçime katılım oranı resmi rakama göre yüzde 16 idi. Bu olağanüstü düşük rakam, muhaliflere oy kullandırılmamasından ve muhalif oyların sayılmamasından ileri geliyordu. Yani seçime katılımdaki düşüklük bir bakıma muhalif oyların yüksekliğinin kanıtıydı.
SCF kurucularından olan Ahmet Ağaoğlu seçim sonucunu şöyle değerlendiriyordu:
“CHF mücadeleden yüzde doksan kazanarak muzaffer çıktı. Şimdi müfettişler, valiler, kaymakamlar, polis ve jandarma haklı olarak iftihar edebilirler.”
M. Kemal bir daha seçim yapmaya cesaret edemedi. 1931 ve 1935 yıllarında yapılan, sadece milletvekili adaylarının değil, oy kullanacak ikinci seçmenlerin de M. Kemal tarafından belirlendiği ve sadece iktidar partisinin katıldığı uygulamalara seçim değil, milletvekili atamaları demek daha doğru olur.
CHF’ye, tek adam yönetimine karşı oluşan muhalif cephe, kendini siyasi olarak ilk kez böyle ortaya koydu.
1950 Seçimi Sağcı Kitlenin Siyasi Olarak Biçimlenmesi
Toplumsal muhalefet 1946 yılında siyasi yasakların ve örgütlenme yasaklarının kısmen kalkmasıyla birlikte tekrar açığa çıktı. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler tekrar kuruldu. Demokrat Parti’nin yanı sıra sosyalist, milliyetçi, İslamcı partiler de vardı. Sosyalist partiler kapatıldı. Komünistler ve sol aydınlar ağır bir baskı altına alındı. 3. kez kurulan çok partili parlamenter sistem sola, Kürtlere ve gayrı Müslimlere sımsıkı kapalıydı.(2) İslamcı ve milliyetçi küçük partiler de ya kendiliğinden kapandılar ya da devlet tarafından kapatıldılar. Muhalif güçler, program olarak CHP’den pek farkı olmayan DP etrafında toplanmaya zorlandı. Süratle sendikalar kuran işçi sınıfı da devlet sendikası Türk-İş’e doğru sürülüyordu.
Burada önemli bir noktayı daha belirtelim: Muhafazakar akım denilince akla ilk gelen İslami anlayış bu yıllarda en zayıf siyasi akımdı; belki komünistler kadar bile siyasi etkisi yoktu. İslami anlayış milliyetçiliğin alt bileşenlerinden biri durumundaydı, milliyetçiliğin gölgesindeydi. İslami anlayış 1970’li yıllara kadar da milliyetçiliğin gölgesinde kalacaktır. İslami anlayış 1972 yılında MSP’nin (1970’te kurulan MNP’ kapatılmıştı) kurulması ve aynı dönemde MTTB’nin İslamcı gençlerin eline geçmesiyle birlikte milliyetçi hareketten bağımsızlaşıp ayrı bir siyasi akım haline gelebildi.
Demokrat Parti (DP)1950 seçimlerinde yüzde 55 oy aldı. DP bu oy oranını 1954 seçimlerinde yüzde 58’e çıkardı. Bu oylar sadece milliyetçi ve muhafazakar kitleye, resmi ideolojinin iddia ettiği gibi toprak ağalarına ve onların, yönlendirdiği köylüye ait değildi. 1930 yerel seçimlerine benzer biçimde, CHP ve tek adam yönetimine karşı muhalif unsurların önemli bir bölümü bu sefer de DP etrafında toplanmıştı.
İşçi sınıfı ve sendikalar, özellikle Marmara ve Ege bölgesinin şehirlerindeki kitleler, Kürt hareketinin temsilcileri, basının önemli bir kısmı, aydınlar, solcu aydınların bir kesimi, bürokrasi hatta ordudaki genç subaylar DP’yi desteklediler. Osmanlı’dan cumhuriyete uzanan feminist hareketin simge isimlerinden Halide Edip, DP’den milletvekili adayı oldu ve seçildi. Ordudaki genç subaylar, seçimlerde 1946’da olduğu gibi tekrar yolsuzluk yapılırsa, İnönü’yü darbeyle devirmek için örgütlenmeye başlamışlardı.
Muhalif kesimde; “İnönü ve CHP’den kurtulalım da ne olursa olsun” havası egemendi. Metin Toker’in deyimiyle hiç kimse dönüp CHP’ye bakmıyordu.(3)
1950’de DP’ye oy veren kitlenin önemli bir bölümü daha sonraki süreçte, başta Adalet Partisi (AP) olmak üzere, sağ partilerin kitle tabanını oluşturdu. (4) Bu kitleyi, sağ partilerin her tür etkisine ve kullanımına açık hale getiren etkenleri şöyle sıralayabiliriz:
Sol, sosyalist güçlere, Kürtlere, gayrı Müslimlere konulan yasaklar: Bu sayede emekçi, işçi, köylü kitleler, kadınlar, gençler tümüyle sağ ve resmi propagandanın etkisi altına bırakıldılar.
Devletin Resmi İdeolojisi: Sağ partiler esas olarak devletin resmi ideolojisini savunurlar. Bazıları, özellikle dini istismar eden partiler Atatürkçülük dayatmasına, özünden koparılmış laikliğe itiraz ederler ama resmi ideolojinin Kürt, Rum, Ermeni ve sosyalizm düşmanı tezlerini savunurlar. Devletçidirler, militarist anlayışa sahiptirler. Resmi tarihe bu bakımlardan sahip çıkarlar. Dolayısıyla sağ partilerin kitlesi bir bakıma okullarda, kışlalarda verilen eğitimle, egemen yazılı ve görsel basının propaganda ve yönlendirmesiyle oluşturuldu.
CHP’nin Atatürkçülük dayatması: CHP Atatürk’ü eleştirilemez, tartışılamaz bir kült haline getirerek, tek parti ve tek adam dönemini bir tür asr-ı saadet gibi sahiplenerek, Atatürkçülüğü dayatarak (Atatürkçülük askeri cuntalar tarafından da dayatıldı), CHP karşısındaki kitleyi kemikleştirdi.
CHP ve Atatürk karşıtlığı, tek parti döneminde yapılanlara karşı tepkiler, sağ, muhafazakar kitlenin başat bir özelliği haline geldi. Sol karşıtlığı CHP karşıtlığıyla, ya da CHP karşıtlığı sol karşıtlığı ile çoğu zaman özdeşleştirildi. Bu durumun ortaya çıkmasında sadece sağ partilerin, İslami hareketin sözcülerinin demagojileri değil, solun Atatürkçülüğü, Kemalizmden kopamaması da önemli rol oynadı.
Dış Etkenler: Emperyalizm İkinci Dünya Savaşından sonra komünizme ve ulusal kurtuluş hareketlerine karşı dini gericiliği kullanmada yeni politikalar geliştirdi ve Türkiye’de bundan payını aldı. Bundan da önemlisi 1946’dan sonra emperyalist sistem tüm dünyada anti-komünist bir hava estirdi. Bu havadan en çok etkilenen ülkelerden biri de Türkiye oldu. 1950-60 arası DP dönemi, solun sesinin duyulmadığı, Amerikan hayranlığının, komünizm düşmanlığının moda olduğu bir hava içinde geçti ve bu hava, DP destekçisi kitlelerin ideolojik, siyasi biçimlenmesinde önemli rol oynadı.
Anti komünist hava 1959 Küba Devrimi, 1960’larda yükselen anti-emperyalist kurtuluş hareketleri, Vietnam devrimi ile kırıldı. Bu kırılma Türkiye’de de yaşandı ve Türkiye’de sosyalist hareketin kitleselleşmesi, TKP geleneğinden kopuş ile birlikte yeni bir döneme girildi. DP iktidarı ile birlikte oluşan, sağcı partilerin etkisine ve kullanımına açık milliyetçi muhafazakar kitle ise varlığını sürdürmeye devam etti.
1950 yılında DP etrafında oluşan muhalefet güçlerinin önemli bir bölümünün sağ partilerin kitlesi haline dönüşmesine neden olan etkenler ve süreç böyle özetlenebilir.
Milliyetçi Muhafazakar Kitlenin Oluşumunda Sosyalist Hareketin Rolü
Milliyetçi, muhafazakar kitlenin homojen bir bütün olmadığını her sınıf ve kesimden unsurları içinde barındırdığını belirtmiştik. Dolayısıyla bu kitle parçalanabilir ve büyük bir bölümü devrimci harekete kazanılabilir. Bunun yapılabilmesi için Türkiye solu geçmişte TKP’nin yaptığı ve birçoğu hala sürdürülen tarihi hatalardan arınmak zorundadır.
1930 yerel seçimlerinde kendini siyasi alanda da dışa vuran toplumsal muhalefetin işçi sınıfından, feminist hareketten, gayrı Müslimlerden, Kürtlerden, esnaftan ve İslami kesimden oluştuğunu belirtmiştik. TKP bu muhalif kesimler içinde işçi sınıfı hariç hiçbir kesimin demokratik istemlerine sahip çıkmadığı gibi, bu istemler karşısında kraldan çok kralcı biçimde iktidarın yanında yer aldı.
TKP’nin Kürt hareketine karşı tavrı bilindiği için burada tekrar etmiyoruz. TKP’nin gayrı Müslimlere karşı tavrı da farklı değildi. TKP Ermeni soy kırımında suçu Ermeni burjuvazisine ve emperyalistlere yüklüyordu. Milli Mücadele döneminde gayrı Müslimlere yapılanları görmüyordu. Milli sermayeden yana yani gayrı Müslimlerin mülksüzleştirilmelerinden yana bir tavır takınmıştı. TKP gayrı Müslimlerin zorla asimilasyonuna sesini çıkarmadı. TKP böylece demokratik mücadelenin, sayıları milyonları bulan çok önemli iki müttefikini, Kürtleri ve gayrı Müslimleri karşısına almıştı. Bu büyük yanlış solun önemli bir kesimi tarafından hala sürdürülmektedir.
TKP Türkiye’deki feminist harekete de karşıydı. Örneğin Ş. Hüsnü’ye göre feminist hareket burjuvazi tarafından ortaya çıkarılmıştı ve amaç güçleri bölmekti.(5)
1924 yılında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası Kuruldu. Bu parti egemen kesimler arasındaki çelişkilerin bir ürünüydü. TKP bu durum karşısında kendi bağımsız tavrını takınması, her iki partinin ezilen sınıflara, ezilen uluslara, ezilen dinlere karşı tutumlarını ortaya koyması gerekirken iktidarla aynı safta yer aldı. İktidarın TpCF’na yönelik suçlamalarına sol literatürden eklemeler yaptı. TKP düzen içi siyasi muhalefetin, M. Kemal’in tek adam olma, yasama, yürütme, yargıyı kendi şahsında birleştirme eğilimlerine karşı mücadelesini görmezden geldi ve M. Kemal’in bu tek adam eğilimlerini destekledi.
TKP’nin 1930 yerel seçimlerinde iktidara, tek parti ve tek adam rejimine karşı oluşan muhalefete karşı resmi tavrını bilmiyorum.
TKP CHP’nin laiklik anlayışını da ciddi biçimde eleştirmedi. TKP bu laiklik anlayışının ve bu anlayış doğrultusunda Sünni kesime de dayatılanların, bu kesim içinde yarattığı tepkileri görmezden geldi. Hatta bu tepkileri iktidarla birlikte toptan irtica olarak nitelendirdi ve laiklik adı altında devlet dini dayatmasını destekledi. Böylece Sünni kesimin devlet dinciliğine karşı haklı tepkileri, din adamlarının tekeline bırakıldı. Daha sonraki yıllarda, dinci partiler cumhuriyet dönemindeki bu uygulamaları abartarak, en önemli istismar araçlarından biri haline getirdiler.
Laiklik din ile devletin ayrılmasının yanı sıra din özgürlüğü demektir. Laiklik dini inançların örgütlenebilme (dini çerçevede), dini eğitim verebilme, kendi din adamını yetiştirme, ibadethane yapabilme özgürlüğü demektir. Devletin ne maddi ne de manevi olarak bu işlere karışmaması demektir. CHP laikliğinde bu dini özgürlükler gayrı Müslimler hariç (o da biçimseldi) hiçbir inanç için, Sünniler için de yoktu. Devlet kendi dışında hiç kimsenin dini eğitim vermesine, din adamı yetiştirmesine, ibadethane açmasına vs. izin vermiyordu. Fakat devlet bu görevleri yerine getirmede son derece yetersizdi. Örneğin dini eğitim konusunda,1924 yılında medreseler kapatıldıktan sonra imam hatip okulları açılmış sonra kapatılmış, okullara zorunlu din dersi konulmuş, sonra Kuran kursları açılmış daha sonra onlar da kapatılmıştı. 1930’lu yıllarda devletin din eğitim veren, din adamı yetiştiren kurumu yoktu. Diyanet İşleri Başkanlığı yetersizdi. DİB yeterli olmak ve devlet bu işlerle uğraşmak zorunda değildi.
M. Kemal Arap alfabesini ve Arapça öğretilmesini bile yasakladı. Bu yasak İslami kesim tarafından Kur’an okunmasının, dinin yasaklanması biçiminde anlaşıldı ve propaganda edildi.
CHP, Sünni mütedeyyin kitlenin İslam’ı kavrayış ve yaşayış biçimine, giyimine kuşamına saygı gösterecek, bunları olduğu gibi kabul edecek yerde, resmi İslam’ı ve seküler yaşam biçimini dayattı. Buna uymayanlar hakir görüldü.
Devlet bu kadarla da kalmadı. Atatürk’ün aydınları, ülkemizin ve İslam ülkelerinin geri kalmasının nedeninin din olduğunu iddia ediyorlar, yani İslam’ı aşağılıyorlardı.
1930’lu yıllarda dini cemaatlerin (Süleymancılar, Nurcular, İskenderpaşa, Erenköy Cemaati gibi) oluşmaya başlamasının en önemli nedeni, din özgürlüğünün olmaması, dinin devlet tekeline alınması, dini ihtiyaçlara cevap verilememesiydi.
TKP Sünni kitlenin dini tepkilerini anlamaya çalışmadı, haklı yanlarını görmedi, dini görünümlü tepkileri de, Kürt ayaklanmalarında yaptığı gibi iktidarın ağzıyla eleştirdi ve düşman bildi. Şapka devrimine(!) karşı çıktıkları için insanların asılmasına bile ses çıkarmadı.
İnsanlar inançlarını, dini kavrayış biçimlerini, kılık kıyafetlerini, geleneksel yaşam tarzlarını değiştirmeden de, devrimci, ilerici mücadele içinde yer alabilirlerdi. Doğal ve doğru olanı da buydu. Bunun geçmişte ve günümüzde çok örneği vardır.
Toplumsal muhalefeti bir araya getirebilecek, ortak hedeflere yöneltebilecek güç milliyetçilikten uzak enternasyonalist, düzen ve iktidar karşıtı komünist bir parti olabilirdi ama TKP muhalefete karşı iktidarın, M. Kemal’in başarısı için canla başla çalışıyordu.
CHP destekçiliğinden ve iktidardan bir türlü kopamayan TKP aynı tavrını DP’ye karşı tavrında da sürdürdü. Türkiye’nin neredeyse tüm muhalif kesimleri DP’yi desteklerken, Ş. Hüsnü ve TKP, 1950 yılında DP’nin iktidara gelmesini karşı devrim olarak gördü ve CHP’yi sahiplendi. (6) Her iki düzen partisi karşısında kendi bağımsız tavrını koyamadı. Bu tavır toplumsal muhalefetin CHP ile birlikte karşıya alınması anlamına da geliyordu. Ş. Hüsnü’nün gözünde CHP hala devrimci bir partiydi. Halbuki CHP, geçmişte komünistlere, halka, Kürtlere, gayrı Müslimlere yaptığı suçlara, 1940’larda yenilerini eklemişti. Örneğin SSCB ile dostluk anlaşması bozulmuştu. 1942 yılında Varlık Vergisi çıkarılmıştı. 1944 yılında İlerici Gençlik Birliği operasyonu ile TKP’liler hapse atılmıştı. Sertellerin matbaası gençlere talan ettirilmiş ve Serteller yurt dışına çıkmak zorunda bırakılmıştı. Sosyalistlerin kurduğu sendikalar ve partiler kapatılmıştı. Solcu aydınlar üzerinde büyük baskı kurulmuştu, Aziz Nesin’ler, Rıfat Ilgaz’lara dergi bile çıkarttırılmıyordu. Nazım Hikmet yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştı. Sabahattin Ali yurt dışına kaçmak isterken öldürülmüştü. Özetle CHP iktidarı sol hareket, işçi sınıfı hareketi, gayrı Müslimler, aydınlar üzerinde tam bir terör estiriyordu. CHP savaş sonrasında emperyalizmin askeri, ekonomik, dini politikalarına çok hızlı uyum sağlamıştı. Bütün bunları yapan partinin iktidardan düşmesi, onun yerine esas itibarıyla aynı programa sahip bir başka düzen partisinin gelmesi, nasıl oluyorsa karşı devrim oluyordu.
TKP elbette sadece olumsuzluklardan ibaret bir parti değildi. TKP Türkiye solunun geçmişiydi ve sonraki bütün devrimci oluşumlar ondan beslendiler. Fakat konumuz genel bir TKP değerlendirmesi yapmak değil.
Özetle TKP toplumsal muhalefeti oluşturan farklı unsurların önemli bölümünün milliyetçi, muhafazakar sağ partilerin etkisine açık hale gelmesinde olumsuz rol oynadı. Tüm muhalif kesimlerin istemlerine, haklı tepkilerine sahip çıkmaya, onların sözcüsü olmaya çalışmadı. TKP kurulduğu andan itibaren toplumsal muhalefete karşı çoğu zaman iktidar partisi ile aynı safta yer alan bir tavır izledi.
Günümüze gelirsek. 1970’li yıllardaki devrimci kopuşlardan, ödenen onca bedelden sonra döndük dolaştık, CHP’nin belediye başkan adaylarını, CHP’nin genel başkanını destekler bir noktaya geldik. Üzerinde düşünsek iyi olur.
(1)- 1930 yerel seçimleri ile ilgili olarak yaptığımız alıntılar ve bu seçimle ilgili daha geniş bilgi için “Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi 1908-1935” isimli çalışmamıza bakılabilir.
(2)- 2015 seçimlerinde HDP parlamenter sistemin bu temel özelliğine son verdi. Hem seçim barajını geçti hem de Kürt, komünist, Ezidi, Ermeni milletvekillerini, kendi ulusal, dini kimlikleriyle meclise soktu. 1914 seçiminden 100 yıl sonra ilk defa Ermenileri temsilen bir milletvekili (Garo Paylan) Meclise giriyordu. HDP’nin bu başarısı Türkiye’de sağa açık parlamenter sistemin sonu oldu. Bütün düzen partileri ve egemen sınıflar el ele vererek Başkanlık Sistemi’ni kurdular.
1960’lı yıllarda yükselen sosyalist harekete karşı dincileri kullanan düzen, HDP’nin karşısına da dincileri (AKP) çıkardı.
(3)- Akt. Feroz Ahmad, Demokrasi Sürecinde Türkiye (1945-1980), çeviren: Ahmet Fethi, Hil Yayınları 1994, s. 44
(4)- DP’nin mirasçısı AP 1965 seçimlerinde % 52.9 (CHP %28.7), 1969 seçimlerinde % 46.6, (CHP % 27.4), 1973 seçiminde % 29.32 (CHP 33.3), 1977 seçiminde % 36.9 (CHP 41.4) oy aldı. AP, MSP, MHP ve diğer sağ partilerin toplam oyları yüzde 60’lardan aşağı değildi.
(5)-TKP’nin feminist harekete bakışı için “Türkiye’de Kadınların Seçim Hakkı Mücadelesi 1908-1935” isimli çalışmamıza bakılabilir.
(6)-Mihri Belli, Devrimci Hareketimizin Eleştirisi (1961-1971), Emekçi yayınları 1977, s.
145-147