Sosyalizm ve Devrim – Mahir Sönmez

Sınıf mücadeleleri, savaşlar ve devrimlerle geçen olağanüstü bir yüzyılı geride bıraktık. Kapitalizmin emperyalizme dönüşmesi ile birinci emperyalist paylaşım savaşı ve 1917 Ekim Devrimi yüzyılın başında kapitalist toplumun  fiziksel olarak değil ama tarihsel  gelişimi açısından sona erdiği toplumsal gelişiminin tamamlandığı çağdır.  Rusya’da işçi sınıfının önderliğindeki devrim, burjuvazinin 1789 Fransız İhtilali ile açılan burjuva devrimler çağını kapattı. Proleter devrimler çağını açtı.

Kapitalizmin emperyalist kapitalizme dönüşmesi, burjuvazinin feodalizme karşı devrimci özelliklerini, tutucu, gerici  sınıf özelliklerine dönüştürdü. Burjuva devrimler çağı kapandı.  Lenin’in ifade ettiği emperyalizm ve proleter devrimler çağı açıldı.

Rusya’da işçi sınıfı önderliğindeki devrim, yüzyılın ilk yarısında iki büyük emperyalist savaş, ulusal kurtuluş mücadeleleri,  Avrupa ve Asya kıtasındaki devrimler, çağa damgasını vurdu. Emperyalizm koşullarında  henüz burjuva üretim ilişkilerinin egemen olmadığı ülkelerde ortaya çıkan burjuva devrimleri bile, ancak sosyalistlerin bu devrimlere doğrudan katılımları ya da dolaylı etkileri ile gerçekleşen devrimler olarak kendilerini gösterdi. Farklı ülkelerdeki ulusal kurtuluş mücadeleleri, burjuva devrimleri, ya doğrudan ya da dolaylı olarak Ekim Devrimi’nin etkisinde kaldı, bu devrimin etkilerini taşıdı.  Yüzyılın daha ilk yarısı tamamlanmadan, Ekim devrimi ile sarsılan, emperyalist toplum kendisini, 1929 krizinin  ve bunun doğurduğu büyük bunalımın içinde buldu.

Kapitalist yeniden üretim ve dolaşım sürecinin sekteye uğraması demek olan kriz, kısa sürede aşılamadığı  uzun süren bir bunalıma dönüştüğü ölçüde, bu krizin büyüklüğü ve kapsadığı dünya çapındaki alanla ilişkili olarak, burjuva üretimi için tek bir yol kalması demektir. Krizden çıkışın tek  yolu, emperyalist tekel grupları ve bunların siyasal  temsilcileri, emperyalist devletler için daralan pazarı açmanın yolu rakiplerini pazardan atmak, yok etmekten, pazarı yeniden düzenlemekten geçer. Üretici güçlerin bir kısmı yok olur. Yok edilir. Kapitalist üretimin temel yasasıdır bu. Kapitalist üreticiler arasında meta ve para piyasalarında rekabetin keskinleşmesi, sömürü koşullarının bütün dünyada yoğunlaşması, işçi sınıfı üzerindeki baskıların artması anlamını taşır. Farklı emperyalist tekeller arasında kıyasıya öldürücü bir rekabetle  birlikte, koruyucu gümrük yasaları ardı ardına sıralanır. Hammadde kaynakları  ve pazarlar için yeni savaşlar başlar.  Krizin büyüklüğü, bunalımın uzun sürede aşılamaması, savaşın hangi ölçülerde olacağını belirler. Kapitalist krizler savaş ve devrim koşullarını doğurur.

Büyük bunalım olarak adlandırılan 1929 krizi emperyalist devletler arasında 2. Dünya Savaşı’nı doğurdu. Savaş, emperyalist  devletler arasında birbirleri ile savaşı ve tümünün, genç işçi devleti Sovyetler Birliği ile savaşını başlattı.

Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren Rus İşçi Sınıfı ve Komünistleri, proletaryanın devletini emperyalistlerin bu ortak  büyük saldırısından korumak, sosyalizmi kurmak, dünyadaki devrimci mücadelelere destek olmak için Sovyet işçileri  üstün bir çaba ve irade gösterdiler. Emperyalistler arası rekabetten yararlanarak, ustaca taktiklerle, tüm emperyalist kampın Sovyetler Birliğine yönelmesinin önüne geçtiler.

Burada yeri gelmişken şunu da söyleyelim, Sovyet önderlerinin taktikleri, tarihe bakış açılarını suç ve suçlular olarak algılayan, dar kafalı küçük burjuva demokratlarının sosyalist yazarlarının anlayamadığı bir süreçtir bu.

Savaş sona erdiğinde, faşizmi yenilgiye uğratan Sovyetler Birliği, bu genç işçi devleti ağır bir  bedel ödedi.

Sovyet işçileri, komünistleri, halkı, tarihin önünde yürümenin zorlukları ile, içerde savaşın yaralarını sarmak, proletaryanın devletini yeni emperyalist saldırılardan korumak, sosyalizmi kurmak, emperyalist burjuvazinin rekabeti, kışkırtmaları, tehditleri ile başa çıkmak için büyük  bir çaba harcadı.

İkinci dünya savaşı sonrası, Sovyetler Birliği’nin başarısı, emperyalistlerin birbirleriyle olan savaşı burjuva birliğinin dağılmasına ve yıkımına yol açtı. Doğu Avrupa ülkelerinde burjuvazi, savaşın yıkıma uğrattığı kapitalist üretim ve siyasal iktidarlarını Kızıl Ordu’nun yardımı ile  direnişçi komünist birliklere bırakmak zorunda kaldı. Sovyetler Birliği şimdi yalnız değildi. Komünistlerin iktidarı aldığı Doğu Avrupa ülkeleri ile birlikte sosyalist kampı oluşturdu. Ne var ki bu kampı oluşturan ülkelerin işçi sınıfı, burjuvazi ile siyasal mücadelelerinin içinde olgunlaşıp sınıf bilincine ulaşmış değildi.  Kızıl ordunun başarısı, ve bu ülkelerin burjuvazisinin siyasal olarak, savaş boyunca etkilerini kaybetmeleri emperyalist burjuvazinin, burjuva sınıfına yardım edemeyecek durumda olmalarından da  kaynaklı olarak   komünistlere iktidarlarını, egemenliklerini  bırakmak  zorunda kalmıştı. Bu ülkelerde sosyalist ekonominin ve siyasal iktidarların kurulması, Sovyetler Birliğinin işçi sınıfının omuzlarına yüklendi. İtalya’da, Fransa’da, Yunanistan’da dağılan burjuva birliğine rağmen bu ülkelerin komünist partileri, iktidarı işçi sınıfı adına alabilecek bağımsız parti olma iradesini gösteremediler.

2. Dünya Savaşı sonrası, kapitalist emperyalizmin merkezi Avrupa’dan, Batı Amerika’ ya, İngiltere’den ABD’ye kaydı.  Avrupa’nın emperyalist devletleri yıkımla karşılaşmıştı. ABD ise her iki emperyalist savaşta sonradan yer almakla birlikte,  savaşın kendi topraklarından uzakta olması sonucu bu yıkımın içinde  yer almadı.  Savaş, Avrupa kapitalist devletlerini yıkıma uğratırken ABD’yi  yükseltti. Savaş sonrası, savaşın dağıttığı burjuva birliği, ABD emperyalizminin liderliğinde kısa sürede  toparlandı. Almanya da dahil,  savaşın yıkıma uğrattığı kapitalist ülkeler, ABD’nin ekonomik ve askeri yardımlarıyla  ABD emperyalizminin liderliğinde uluslararası burjuva birliğini sağladılar. Sovyetler Birliğine karşı ekonomik, siyasal ve ideolojik yönden büyük bir saldırı başlattılar.

Savaş sonrası oluşan, sosyalist ülkeler arasındaki birliği, dayanışmayı ortadan kaldırmaya yönelik, büyük bir saldırı kampanyası  düzenlediler.  Bu saldırının ilk sonuçları, sosyalist birlik içinde Yugoslavya’nın birlikten kopmasını doğurdu.  Tito, sözde bağımsız bir bloktan yanaymış gibi,  emperyalist kampa dolaylı olarak katıldı.  Stalin’in önderliğindeki sosyalist birlik bu ilk kopuşu mahkum etti. Henüz sosyalist ekonomilerini oluşturmanın başlangıcındaki diğer ülkelere sıçraması engellendi. Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliğinde yönetimi ele geçiren küçük burjuva bürokrasisi, emperyalist burjuvazinin saldırılarına, emperyalizmle uzlaşarak, Stalin’e ve onun önderliğindeki komünist partisinin sınıf  savaşına saldırarak, emperyalist burjuvaziye barış elini uzattı.  Eski oportünist, revizyonist ideolojileri yeni teorilermiş gibi burjuvazinin hizmetine sundu. Barış içinde bir arada yaşamak; tüm dünyada işçi sınıfının kapitalist sömürüye, emperyalist saldırılara boyun eğmesi, burjuvazi ile uzlaşması demektir.

Avrupa emperyalizminin merkezlerinden Berlin’de kızıl bayrağın dalgalanması, emperyalist burjuvaziyi dehşete düşürdü. Savaş sonrası,  Avrupa’nın gelişmiş kapitalist ülkeleri, burjuva sosyal devletleri oluşturarak işçi sınıfının devrimci mücadelesini geriletti.  Proletaryanın devrimci mücadelesi, burjuva düzen sınırları içine çekildi. Ekim Devrimi’nin dalgaları burjuva reformizminin  sınırları içinde eritildi.

Sosyal devlet, burjuva sosyalizmi Avrupa komünist partileri içinde, Avrupa komünizmi diye bilinen yeni bir revizyonist teori oluşmasına yol açtı. Burjuvazi ile bir arada yaşama, sınıflar arası uzlaşma, eski revizyonist teoriler yeni kelimeler ile süslenerek işçi sınıfına servis edildi. Stalin’in ölümünden sonra  Sovyetler Birliği’nde ortaya çıkan modern revizyonizm bu akımla bütünleşti. Proletarya demokrasisi, halkın demokrasisine  dönüştü. Stalin’in ölümünden sonra iktidarı ele geçiren küçük burjuva bürokrasisi, Marksist-Leninist öğretilere sırt dönerek, proletarya diktatörlüğünü – demokrasisini bugün ne olduğu tam olarak anlaşılan tüm halkın devleti, tüm halkın demokrasisi kavramıyla işçi sınıfının iktidarına  burjuvaziyi ortak etti.  Bu kaçınılmaz olarak belirli bir süreç içinde adım, adım işçi sınıfı iktidarının sosyalist üretimin, burjuvazinin tam denetimine geçmesine, burjuvalaşmasına yol açan sürecin başlangıcını oluşturdu.  Süreç  yüzyılın sonunda 1990’larda bütün iktidar organlarının burjuvaziye geçmesi, sosyalist üretimin tamamıyla burjuva üretim biçimine dönüşmesi  ve  burjuvazinin bütün iktidar organlarını ele geçirmesi ile sona erdi. Son bir darbe ile Sovyetler Birliği isim olarak da tarihe karıştı.

Kapitalist  emperyalizmin kesin yenilgiye uğramadan, tarihsel olarak, sosyalizm dünya ölçeğinde egemen bir üretim biçimi olmadan, burjuva devletleri bir güç olarak ortadan kalkmadan, kapitalizmin bir kez daha ayağa kalkma koşulları ortadan kalkmadıkça, proletaryanın burjuvazi  ile uzlaşması, kendi sınıf mücadelesinden vazgeçmesi proletaryanın yenilgisi ile sona erer.  Burjuvazi ile proletaryanın sınıf savaşımı uzun bir tarihsel süreci kapsar.

Bir toplum gelişmesini tamamlamadan yeni bir topluma dönüşemez. Gelişmesinin belirli  bir aşamasında, içinde taşıdığı çelişkilerin sonucu yeni bir toplumu şu ya da bu biçimde doğursa da, henüz eski toplum, yani egemen olan toplumsal üretim, bir bütün olarak bakıldığında  hala belirli bir gücünü korur. Eski toplumsal üretim ilişkisi kendi tarihsel sonuna yaklaştığı süreçte,  şu ya da bu ülkede  en zayıf olduğu halkada bir devrim ile yenisi eskisinin yerini alır, sürekli ve amansız bir savaş başlar. Yeni olan, eski toplumun gücünü yok edene kadar, eskinin gücü kendini yeniden üretebilecek gücü yitirinceye kadar, toplumsal değişim süreci, devrimler çağı devam eder. Feodal toplum ile burjuva toplumu arasındaki altüst oluş, burjuvazinin tam egemenliği, feodal toplumun tarihe gömülmesi de uzun bir tarihsel dönemi, sınıf savaşlarını gerektirdi. İşçi sınıfı ile burjuva sınıfı, kapitalist toplum ile sosyalizm ve onun en üst aşaması komünist toplum arasındaki tarihsel mücadele de böyle olacaktır, böyle oluyor.

Ekim devrimi, burjuva çağının bittiğini gösterdi. Bir sürecin başlangıcı ile sona ermesi arasında bir dizi gidiş gelişler alacaktır ve oluyor da. Elbette ki  Ekim Devrimi saf bir proleter devrimi değildi. Rusya işçi sınıfı,  tarihin önünde yürüyen Rus komünistleri, geç kalmış bir burjuva devrimi ve erken bir sosyalist devrimle karşı karşıya kaldılar.  Henüz büyük burjuvazinin çıkarlarıyla iktisadi olarak kapitalist üretimin uzantısı, eklentisi durumuna dönüşmemiş ara sınıflar, küçük burjuvazi ve köylülüğün katılımı ile devrimi gerçekleştirdiler. Bu  tarihsel koşulları komünistler yaratmadı. Rusya gerçeği dedikleri bu koşullar içinde Ekim Devrimi gerçekleştirildi.  Bu karakteristik özellik sosyalizmin kurulmasının önündeki en büyük sorun, en büyük güçlüktü.

Ekim devrimi tarihin gelişim süreci açısından ele alındığında, burjuva çağının kapandığı, proletaryanın  önderliğinde devrimler çağının başladığını gösterir. Marksist bilimi kendisine rehber edinen Rus komünistleri bütün toplumsal muhalefeti, yarı feodal çarlığın siyasal iktidarının dışına itilmiş tüm sınıf ve katmanları, devrimci Rus işçi sınıfının bayrağı altında topladı. Sadece kapitalizme,  kapitalistlere karşı değil, üretici güçlerin, toplumsal sınıf ilişkilerinin gelişmesinin önünde siyasal bir engel haline gelen otokrasiye, kapitalizm öncesi üretim ve sınıf ilişkilerine karşı da savaşmak zorunda kaldı. Burjuva aydınları ve köylüler, proletaryanın bayrağı arkasında yürüdüler. Küçük burjuvalar ve köylüleri proletaryanın bayrağı altına iten kendi istek ve arzuları, sınıf bakışları değil, zordu.   Bu ara sınıflar , tarihsel geleceğin ilerleyen sınıfları değildir.

Feodal toplumun tarihsel sürecinin sona erdiği, burjuva devrimler çağının başlangıcında da burjuvazi toplumun çoğunluğunu meydana getiren bir  sınıf değildi .Toplumsal gelişmenin, üretici güçlerin gelişmelerinin önünde engel haline gelen feodal egemen sınıflar, feodal devlet yapıları, tarihsel gelişmenin rüzgarını arkasına alan   burjuvazinin, toplumun büyük çoğunluğunu kendi sınıf çıkarları arkasına toplaması, önderlik etmesi ile gerçekleşen devrimlerdi.  Burada da benzer bir durumu görürüz. Komünistler tarihin kapitalist üretim ilişkilerinin devrimci bir rol verdiği işçi sınıfına yol göstererek, önderlik ederek, devrimi gerçekleştirdiler. Bu devrim için erken sözcüğünü, Rusya gibi henüz sınıflar ayrışmasının, kapitalist iktisadi yasalarla ayrışmasının tamamlanmadığı, komünistlerin iradi olarak bu sürecin tamamlanmasını beklemeyeceği ki, tarihte hiçbir devrimci dönüşüm  o sürecin tamamlanmasını beklemediğini, bu erken devrimlerin zayıf ve güçlü yönlerini ifade edebilmek için kullandım.  Rus sosyalizmini kapitalist restorasyona dönüştüren de kısmen diğer etmenler yanında bu gerçeklikte saklıdır.

Nasıl ki bu devrimler, burjuva üretim ilişkilerinin güçsüzlüğünü, toplumun gelişmesinin önünde engel haline geldiklerini   gösterdiyse, bu devrimlerin yenilgileri de, burjuvazinin gücünü değil henüz bu devrimlerin emekleme dönemini gösterir. Tarihsel altüst oluş çağının, değişim sürecinin özellikleridir bu durum. Bilim için kolay olan, pratik tarih için zordur. Bilim gelişimin yasalarını ve nihai sonuçlarını gösterir. Pratik tarih ise uzun süren savaşların mücadelelerin dönemini kapsar.

20.yy sosyalist devrimleri, sınıf mücadeleleri komünist iradenin Marksist-Leninist öğretilerin tarihsel başarılarıdır.  Kapitalist emperyalizme vurulan ağır öldürücü darbelerdir.  Öznel iradenin başarısını oluşturan nesnel koşullar ve bu koşulların gelişim yasalarıdır.  Eski toplumun, emperyalist kapitalizmin güçsüzlüğünü, zayıflığını, onunla savaşabilecek irade oluştuğunda ve oluşabildiğini de göstermesi açısından, kapitalizmin zayıflığını ve tarihsel sürecini tamamladığını gösterir.

Ekonomik toplumsal yasalar, koşullar,  siyasal biçimler kendi gelişmelerini tamamlamadan yok olup gitmezler. Belirli yer ve zamanda kendi geleceklerinin sonuçlarını yıkımlarını gösterseler de   bu onların fiziken yok olduklarını göstermez. Yeni olan tarih sahnesine çıktığında, şu ya da bu ülkede eski sistemi yenilgiye uğrattığında, kendisini var edebilmek için eskisi ile amansız bir savaşa tutuşmak zorundadır. Bu aşama da eski toplum, dünya ölçeğinde yaygınlığı, toplum içindeki alışkanlıkları, yönetme yeteneği ile uluslararası bağları ile başlangıçta henüz eskisine göre güçlüdür. Öldürücü darbeler kendisini ayağa kaldırabilecek  iktisadi ve siyasal gücünü yitirinceye kadar teslim olmaz. Tarih sahnesinden çekilmez. Bundan dolayı eski toplumu  yıkan tüm ilk devrimler sadece yeniyi  kurmak değil eskisine karşı da amansız bir savaş vermek  zorundadır.

Bu eski topluma karşı, onun oluşturduğu burjuva alışkanlıklarına karşı yeni toplumsal biçimin devrimci sınıfı, eski toplumun içinden çıkan bir sınıf olarak kendisiyle de  olmak üzere tüm alanlarda sabırla uzun bir savaş vermek zorundadır.  İşte proletarya diktatörlüğü, demokrasisi bir teorik dogma, belirli bir kesimin komünistlerin yönetim aygıtının toplum üzerindeki maceracı bir hevesi değil , eski toplumun sınıflarının tamamen tarih sahnesinden gitmesi için zorunlu bir süreçtir. Komünistlerin,  işçi sınıfı iktidarlarını, devrimlerini korumak ve geliştirmek için başvurdukları öznel irade budur.

Burjuva tarih yazıcıları, her türden burjuva eleştirmenleri, bu yüzyılın sosyalist devrimlerini  değerlendirirken, Lenin, Stalin, Enver Hoca, Mao gibi tarihsel kişilikleri temsil ettikleri sınıfların, tarihsel rolleri iradeleri ile değil, bunlara özgü bireysel iradelermiş gibi görür gösterirler. Onların özgürlük diye tapındıkları, burjuvazinin sömürme özgürlüğü, farklı burjuva kesimlerinin ekonomik ve siyasal taleplerinin ifade edilmesidir. Çağın özellikleri, ekonomik yasaların işleyişleri ve bunların politik siyasal sonuçları ile değil, bireylerin davranışları ile bu süreci açıklamaya, çarpıtma çalışıyorlar.

İnsanların kendi tarihlerini yaptıkları doğrudur.  Ne var ki bunu belirli koşullar içinde ve belirli kurallar içinde yaparlar. Bu da şu anlama gelir;  tarihsel gelişme, yeni üretici güçlerin gelişmesi, belirli üretim ve sınıf ilişkilerinin gelişmesini doğurur. Bunlar uzlaşmaz çelişkiler haline geldiğinde sınıflar arasında savaşlar başlar. Bu savaşlar belirli güçleri ve bu güçlerin karşılıklı mücadelelerini ve biçimlerini oluşturur. Savaş eskinin tamamen yıkılması, etkisini kaybetmesi, yeni olan toplumsal ilişkinin egemen ilişki, toplumsal yapı oluncaya kadar uzun bir süreci kapsar.  Diyelim ki siz bir araç yapmak istediniz, aracın tasarımı için oluşan fikirleriniz, gökten zembille kafanıza inmez. Yapmak istediğiniz aracın yapımı için her şeyden   önce gerekli koşullar dışınızda belirli bir oranda gelişmiş olgular olarak vardır. Bu araçları hazır bulursunuz ve artık onlara ulaşmak çok uzak değildir. Bu noktadan işe başladığınızda  daha önce olmayan  bir aracın yapımına başlarsınız. Burada beceri, çalışma azminiz, yardımcı nesnelerin gelişmişliği ve benzeri meydana getirdiğiniz bu yeni araç, ilk şekli ile ortaya çıkar. Bu sizin buluşunuz olarak adınızı alır.  Bu aracın ilk yapımıyla kıyaslandığında ikinci, üçüncü ve daha sonraki yapımları birincisine göre daha gelişmiş daha sağlam olacaktır. Bunda anlaşılmayan bir şey yoktur.  Yeni bir bilimsel buluş , teknoloji  böyledir. Toplumsal altüst oluş ve devrimler de böyledir. Kendi türünün ilkleri her zaman daha sonrakilerle kıyaslandığında bir çok eksik ve zayıf yönlerini gösterir. Bunlar eski toplum tarafından geçici bir süre için yenilgiye uğratılsalar da artık eski toplumsal yapı sürekli bunlarla  kıyaslanacak ve onun için öldürücü bir tehdit olarak varlığını sürdüreceklerdir. O halde nasıl oluyor da burada sözü edilen devrimler tarihçinin mükemmeliyetçi bakış açısıyla değerlendirilmeye tabi tutuluyor?  Bugün elimizde daha gelişmiş araçlar, bilgi ve deneyimle dünün değerlendirmesini yaparken dünün mevcut koşullarını yok sayıyoruz. Ben elbetteki iyi niyetle eksiklikler eleştirilmesin demiyorum. Eleştiri iki türlüdür. Tarihsel gelişim yasalarını yok sayan metafizik mükemmeliyetçilik, kendilerini sosyalist olarak adlandıran küçük burjuva demokrat çevrelerden gelen eleştiriler ve tamamıyla burjuva kapitalist toplumun savunucuları tarafından nefret dolu karalama, suçlama, ikiyüzlü yalanlarla dolu eleştiri adına yapılan saldırılar.

Rusya’da komünistler proletaryaya önderlik edip, Çarlığı ve burjuvaziyi yıktığında Rusya gelişmiş bir kapitalist ülke değildi. Aynı zamanda Rusya’yı çevreleyen ülkeler Türkiye, İran, Çin, Doğu Avrupa ülkelerinin bir çoğu henüz kapitalist üretim ilişkilerinin egemen olduğu ülkeler değildi. Rus proletaryasının, komünistlerin bunları bekleyecek zamanı yoktu. Sosyalizmi kurmak, kapitalist emperyalizmin saldırılarına karşı korumak, güvensiz küçük burjuvaları, köylülüğü işçi sınıfının saflarında tutmak, onları proleterleştirmek yenilen burjuvazinin direncini kırmak zorundaydı. Tarihin kendilerine yüklediği bu zorlu görevi başarmak zorundaydılar.

Marks ve Engels, emperyalizm öncesi kapitalist çağda proleter devrimi Almanya’dan bekliyordu. Alman İşçi Sınıfı ve onun komünist önderliği Avrupa’nın entelektüel olarak en gelişmiş örgütlü sınıfı ve önderliğiydi. Alman Komünist Partisi Avrupa’nın en ileri, işçi sınıfı ile bağları en yüksek partiydi. Sendikalar ve genel oy sistemi aracılığıyla işçiler arasında güçlü ve saygın bir bağa sahipti. Ne var ki parlamenter yöntemler ve sendikalar, legal koşullar kapitalizmin emperyalizm aşamasında işlevini yitirmişti. Serbest rekabetçi kapitalizm koşullarından doğan Alman işçi hareketi ve Alman komünistleri bu değişimi anlayamadı. Rusya işçi sınıfı ve Rus komünistlerinin önünde böyle koşullar yoktu. Onların, daha mücadelelerinin en başında en ağır koşullarda Çarlık ve burjuvaziyle savaşabilmek için her türlü mücadele yürütebilecek devrimci bir örgüte, önderliğe ve partiye ihtiyacı vardı.

Rus komünistleri, Avrupa’nın özgür koşullarında mücadele etmeye alışmış işçilerden farklı bir yol izlemek zorundaydı. Emperyalizm koşullarında onları zafere götüren bu zorunluluk, Alman işçi sınıfı ve kapitalizmin bu yeni evresini anlayamayan Alman komünistlerini yenilgiye götürdü. Almanya’da devrim yenilgiye uğradığında, geri çekildiğinde Rusya’da yükseliyordu. Uluslararası komünist hareketin merkezi önderliği Almanya’dan Rusya’ya Kautsky’den Lenin’e geçti.

Marks ve Engels’in devrimci öğretilerini bu yeni koşullara uygulayan Lenin sadece Rus proletaryasının değil dünya proleter devrimlerinin teori ve taktiklerini geliştirdi. Almanya ve Avrupa’ya gelince ‘özgürlük’ koşullarında burjuva parlamenter koşullarda savaşmaya alışmış komünistler  ve işçi sınıfı gerici emperyalist burjuvazinin hışmına uğradı. Rus işçi sınıfı siyasal iktidara karşı burjuva demokratlarını, köylüleri ve aydınları peşine takarken Almanya’da komünist partisi  burjuva demokratlarının, egemen burjuva sınıfının safına geçmesiyle ‘ihanete’ uğradı. Alman sosyal demokratları emperyalist burjuvazinin yedeği haline geldi.

Alman emperyalist burjuvazisi, Rosa ve Liebknecht’in cansız vücutları üzerinden yükseldi. Dünyanın diğer ulusları arasında disiplin ve çalışkanlığı ile öne çıkan  Alman ulusal burjuvazisi kendi kaderini sosyalistlerin yenilgilerini izleyen yıllarda, cahil, lümpen, dengesiz bir onbaşıya teslim etti. Alman emperyalizmi istikbalini, egemenliğini  kendi eğitim sisteminde kabul etmediği, dışladığı, dengesiz birine ‘özgür parlamentosu’ aracıyla daha sonraları tüm dünyanın tanıdığı manyağa Hitler’e teslim etti. Almanya proleter devrimin değil, burjuva gericiliğinin emperyalist burjuvazinin yarattığı en gerici, vahşi burjuva yönetim biçimi faşizmin toprakları oldu. Nasyonal sosyalizm, faşizm, emperyalizm burjuvazinin en vahşi, en acımasız siyasal yönetim biçimi olarak doğdu.

Emperyalist burjuvaziye karşı işçi sınıfı yeni savaşım biçimleri, yeni taktikler geliştirmek zorundaydı. Bu tarihi görevi Rus komünistleri ve Lenin üstlendi. Kısaca Rusya’da proletaryanın tarihsel görevi böyle ortaya çıktı.

Bu tarihsel dönüşümü, serbest rekabetçi kapitalizmin emperyalist aşamaya dönüşümünü anlayamayan eski Marksistler, Marksizm’i cansız, kuru bir teorik yazın olarak ezberleyen entelektüel Marksistleri tarih, Marksizm’in dönekleri durumuna dönüştürdü. 2. Enternasyonal önderleri Kautsky’ler emperyalist burjuvazinin köleleri, iş birlikçileri durumuna dönüştüler. Lenin daha en başından bu gelişmeyi Marksizm’in canlı öğretisinde gördü, ondan çıkardı. Devrimin Rusya’da olmasının asıl özü buradadır.

En küçük devrimci talebin bile hapishane, sürgün ve idamlarla bastırılmaya çalışıldığı en barışçıl işçi gösterilerine kurşun yağdırıldığı Rusya’da Çarlık despotizmine karşı savaşabilecek tek sınıf proletarya, bütün muhalif hoşnutsuz sınıf ve katmanları kendi savaş örgütünde topladı. Bu örgütü siyasal ve ideolojik olarak Lenin ve Rus komünistleri kurdu. Burjuva demokratlar, köylüler, aydınlar Çarlığın bu gerici yönetimi ile savaşamazlardı. İster gönüllü ister zorunluluk deyin her iki halde de işçi sınıfının saflarında onun arkasında yer aldılar. İşçi sınıfının saflarında, birliğinde yer alan ara sınıf ve katmanları hem birliğin içinde yer aldı, hem de bu birliğe karşı, kendi siyasal temsilcileri ve ideolojileriyle  sürekli ,amansız bir savaş yürüttüler. Devrim ve işçi sınıfı siyasal ve ideolojik olarak güçlü olduğu  sürece bu sınıfların etkisini kırabilir ve belirli bir süre yedekleyebilir, dönüştürüp etkisiz hale getirebilir, belirli bir dönem için iktidar sahibi  büyük burjuvaziden koparabilir. Proletarya partisi Bolşevikler Çarlığa ve onun yerini kısa bir süre için alan Rus burjuvazisine karşı bu zorunlu müttefikleri ile birlikte yürüdü.

1917 Ekim’inde Bolşevikler sekiz ay gibi kısa bir süre önce Feodal Çarlığın iktidarı bıraktığı burjuvaziyi devirdiklerinde kendilerini kesintisiz sürekli bir mücadelenin içinde buldu. Çarlığın arkasına saklanan Rus burjuvazisi onun yerini aldığında, burjuvazinin emperyalizm çağında gerici-tutucu sınıf karakterine dönüşen özelliğinin tümünü açığa çıkardı. Önce Çarlıktan kurtulalım diyen tüm toplumsal sınıf ve katmanları burjuvazinin bütün devrimci özelliklerini yitirmiş gerici gerçek yüzüyle tanıştılar. İşçi sınıfı hareketine ve Bolşevik partisine muhalif küçük burjuva demokratları, aydınları ve köylü yığınları 1917 Şubatıyla 1917 Ekimi arasındaki süreçte Bolşevik Partisi saflarına katıldı.

Bolşevikler iktidarı burjuvaziden aldığında, Rusya 1.Emperyalist paylaşım savaşının içindeydi, halk savaştan bıkmış büyük bir yoksulluk içindeydi. Savaşla devrimci mücadeleyi-devrimi önleyeceğini uman, başka bir çaresi olmayan Çarlık savaşın bir tarafıydı. Savaş tam tersine devrimi bastırmak bir yana onu daha da güçlendirdi. 1917 Şubatında Çarlık siyasal iktidarı burjuvaziye devretmek zorunda kaldı.

Çarlığın politikalarını devam ettirmek dışında bir politikası olmayan burjuva hükümeti, burjuvazinin sınıf çıkarları ile işçi sınıfı ve yoksul halkın çıkarlarının taban tabana zıt olduğunu kısa sürede gösterdi.

Ekim Devriminden sonra Bolşevik Partisi önderi ve kurucusu Lenin, ilk olarak Rusya için ağır şartlar içeren Brest-Litovsk Antlaşmasıyla emperyalist savaştan çekildi. Küçük burjuva solcuları, devrimin zorunlu ortakları bunun onur kırıcı, Rusya için kabul edilemez bir antlaşma olduğunu (Troçki) söylerken Bolşevikler, Rusya için değil işçi sınıfının ve yoksul halkın iktidarına zaman kazanmak için bu ağır antlaşma şartlarını imzaladı. Proletarya partisi 1917’den 1930’lu yıllara  kadar iktidardan uzaklaştırdığı burjuvazi ve toprak sahipleri ile uzun süreli doğrudan iç savaş ve dolaylı olarak ideolojileri ile, işçi sınıfı iktidarını yıkmak isteyen sinsi burjuva unsurları ile savaştı.

Emperyalist kapitalizmin  1929 büyük bunalımı dünyayı yeni bir emperyalist savaşın içine soktu. Emperyalistlerin hızla silahlanma, savaş hazırlığına giriştikleri yıllarda,  Sovyetler, proletarya iktidarını sağlamlaştırma,  küçük burjuvaziyi etkisizleştirme, emperyalist saldırıdan korunma ile birlikte yürüttü bu evreyi.  Ekim Devrimi’nin proletaryanın saflarında birleştirdiği sınıfların temsilcileri Sovyetleri yıkmak kendi burjuva devletini kurmak için partiye karşı içten mücadeleye giriştiler.  Troçki, Buharin, Zinovyev ve  Kamanev ‘in  parti ve işçi  sınıfı devletine karşı sinsi imha planları açığa çıkarıldı.

Sınıflar arasındaki mücadeleye  yüzeysel ve dışarıdan bakanların, günümüze kadar süren kafa bulanıklığı, sınıf hareketlerini bireylerin hareketi gibi algılayan  burjuva sosyalistleri için oldukça yabancı, karmaşık bir olgu olan bu savaş, tarihsel geçiş dönemlerine özgü sınıflar arası iktidar mücadelesi, devletin hangi sınıfın yönetimine geçeceği sorununu içerir.

Sovyetler birliği dışında kapitalist emperyalist propagandanın, devrim  çocuklarını yiyor, katlediyor çığlıklarıyla aktarılan bu dönem, içerde sosyalist ekonominin kurulması, proletarya iktidarının sağlamlaştırılması, küçük burjuva üretim ve mülkiyet ilişkilerinin proleterleştirilmesi dönemini kapsar.

Çarlığa karşı verilen devrimci mücadele içerisine bir burjuva aydını olarak katılan, bütün bu süreç boyunca, Lenin’e ve Bolşevik partisine muhalefet eden, ancak çarlığın yıkılması ve onun yerini alan geçici burjuva iktidarının yenilgisinin kaçınılmaz olduğu görüldüğünde, Bolşeviklere katılan Troçki bu süreçte proletarya partisinin karşısında yer aldı. Troçki’ ye göre devrim ihanete uğramıştı. Peki hangi devrim? Proletaryanın sosyalist devrimi mi? Küçük burjuvazinin hayali burjuva demokrasisi mi? İki devrim iç içe geçince kaçınılmaz olarak  her sınıf kendi iktidarını, kendi sınıf koşullarını, siyasal taleplerini,  ideolojik politik karakterini ortaya koyar.

20.yüzyılın tarih yazıcıları, burjuva sosyalist entelektüelleri,  Ekim Devrimine ilişkin iki kahraman yaratırlar; Lenin ve Troçki. Troçki’nin Bolşeviklere, Şubat Devrimi’nden sonra, Haziran’da burjuvazinin kaçınılmaz yenilgisini gördüğünde katıldığı gerçeğini, gözden uzak tutarlar.  Buna ilişkin sayısız mazeret üretirler. Burjuva sosyalistleri için Troçki Ekim günlerinin kahramanı, Lenin ile birlikte devrimin önderi ve ortağıdır. Lenin’in ölümünden sonra ise Stalin tarafından,  entrikalarla hak ettiği iktidardan uzaklaştırılan, mazlum, fedakar, romantik  şövalyedir.

İnsanlığın tarihi açısından ele alındığında çok kısa bir dönemi kapsayan Sovyetler Birliği tarihsel deneyimi, Komünistlerin tarihi  açısından ele alındığında, olağanüstü ideolojik bir mücadelenin zenginliğini, gelecekteki  işçi sınıfı devrimlerine bıraktığı miras açısından, işçi sınıfının burjuvazi ile savaşımında devasa bir tarihsel dönemi oluşturur.  Emperyalizm koşullarında işçi sınıfının devrimci çalışma yöntemlerini, taktiklerini, örgütlenme biçimlerini, her şeyden önemlisi de komünistlere, emperyalist koşullarda gericileşen siyasal iktidarlara karşı en zor baskı koşullarında, proletaryanın devrimci mücadelesinin nasıl örgütleneceğinin ana hatlarını gösterir. Her ülke kendi özel tarihsel koşullarından yola çıkar. Devrimler özel koşullarıyla birbirlerinin tıpatıp kopyası değildirler. Ne var ki ülkeler arasındaki farklılıklar coğrafi koşullar dışında kapitalist üretimin dünya ölçeğinde egemen bir üretim  ilişkisine dönüşmesiyle işçi sınıfının mücadele yöntemleri ve devrimler de nicel farklılıklar gösterse de genel hatlarıyla emperyalist burjuvaziye karşı verilen işçi sınıfı devrimleri nitelik olarak aynıdır.

Burjuva mülkiyetinin yapısı, küçük üreticilerin durumu, azınlıklar ve ulusal sorunlar gibi burjuva demokrasisinin günümüze bıraktığı kalıntıları komünistlerin siyasal taleplerini oluşturur. Bu açıdan ele alındığında Sovyetler Birliği ve Ekim Devrimi işçi sınıfı ve komünistlere olağan üstü bir zenginlik ve bilgi birikimi bıraktı.

Üretim ilişkileri tarihsel olarak geriye değil, ileriye doğru gider. Kapitalist üretim ve değişim ilişkileri, bunların gelişim yasalarını ortaya koyduğu, bu ilişkilerin kaçınılmaz gelişmeleri komünist toplumdur. Kapitalist üretim ilişkileri geriye feodal üretim ilişkilerine ve feodal sınıf ilişkilerine doğru yol almaz. Kapitalizmin en yüksek gelişmesi emperyalizm çağı aynı zamanda proleter devrimler çağının başlangıcıdır. Ekim Devrimi ile bu çağ açıldı. Kapitalizmin sonu ve proletaryanın devrimlerinin başlangıcı olan bu çağ, sınıfların öznel niyetlerinden bağımsız nesnel koşulların gelişmeleriyle ilintilidir.

Emperyalist kapitalizm 21. yüzyılın henüz daha başlangıcında ölümcül özelliklerini açığa çıkardı. 2008 krizi geçtiğimiz yüzyıldaki 1929 Büyük Bunalımıyla karşılaştırıldığında etkisi ve süresi açısından bütün dünyada emperyalist üretim ilişkilerini tehdit eden yeni bir proleter devrimler döneminin ham özelliklerini gösteren bir sürecin başlangıcıdır.

Emperyalist burjuva ekonomisi uzun bir dönemdir bunalıma dönüşen krizin yol açtığı durgunluğun pençesinde kıvranıyor. Burjuvazinin bütün kurumları eğitimi, ahlakı , en küçük örgütlenme biçimi olan aile yapısı çürüyor; kendini geliştirme, yeniden üretme şöyle dursun varlığı toplum için bir engel haline dönüştü. Burjuva siyaseti tüm bunların üzerinde bütün kurumlarıyla yığınları aldatmanın bir aracı olan burjuva politikaları iktidarı ve muhalefetiyle biçimsel farklılıkları dahi kayboluyor, en küçük özgürlüklere tahammül edemez duruma dönüşüyor.

Burjuvazi politika olarak feodal ve antik köleci çağın siyasal yöntemlerini bugünkü burjuva sömürü koşullarıyla bütünleştirmeye çalışarak işçi sınıfı ve yoksul emekçi yığınların en insani yaşama isteklerini bastırmaya çalışıyor. Burjuva emperyalist sözüm ona ‘Yeni Dünya’ koşullarına sömürü ve baskı yöntemlerine karşı işçi sınıfının, yoksul emekçi yığınlarının öfke, gösteri ve başkaldırıları yayılıyor. Bu başkaldırılar, öfke ve gösteriler, komünistlerin önderliğinde politik bir netlikten, Marksist bir programdan, uzun sabırlı bir çalışma ve örgütlenmeden uzak oluşlarıyla başarıya ulaşmış değiller. Faşist iktidarlar, Orta Çağın dinsel motifleri, Nasyonal Sosyalizmin yani Alman faşizminin yabancı düşmanlığı, Franko’nun, Mussolini’nin, Salazar’ın ideolojik artıklarıyla üstünü örtmeye çalıştıkları ‘yeni’ bir siyasal iktidar,  burjuva yönetim biçimleri oluşturarak,  yığınların taleplerini bastırmaya, emperyalistler arası eşitsiz gelişim yasalarının yeni bir paylaşım savaşına doğru hızla yol aldığı bir süreci yönetmeye çalışıyorlar.

Bütün dünyada burjuvazi siyasal olarak yönetim krizi yaşıyor. Bu aşamada kriz henüz ekonomik ve siyasal olarak yönetilemez bir krize dönüşmüş değil. Ne var ki 2008 den bu yana bunalımı atlatabilmiş değil ve gittikçe derinleşen bir sürecin içine girmiş durumda. Siyasal olarak tüm dünyada burjuva hükümetleri klasik burjuva demokrasisi ile varlığını sürdüremez duruma dönüşüyor. Bu devrimci süreç önümüzdeki yıllarda daha hızlı gelişecek. Burjuvazi, siyasal iktidarlar, devletler daha şimdiden her türlü devrimci kıvılcımları en vahşi yöntemlerle bastırmaya, doğmadan yok etmeye çalışıyorlar. Tarihsel süreç bu aşamada komünistlere devrimci iradeyi dayatıyor. Çünkü hiçbir siyasal yapı ne denli çürürse çürüsün, onun yerini alabilecek siyasal bir oluşum, örgütlenme, sınıf savaşı olmaksızın yok olmaz. Komünistler bu günden siyasi ve ideolojik olarak hazırlanmak zorundalar.

 

Osmanlı İmparatorluğundan Türkiye’ye 

Büyük Rus İmparatorluğu Çarlık, Ekim Devrimi ile tarihe karıştığında Osmanlı İmparatorluğu 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonucunda son kalan topraklarını  da kaybetti. İmparatorluğun son toprakları savaşın galibi ülkeler arasında bölüşüldü. Son Osmanlı İmparatoru Vahdettin başkent İstanbul’da İngiliz emperyalizminin etkisiz bir valisi, fiilen ‘oda hapsine mahkum edilmiş esiri’ durumuna düştü. Çok milliyetli imparatorluk daha savaş öncesi Avrupa’daki topraklarının tümünü kaybetmiş, Türk ve Kürtler dışında imparatorluğu oluşturan bütün uluslar ‘bağımsız’ birer burjuva devletine dönüşmüştü.

Balkanlarda, Asya ve Afrika kıtasındaki topraklarını daha savaş öncesinde kaybetmiş, Anadolu’ya hapsolmuştu. Emperyalist savaş sonrası elindeki son toprakları da savaşın galibi devletler tarafından bölüştürülmüş, başkenti İstanbul İngiltere’nin denetimine geçmişti.

1920’li yıllardaki Türk Devrimi; çürümüş, fiilen bitmiş feodal imparatorluğun Anadolu topraklarında, Kemalistler son Osmanlı imparatoru Vahdettin’in İngilizler ile kaçmasıyla burjuva Türk Cumhuriyetini ilan ettiler. Başka bir deyişle Osmanlı feodal imparatorluğu içindeki çok ulusluluk her ulusun kendi burjuva ulusal devletini kurmasıyla son kalan Türk ve Kürt ulusu da Anadolu topraklarında Türk ulusal devletini oluşturdular. Bu aşamada henüz burjuva ulusal birliğini oluşturamamış Kürtler, kendilerini Türk ulusal devletinin içinde buldular.

1. Emperyalist paylaşım savaşının doğurduğu ekonomik, siyasal askeri yıkım savaşın galibi emperyalist ülkeler de olmak üzere emperyalist burjuvaziyi kendi emekçi yığınlarını yeni bir savaşa sürükleyemeyeceği koşulların içine itmişti. Ekim Devrimi burjuvaziye öylesine büyük bir korku saldı ki, emperyalist devletler, doğrudan sonuçlarının ne olacağını kestiremediği, öngöremediği bir savaşa giremedi.

İngiltere’nin dünya üzerindeki egemenliğinin sonunun başlangıcıydı dünya savaşı. Türk burjuvazisinin Kemalistlerin ‘yedi düvele karşı savaştık’ sözleri ajitasyondan öteye gitmeyen sözlerdir.

Akdeniz ve Güney Anadolu bölgelerini paylaşan İtalya ve Fransa içine düştüğü ekonomik ve askeri kriz nedeniyle kendi ülkelerinde savaşın sonucu doğan yıkım, işçi sınıfının hoşnutsuzluğu,  Ekim Devrimi’nin başarısı, komünistlerin bu ülkelerde kısmen etkili bir hareketlerinin olması sonucu işgal ettikleri Anadolu’nun bu bölgelerinden çekilmek zorunda kaldılar. Antep, Urfa ve Maraş illerindeki direnişler Fransızların çekilmesini sağladı. İngiltere dolaylı yoldan Yunan burjuvazisini kışkırtarak, Ege Bölgesini Yunan burjuvazisine vaat ederek Türk burjuva ulusal hareketini, Kemalistleri yok etmeye çalıştı. Yunan burjuva ordusu Türk ulusal hareketi karşısında yenilgiye uğrayınca İngiltere Vahdettin’i de yanına alarak İstanbul’dan çekildi.

İmparatorluğun çözülme sürecinde Balkanlarda, Arap Yarım Adasında, Orta Doğu’da ulusal hareketler çıkarken Türklerin ulusallaşma süreci 1908 Jön Türk Hareketi ile başlar. Feodal imparatorluk son bir çabayla 1.Emperyalist Paylaşım Savaşı’na katılarak varlığını sürdürmek ister. Hasta ve can çekişen imparatorluk için savaş hangi sonuçla biterse bitsin ölümünün tescili olacaktı. Bu olsa olsa imparatorluğun ölüm ilanının hangi biçimde gerçekleşeceğinin ne şekilde yazılacağı ile ilgili bir sorun olacaktı. Türk burjuvazisi ya imparatorlukla birlikte yok olacak ya da Osmanlı’dan kurtuluşunu ilan edecekti. Bu var olmanın başlangıcı 1908 Jön Türk hareketi ile başlar. Kemalist Devrim imparatorluğun sonu olur.

1923’de Kemalistler cumhuriyeti ilan ettiklerinde ‘ne mutlu Türküm’ sözleriyle başlayan uluslaşma süreciyle burjuva tarihinde yerini alır. Henüz bu aşamada Anadolu’nun doğusunda bir burjuva sınıf ve siyasal örgütlenmesine sahip olamamış Kürtler kendilerini bu yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti toprakları  içinde bulurlar. Kürt toprakları Türkiye, Irak, Suriye ve İran arasında paylaşılır.

Türk burjuva demokratik devrimi Rusya’dan farklı bir yol izleyecekti. Her şeyden önce Türklerin iktidarı tek başına alabileceği ne güçlü bir burjuva sınıfı ne de proletaryası vardı. Mustafa Kemal, Rus elçisi Aralov’la Ankara’da yaptığı konuşmalarda bundan yakınır. Cumhuriyeti kuran burjuva aydınları Kemalistler devlet eliyle bir burjuva sınıfı yaratmaya   koyulurlar. Egemen olan kapitalizm öncesi meta üretim ilişkileri ve nüfusun en büyük kitlesini oluşturan köylüler feodalizmle kapitalizm arasındaki geçiş sürecini yaşayan yarı feodal iktisadi ilişkiler içindedir. Devlet kapitalizmi ile birlikte bir burjuva sınıfı oluşturulmaya çalışılır. Burjuva aydınları buna karma ekonomi adını verir.

2. Dünya Savaşı sonrası ABD liderliğinde toplanan emperyalist burjuvazi 1950’li yıllarda Marshall planıyla Türk burjuvazisini emperyalist ekonominin parçası durumuna dönüştürür. Sovyetler Birliğine karşı ABD önderliğinde kurulan emperyalist saldırı örgütü NATO’ya girilir. Türk burjuvazisinin NATO’ya ilk başvurusu İsmet İnönü hükümeti döneminde olur. 1950’den sonraki Menderes hükümeti döneminde ilk defa yurt dışına asker gönderilir. Asya kıtasındaki devrimleri bastırmak için Kore Yarım Adasına ABD emperyalizminin müdahalesine dahil olur. Bu dönem Türkiye kapitalizminin krediler, borçlanma vb. yoluyla hızla geliştiği, Batı emperyalist ekonomiyle birleştiği bir süreçtir. Bu durum Türk burjuvazisinin siyasi ve iktisadi olarak Batı emperyalizmine ve ABD’ye bağımlı olduğu bir süreçtir.

Kapitalist üretimin Türkiye’de hızla gelişmesi, kırların yarı feodal ilişkilerinin çözülmesi, köylülüğün mülksüzleşmesi, proleterleşmesi 1960’lı – 70’li yıllar kırlarda ve kentlerde köylülerin ve proleterlerin hoşnutsuzluğu kapitalist ve yarı feodal üretim ilişkilerine karşı devrimci dönüşümü yükseltecektir. Bu dönemde mülksüzleşen geniş köylü yığınları ve kentlerin işçi sınıfı kaybettiği mülkiyetini geri alma ile Batı Avrupa’nın sosyal devleti özlemi içindedir. Bu dönem, Marksizm’den etkilenen burjuva aydınların, demokratik devrim talebiyle henüz burjuva kapitalist üretimin uzantısı, çıkarları büyük burjuva üretimi ile bütünleşmemiş kısmen bağımsız küçük meta üreticilerinin, kentlerin varoşlarında gecekondularında ilkel koşullarda yaşayan proleter ve yarı proleter yığınların öfkelerini burjuva devrimi ile sosyalizm arasında net bir programla çizememiş sayısız devrimci örgütlerin doğduğu bir dönemdir. Marksizm’den etkilenen, yabancısı oldukları bu bilimin küçük burjuva aydınları Marksist bilimi dogmatik şekilcilikten öteye gitmeyen bir anlayışla yorumlayan bu dönemin devrimci akımları 1980 askeri darbesiyle 12 Eylül’de büyük burjuva karşısında hezimete uğrar. Bu aynı zamanda burjuva sınıfının 1908’de başlayan burjuva devriminin de sona ermesidir.

1950 sonlarında Marksist hareket içinde ortaya çıkan modern revizyonizm, Avrupa komünizmi gibi burjuva akımları devrimci proletaryayı burjuvazinin eklentisi durumuna dönüştürmesiyle Marksizm’in içinin boşaltılması Türkiye’deki bu devrimci akımın ideolojik karmaşıklığı ve yenilgisinin asıl nedenlerinden birisidir.

12 Eylül’den sonra küçük burjuva demokrasisi, burjuva sosyalizminin yenilgisiyle, burjuva devrimi Türkiye’nin Kürdistan bölgesi dışında sönmeye, bu hareketten ideolojik olarak kopmayı gerçekleştiremeyen devrimci sosyalist hareket dayandığı iktisadi ve sınıf ilişkilerini yitirmesiyle, etkisini kaybetmeye, sönümlemeye yüz tutar. Küçük burjuva sosyalistleri derin bir siyasal krizin içine yuvarlanır. Geçmişin nostaljisi ile ayağa kalkma istekleri sadece düzenin uzantısı, şikayetçisi, mızmızı küçük önemsiz bir muhalefeti durumuna dönüştü.

Sovyetler Birliğinde 1950’ li yılların ikinci yarısında başlayan kapitalizmin restorasyonu 1990’da tamamlandığında, eski sosyalist ülkelerin emperyalist ekonomiye dahil olma süreci, yeni pazarların açılması ile emperyalist ekonomiye yeni bir ivme kazandırdı. Bu süreç batı emperyalizminin ‘sivil darbeleriyle’ Doğu Avrupa’nın demokratik halk cumhuriyetlerinin Batı’nın doğrudan pazarı haline dönüşmesiyle emperyalist burjuvaziye yeni bir canlılık ve güç kazandırdı. Burjuva ideologların yeni dünya düzeni adını verdiği bu dönem 21. yüzyılın başlangıcında 2008 kriziyle fiilen sona erdi.

Kapitalist pazarların ve üretimin olağanüstü büyümesi, para sermayenin devasa boyutlara ulaşması kapitalist üretim yasalarının duvarına tosladı. Bu üretimin onulmaz hastalığının ölümcül yüzünü açığa çıkardı. Emperyalist burjuvazinin bütün neşesi yerini kaygıya, korkuya ve kendini kurtarmaya bıraktı.

Türkiye kapitalizmi özellikle 2000’li yıllarda dış borçlanma yoluyla büyüdü. 2008 krizi başlangıçta küçük dalgalar halinde vursa da büyümeye devam etti. Krizin gerçek etkileri 2015’den sonra hissedilmeye başlandı. 2008 krizi Avrupa’da, Amerika kıtasında, Batı Afrika’nın kıyı ülkelerinde Libya, Tunus, Cezayir, Mısır’da halk ayaklanmaları, emperyalist darbelerle alt üst olurken 2013’de Türkiye’de işçi ve yoksul halk yığınlarının ilk büyük çaptaki tepkisi bir aydan uzun süren umutsuz kahramanca başkaldırısı adını İstanbul’da bir parktan alan Gezi Direnişi -ki bu direniş değil- dağınık, örgütsüz, kısa sürede bir araya toplanan kentlerin işçileri, işsizleri, yoksulları farklı biçimlerde farklı sembollerle ama bir tek amaçla kendiliğinden kapitalist sisteme karşı başkaldırısıdır. Burjuvazi büyük bir şiddet ve sınıf düşmanlığının bütün kiniyle başkaldırıyı püskürttü. Bir aydan uzun süren yığınların kendiliğinden başkaldırısı komünistlere sınıfın gücünü ve güçsüzlüğünü, burjuvazinin öfkeli ölümüne savaşan bir yığın karşısındaki gücünü ve güçsüzlüğünü göstererek geri çekildi.

Burjuva iktidarı, burjuva sınıfı dersi gördü. Burjuva devlet aygıtını daha da gericileştirerek, sivil faşist çeteler oluşturarak devrimci yığınların kapitalist düzeni yıkmasının önlemlerini almaya koyuldu.

Türk burjuvazisi siyasal iktidarı en gerici lümpen kesimine tamamen teslim ederken, liberal burjuva muhalefeti cumhuriyetçi demokrat burjuvazi lümpen burjuva karşısında çözüldü, ona karşı onun taklidinin kötü bir kopyasını yaparak durmaya çalıştığı her seçimden yenilgiyle çıktı. Sermaye siyasal iktidarı daha da gericileştirerek korumaya

çalışıyor. Demokrat küçük burjuva muhalefeti Orta Çağa gidiyoruz korkusuyla panik halinde, işçi sınıfı ve yığınları cumhuriyete, burjuva demokrasisine, modern yaşama burjuva parlamenter sistemine sahip çıkmaya korumaya çağırdı ve çağırıyor. Oysa ki 2008 krizinin dünya çapında kapitalist emperyalist üretimin bunalıma dönüşen, gittikçe derinleşen kriziyle işçi sınıfının, hoşnutsuz emekçi yığınlarını yönetmenin aracı olarak gittikçe artan bir şiddetle dinsel, milliyetçi ideolojiyle harmanladığı faşizmle sömürü koşullarını daha da derinleştirerek kendi burjuva hukukunu eskimiş ilan ederek doğrudan zorla el koyma yasalarına baş vurarak bunalımı atlatmaya çalışıyor.

Küçük burjuva demokratları bir burjuva olarak düzenin sınırları dışına çıkamaz ve bundan dolayı ileriye değil sürekli olarak geriye döner. Onun tek amacı düzenin yıkılışını hazırlamak değil kendi varlığını, artan onulmaz çelişkilerin yumuşatılmasını, önceki süreçlerin geriye gelmesi için çabadan ibarettir. Onun dar kafasına yansıyan Orta Çağa gidiş olarak gördüğü siyasal biçim, sermayenin bir engelle karşılaşmadan varlığını sürdürebilmesi için tarihin en gerici yöntemlerine başvurduğu umutsuz çabasından başka bir şey değildir. Burjuvazi için demokrasi, özgürlük gibi kavramlar kapitalist üretimin bir engelle karşılaşmadığı burjuva sınıf kardeşliğinin, rekabetin herhangi bir engelle karşılaşmadığı sömürüden gücü oranında paylarını aldıkları dönemlerin politik ifadesidir. Bunalım, kriz dönemleri burjuva kardeşliğinin düşmanlığa, tekellerarası rekabetin yok etmeye dönüştüğü, mali sermayenin tahakkümünün arttığı para piyasalarında sürekli dalgalanmaların olduğu panik ve korku dönemleridir. Burjuva özgürlükleri bu sınıfın en güçlü kesimi tarafından ortadan kaldırılır.

Küçük burjuvazi tarihe sınıflar mücadelesine ileriden değil geriden bakar; teori ve mücadele biçimlerini oluşturan bu özelliğidir. Proletaryayı korkutarak burjuva demokrasisi ve cumhuriyet için savaşmaya çağırmasının özü buradadır.

Burjuvazi için siyasal biçimler, burjuva demokrasisi, sosyal devlet özgürlük vb. kavramlar sermayenin üretilmesi ve genişlemiş ölçekte yeniden üretilmesinin güvence altına alınmasından başka bir şey değildir.

Burjuvazi için demokrasi sürekli kalıcı bir siyasal biçim değildir. Devrimci proletaryaya sömürünün belli bir biçimini korumasını öğütlemek bunun için gücünü ve çabasını göstermesini istemek işçileri devrimci bir sınıf olmaktan tutucu bir sınıfa dönüştürmek isteğidir ki bu, küçük burjuvazinin proletaryasıdır. Bu sadece burjuvaziyle savaşmayı değil, uzlaşmayı tek mücadele yöntemi olarak algılayan küçük burjuva demokratlarının boş hayalleridir. İşçi sınıfına yaymaya çalıştıkları da kendi korkularıdır.

Bu sınıfın küçük burjuva önderlerinin giydikleri elbiseler, semboller ve niyetlerine bakarak değil siyasetine, ideolojisine, hareketlerine bakarak, bu hareketin sonuçlarının nereye gittiğine bakarak değerlendirilir. Dürüst ve samimi olmaları bu durumu değiştirmediği gibi komünistler açısından işçi sınıfının devrimci mücadelesinin önündeki engeller olarak mücadele etmelerini gerektirir. Komünistler her türden burjuvazi ile savaşarak onu alt ederek işçi sınıfının mücadelesini ileriye taşıyabilirler.

::::::::::::::::::