Tarihte ilk sınıflı toplum olan kalecilik, yağma savaşları ve bu savaşlarda esir alınanların köleleştirilmesi ile kuruldu. Halkların yağmalanan zenginlikleri ve köle emeği üzerinde krallıklar, imparatorluklar inşa edildi. Bu süreç sömürge savaşları, işgaller ve ilhaklarla, halkların boyunduruk altına alınması ile devam etti.
İnsanın insanı sömürmesinin en son ve en vahşi biçimi olan kapitalizmin temelleri, bu yağma ve sömürge savaşlarında el konulan zenginliklerin sermayeleşmesi ve köle emeğinin ücretli köle emeğine dönüşmesiyle atıldı.
Kapitalizmin tarihi vahşi bir sömürünün olduğu kadar, ilhak, işgal ve sömürge savaşlarının da tarihidir. Çünkü kapitalist sömürü, rekabet ve savaş olmaksızın varlığını sürdüremez. Bu tarihte halklar, sermayenin ulusal çıkarları için birbirine kırdırıldı. Birçok halk zenginliklerine el konulup sömürgeleştirilirken, kadim birçok halk da pogromlar, soykırımlarla dünya tarihinden silindi. Milyonlarca işçi ve emekçi öldürüldü, milyonlarcası sakat kaldı, milyonlarcası savaşın yol açtığı yoksulluk, salgın hastalık ve sefalet içinde telef oldu.
Kapitalizmin dünyaya yayıldığı 19. yüzyıl, sömürgeci devletlerin – İngiltere, Fransa, Almanya, ABD, Rusya vb.- dayattıkları savaşlar ve soykırımlarla geçti. Kapitalist devletler arasında güç dengelerindeki her değişim yeni bir paylaşım savaşının da başlangıcı oldu.
20. yy. kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesiyle, onun ayrılmaz bir özelliği olan savaşlar da yerel, bölgesel, kıtasal savaşlar olmaktan çıkarak, 1914’te başlayan paylaşım savaşı ile bir dünya savaşına dönüştü. Ekim Devrimi, dünyanın pazar ve egemenlik alanı olarak yeniden paylaşıldığı bu dönemde, kazandığı zaferle ve işçi sınıfına, dünya halklarına savaşsız, sömürüsüz bir dünyanın kapılarını açtı. Ancak, Ekim Devrimi, kapitalizm ve onun ayrılmaz bir özelliği olan savaşları yeryüzünden silmeye yetmedi. Kapitalist savaş makinesi, Ekim Devrimi’nin zaferinden sonra da yeryüzünü kana, acıya ve sefalete bulamaya devam etti.
Bütün bu savaş tarihi boyunca savaş ve barış sorunu sınıf siyasetinin önemli konuları arasında yer aldı. Her sınıf, sorunu kendi sınıfsal çıkarları açısından ele aldı.
Komünistlerin savaş ve barış sorununa yaklaşımının ana noktalarını şöyle özetleyebiliriz; Birincisi; komünistler, her savaşa toptancı bir yaklaşımla karşı çıkmazlar. Savaşların hangi tarihsel koşullarda gerçekleştiğini ve hangi sınıfların çıkarlarını yansıttığını, yani savaşların niteliğine bakarak haklı ve haksız savaşları birbirinden ayırırlar. Kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, işçi sınıfının burjuvaziye karşı yürüttüğü sınıf savaşlarını, tarihsel ilerlemenin motor gücü olarak görürler. Tarih boyunca halkları acı ve sefalete mahkum eden yağma, yıkım, fetih ve sömürge savaşlarını, haksız savaşlar olarak mahkûm ederek, bu haksız savaşlara karşı halkların yürüttüğü savaşları haklı ve meşru savaşlar olarak görürler.
İkincisi; komünistler, savaş karşıtlıklarını salt savaşın yol açtığı acılar, sefalet, yıkım ve ölümler üzerine kurmazlar, savaşın yol açtığı bütün bu acıların ancak savaşa yol açan nedenlerin ortadan kalkması ile ortadan kalkacağından, savaşların ortadan kalkması ve gerçek barışı elde etmenin ancak sınıf savaşımı yoluyla geleceğinden hareket ederler.
Savaş konusunda hümanist, liberal, oportünist söylem ve eylemle, devrimci söylem ve eylem arasındaki asıl fark buradadır. Hümanistler, liberaller, oportünistler, savaşın yol açtığı sonuçlardan hareket ederek, pasifist bir savaş karşıtlığı ve barış çağrısıyla yetinirken, komünistler mücadelelerini, savaşın yol açtığı felaketlerin ana kaynağına, sömürü ve savaş düzeni olan kapitalizme yöneltirler.
“Savaş politikanın başka araçlarla devamıdır.” Clause Witz’e ait olan bu tespit, savaşın niteliğini kavramada teorik bir temel oluşturur. Bu temel atlanarak, salt sonuçlar üzerinde kurulu savaş karşıtlığı egemen sınıfın eylemine destek olmanın ötesine geçemez. Savaşların yol açtığı dehşet tablosuna dayanan bir savaş karşıtlığı ve barış isteminin çıkış yolu olmadığı bizzat savaş tarihi tarafından doğrulanmıştır. 20. yüzyılda yaşanan iki dünya savaşının yarattığı ağır yıkımlara rağmen bugün dünyanın yeni bir savaşın eşiğinde olması, savaşların kapitalist sınıfın iradesinden bağımsız olarak, kapitalizmin işleyişinde verili olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Savaşın yol açtığı yıkımın büyüklüğü üzerinden burjuvazinin savaştan vazgeçebileceğini düşünmek, savaşı aklını yitirmiş, maceracı burjuva politikalarının karar verdiği bir politika olarak görmeye dayanır ki, bu en hafif deyimiyle savaşın iradi bir karar değil, sermaye hareketinin bir sonucu olduğunu atlamak anlamına gelir. Savaş tıpkı sömürü gibi, kapitalizmin ayrılmaz bir özelliğidir. Nasıl ki kapitalizm işçi sınıfını söndürmeden var olamazsa, savaşa baş vurmadan, dünyayı pazar ve toprak bakımından yeniden paylaşmadan da var olamaz. Kapitalizm koşullarında savaş, mutlak barış ise ancak, iki savaş arasında verilmiş bir moladan ibarettir. 20. yüzyılın ilk kırk beş yılına kapitalizmin krizleri, savaş hazırlığı ve savaşlar damgasını vurdu. Birbirini izleyen savaşlar, dünya halklarına bir önceki savaşlardan daha büyük ölüm ve trajedi yaşattı. 1945’ten sonra dünyada sürdürülen işgal ve ilhaklar, kapitalist dünyanın hegemon gücü haline gelen ABD’nin damgasını taşıdı. 1990’da sosyalist sistemin dağılmasından sonra, kapitalist savaş makinesi adeta zincirlerinden boşandı. Değişen güç dengeleri ile birlikte, emperyalist devletler arasında Avrupa’da çöken sosyalist devletlerin paylaşılması ile başlayan savaş, Afrika, Ortadoğu, Asya ve Pasifik’i içine alarak genişledi. Avrupa’da, Yugoslavya ve Arnavutluk paramparça edilerek bölüşülmesini, Afganistan’ın, Irak’ın, Libya’nın, Afrika’nın birçok ülkesinin ve Suriye’nin işgali izledi. Kapitalist savaş makinesi durmak bilmiyor. Güç dengelerindeki değişimle, kapitalizm yeni ve daha yıkıcı bir savaşa doğru yol alıyor. Bugün sürmekte olan ve giderek dünya savaşına evrilmesi kaçınılmaz gözüken savaş, bir emperyalist savaştır. Her emperyalist savaşta olduğu gibi, bu savaşlarda işçi sınıfına, emekçilere, ölüm ve sefalet getiriyor, getirecektir. Tarihsel deneyimlerinde gösterdiği gibi, savaş aynı zamanda yeni devrimci olanaklar demektir.
Komünistler şüphesiz savaşın yol açtığı sefaleti ve yıkımı, işçi ve emekçilere açıklamakla yükümlüdürler. Ancak savaşın bütün yıkımıyla sürdüğü bugünkü koşullarda komünistler, burjuva liberaller ve sosyalist geçinen pasifistler gibi salt bu gerçekleri açıklamakla yetinemezler. Hele hele savaşın bütün şiddetiyle sürdüğü bugünkü koşullarda savaşa karşı “barış” istemini ileri sürmek, sınıf mücadelesinden vazgeçmektir. Bu koşullarda barış çağrısı, ancak burjuva iktidara karşı sosyalist devrim çağrısıyla devrimci bir öz kazanabilir. Bunu ön görmeyen bir barış çağrısı devrimden vazgeçmek, burjuvazinin işçi sınıfını, emekçileri aldatma çabalarına ortak olmaktır.
Bugün komünistlerin önündeki görev, savaşın yarattığı mevcut ekonomik ve politik bunalımdan yararlanarak, burjuva iktidarı yıkma hazırlıklarına hız vermektir. İçerdiği bütün güçlüklere karşı, işçi sınıfının burjuvazi karşısındaki bugünkü güçsüzlüğünü yenmenin ve onu devrimci bir özne olarak yeniden ayağa kaldırmanın tek olanaklı yolu budur. Devrimci öncü olmanın gereği budur.
Kitabı .pdf Formatında İndirmek İçin Tıklayınız >
kitap08