Tekel Eylemi Üzerine

kapak-kitap

Sermaye, son otuz yıldır, yaşadığı ölüm korkusunun vahşetiyle, işçi sınıfına, emekçilere karşı örgütlü ve sistemli bir terörü sürdürdü, sürdürüyor. Önce işçi sınıfı, örgütsel olarak silahsızlandırıldı, politik örgütleri dağıtıldı, sendikaları kapatıldı. İşçiler işten atıldı, hapishanelere dolduruldu, işkencelerden geçirildi. Devlet sendikacılığı üzerinden, işçiler de netim altına alındı. Fiziki saldırıyı ideolojik saldırı izledi. Pasifizm, itaatkârlık, kadercilik, boyun eğme, bireycilik, tarikatçılık, sendikalar yoluyla işçi sınıfına taşındı. İşçi sınıfının sınıf dayanışması, sınıf refleksi parçalanırken, patronlar emeği, istedikleri koşullarda, “özgürce” sömürme olanaklarını elde ettiler. Ücretler düşürüldü, çalışma koşulları ağırlaştırıldı, iş süreleri  çeşitli  yöntemlerle  uzatıldı.  İşçi  sınıfı çepeçevre kuşatıldı. Bu koşullarda en küçük hak arama eylemi, devletin ve patronların yasa tanımazlığında ezildi. İşsizlik ve işten atılma tehdidi, bir yandan düşen kâr oranlarını artırmanın kaldıracı olarak kullanılırken, öte yandan işçileri birbirine  düşürmenin,  boyun eğdirmenin ve sınıf içindeki bilinç ve örgütlülük unsurlarını temizlemenin, etkin bir silahı olarak kullanıldı.

Kamu sektöründe saldırı, özelleştirme adı altında yürü tüldü. Devlet, hükümetler, hangi kamu kurumunu özelleştirme kapsamına aldıysa, önce o kurumdaki üretimi baltaladılar. Kamu kurumları pervasızca yağmalanırken, sorumluluk “yan gelip yatan” işçilere yüklenerek, işten atılmalarının gerekçesi yapıldı. Kamu sektörü birbiri ardına yerli ve yabancı tekellere peşkeş çekildi. Bu kurumların devlet bütçesinde yarat tığı açık, genel ve özel vergilerle, yine işçi ve emekçilere ödetildi. Sermaye, kârlarına kâr katarken, işçi ve emekçiler her gün biraz daha boyun eğerek yoksullaştı. İşçiler boyun eğdikçe, sınıf çıkarlarını savunmada, sınıf olarak davranmada, acze düştükçe, hükümetlerin “vicdanına” sığındıkça, mücadeleden uzaklaşarak birbirinin rakibi haline getirildi. Rekabet içinde atomize edilerek, mücadeleden uzaklaştırıldıkça, sermayenin saldırıları daha da pervasızlaştı.

Kriz, işçi sınıfı üzerindeki baskıyı daha da büyüttü. Parçalanmışlık, güvensizlik, ne yapacağını bilememenin verdiği çaresizlikle sınıf bir adım daha geri çekildi. Güvensizliğin, korkunun, çaresizliğin bilince ket vurduğu bu ortamda, tekel işçisi çaresizliğin “isyanı” oldu. Haklarını savunmak için son bir hamle ile ülkenin dört bir yanından Ankara’ya aktılar. Burjuvazinin iç çatışmasının damgasını taşıyan Ankara’nın o kasvetli havasını dağıttılar. Kendileri ile birlikte işçi sınıfını, ülkenin günde mine soktular.

Onlar haklarını arıyorlardı. Eylemlerinin itici gücü bilinç ve örgütlülükleri değil, karşı karşıya kaldıkları işsizlik ve yoksulluktu. Bu duygularla yola çıktılar. Kavga değil, kendi oylarıyla iktidara taşıdıkları, muhalefet görevi verdikleri partilerden, devletten “anlayış” bekliyorlardı. Kendilerine verilmiş sözleri hatırlatmak ve “ekmeklerini” geri almak için oradaydılar.

Ancak “beklenilen” olmadı. “Anlayış” yerine saldırıyla, terörle karşılık buldular. “Hükümetin vicdanına seslenme” girişimi bir anda öfkeye, öfke mücadeleye dönüştü. Ölmek var, dönmek yok” sloganı, başkent sokaklarından tüm ülkeye yayıldı ve mücadeleye destek olarak geri döndü.

Tekel eylemi, işçilerin birliği ve kararlılığına dayanarak yol aldı. Bu kararlılık işçi sınıfını, emekçileri eyleme taşıdı. Eylemi radikalleştirerek, yayarak büyüten bu kararlılık, aynı zamanda eylemin bir zaafına işaret ediyordu. Direniş, onu başlatan işçilerin bilinç ve örgütsel geriliğinden bağımsız olarak büyümüş, tek başına kararlılığın yetmeyeceği bir evreye girmişti. Burjuvazi terörle önleyemediği bu eylemin tüm işçi sınıfına, emekçilere yayılmasını, mücadele azmi aşı lamasını engellemek için her çareye başvurdu.

Eylem onu desteklemek zorunda kalan sendikaların da devreye sokulmasıyla, yeni sözler ve vaatlerle parçalandı.

Bütün kararlılığı ve zaaflarıyla eylem, sınıf mücadele sinde yeni bir dönemin başlangıcının da ilk işaretidir.

Her şeyden önce eylem, sınıf mücadelesini örten sis perdesini aralamıştır. Burjuvazinin sınıf mücadelesini, etnik ve dinsel ayrışmayla örtme, işçi sınıfını, emekçileri bu ayrışmanın birer unsuru haline getirme girişimlerine karşı, yeni bir sınıfsal ayrışma zemini yaratmıştır. Dinsel olanın sınıfsal olanı etkisizleştiremeyeceği,  halkların  kardeşliğinin, sınıf mücadelesi içinde anlam kazanacağı, tekel işçilerinin eylemiyle, bir kez daha kanıt lanmıştır.

Eylem, sınıf mücadelesinde, özellikle kriz koşullarında, ekonomik mücadele ile siyasi mücadele arasındaki çizginin son derece geçirgen olduğunu, bu koşullarda mücadelenin hızla si yasal bir içerik kazandığını gösterdi. İşçi sınıfı bu mücadele içinde adım adım siyasallaşarak, si yasi mücadelenin, bilinç ve örgütlülüğün zorunluluğunu kendi eylemiyle kavradı. Eylemin somut bir olgu haline getirdiği siyasallaşma, bu yeni dönemin genel bir eğilimidir.

Eylem sendikal mücadeleyi ve bu mücadelede sendikaların bugünkü konumunu yakıcı bir sorun olarak sınıf mücadelesi gündemine oturttu. Burjuva partilerin birer eklentisi, büyük çoğunlukla devletin sınıf mücadelesini denetim altına alma araçları haline getirilen sendikalar, eylemin başarıya ulaşması için, deyim yerin deyse kılını bile kıpırdatmadı. İşten atılma, güvencesiz çalıştırma işçi sınıfının tümü için bir tehdit iken, eylemi işçi sınıfının tümünü kapsa yan ortak bir siyasal eylem haline getirecek, fabrikalara taşıyacak, fabrikaları eylem alanına taşıyacak yerde, boş sözlerle işçi sınıfını oyalayarak eylemin başarısızlığında kilit bir rol üstlendiler. Tekel eylemi bir kez daha kanıtladı ki, işçi sınıfı sendikaları burjuva etki den arındırmadan kendi sınıf çıkarları için kullanamaz, mücadele etmeden sendikaları kendi örgütleri olarak yeniden örgütleyemez.

On yıllardır burjuva partilerin peşinden koşarak, bir uçtan öteki uca savrulan işçi ve emekçiler, bir kez daha omuz omuza vererek, mücadele alanında, geleceğe giden yolu aydınlattı. İşçiler mücadelenin birleştirici gücünü, mücadele içinde keşfetti. Saflarındaki rekabete ve bölünmüşlüğe son vererek, sınıf olarak dav ranma bilincine mücadele içinde ulaşılacağını gösterdi. Tekel işçisi, farklı koşullar altında da olsa, Kavel işçilerinin 1963’deki, BEKO işçile rinin 1974’deki misyonunu üstlendi. Bütün geriliği ve zaaflarına rağmen, sınıf mücadelesinin önünü açtı. Mücadele azmini işçi sınıfının kitle sine taşıdı. Devletin elinden çekip almaya çalış tığı sendikaları, yeniden sınıf mücadelesinin aracı haline getirmenin yolunu gösterdi.

Tekel eylemiyle birlikte sınıfsal ayrışma top lumsal gündeme oturmuştur. Eylemin yerinden oynattığı taşlar, önümüzdeki dönemde, yeniden yerli yerine oturacaktır. Mevcut sınıfsal konum lanmada köklü bir değişimin başlaması anla mına gelen bu durumun, “sosyalist” hareketleri etkilememesi düşünülemez. Sosyalist çevrelerde sınıf temelli yeni bir ayrışma kaçınılmazdır. İşçi sınıfı eylemiyle, burjuvazinin “sosyalist” hare ketlere taşıdığı sınıfa karşı güvensizliği kırmış tır. Şimdi işçi sınıfına güven verme görevi ve sorumluluğu komünistlerdedir. Bunu gerçekleş tirmenin yolu, sınıf mücadelesi üzerine, sonu gelmez, soyut tartışmaları birtarafa bırakarak, yüzünü işçi sınıfına çevirerek, mücadele alanına girmektir.

Bu bir başlangıçtır ve her başlangıç gibi, kararsızlığı, yalpalamayı, geri düşmeyi, bilinçsizliği ve örgütsüzlüğü kendi içinde taşıyor. Bu baş langıcı ileriye taşıyacak, daha büyük eylemlerin ve zaferin kaldıracı yapacak olan, bilinç ve örgütlülüktür.

Tekel işçileri, somut durumlarını, bilinç ve örgütlülükle rini, kararlılıklarını kat be kat aşan bir yolu açmışlardır. 12 Eylülden bu yana her topar lanma girişimi ezilmiş, örgütlenme ve  hak arama mücadeleleri terörle bastırılmış, rekabet içinde atomize edilerek sindirilmiş, işsizlik tehdidiyle susturulmuş işçi sınıfının, ne kadar kararlılıkla yürütülmüş olursa olsun, bir veya birkaç eylemle kendini toparlaması, siyasallaşarak burjuvazinin karşısına bir sınıf olarak dikilmesi, kolay olmayacaktır. İşçi sınıfı bu niteliğe, birbirini izleyerek çoğaltan, çetin mücadelelerden geçerek ulaşacaktır.

Sonuç ne olursa olsun, bu eylem boşa gitmeyecektir. İşçi sınıfı eylemiyle açtığı bu yoldan, kendini de aşarak, bilinç ve örgütlülükle donanarak yürüyüşünü sürdürecektir. Ektiği mücadele ve özgürlük tohumlarını yeşerterek büyütecek, günü geldiğinde meyvelerini de toplayacaktır.