Sermayenin “Hafif Piyadeleri” Göçmen İşçiler – Nare Yıldırım

Kapitalizmin doğası ve emperyalist kuşatma, tarihsel süreçlerde var olan ve yinelenen krizlerle baş etmenin yolunu her zaman bölgesel savaşlarla bertaraf etmeyi seçmiştir. Afrika’da, Balkanlar’da, Kafkasya’da, bugün Ortadoğu’da sözüm ona “terörle mücadele” ve “demokrasi” bahaneleriyle ABD merkezli işgallerin insanlığa faturası ağır olmaktadır.

Dünya’da 300 milyonun üzerinde insan sayısıyla ifade edilebilecek bir göç olgusu vardır. Daha iyi bir yaşam, ekonomik koşullar ve en önemlisi savaşın içinden kaçmak umuduyla yaşadığı yeri, yaşadığı toprakları arkasına bakmadan terk etmeyi göze alan milyonlarca insandan bahsediyoruz.

Emperyalist devletlerin barbarca istilası ile yangın yerine dönen nice coğrafyadan kaçış, kitlesel göç ve mülteci statüsüyle yeni çıkmazlara yol alış, göçmenlere umut oluveriyor var olan yaşamsızlıkta…

Emperyalist güçlerin ikiyüzlü enstrümanları olan “demokrasi” ve “insan hakları” safsataları nedense (!) bomba olarak yağıyor halkların üzerine… Kaçış ve kurtuluş umutları ise derin sularda, balık istifine dönmüş teknelere tıkıştırılarak kaçışın yolunun kalmadığı ölümlerle sonuçlanıyor. Çoğu zaman umut senaryosunun sonu, çoluk çocuk acı bir ölüme gebedir.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin yayınladığı bilançolar, kıyıya ulaşamadan ölen mültecilerin acı öyküsünü istatiklere döküyor aslında…

Örneğin;

Yıl 2011… Tunus ve Libya’dan İtalya kıyılarına ulaşmak isteyen ve yardım çağrısı karşılıksız bırakılan 72 kişi, Avrupa sularında hayatını kaybetmiştir.

Örneğin;

Yıl 2012… İtalya’nın Lampedusa adası açıklarında sulara gömülen bir mülteci teknesinden 54 kişi kurtarılırken, 79 kişinin kayıp olduğu bildiriyor. Yetkililer ise şimdiye kadar sadece 1 cesede ulaşıldığını açıklarken, 10 metrelik teknede toplam 136 Tunuslu mültecinin olduğu netleşiyor. Asıl netlik yaşam umudunun bittiği hayatlar…

Geçtiğimiz yıl, “Arap Baharı” yaşanırken, Kuzey Afrika’dan bu küçük İtalyan adasına on binlerce kişi akın etmiş, en az bin 500 kişi ise Akdeniz’de boğularak hayatını kaybetmiştir.

Örneğin;

İş bulma umuduyla her yıl binlerce işçi, karayollarında üst üste yığılarak, bir başka ülkeye gitmeye çalışırken yaşamını yitiriyor.

Örneğin;

ABD’de her yıl sınırı geçmek isterken öldürülen yüzlerce insan var.

Örneğin;

EuroNews’in ağustos ayında yayınladığı habere ve Obama’nın seçim öncesi stratejik adımına baktığımızda da aynı trajediyi görmek işten bile değil…

ABD’de illegal olarak yaşayan Latin Amerikalı gençlere “iki seneliğine” çalışma izni verilmesine karar veriliyor. Gençler ise kayıt bürolarında kuyruğa giriyorlar.

Kongre’ye sunulan fakat asla kabul edilmeyen “Dream Act” yani Rüya Yasa’nın yeni bir versiyonu olan bu yasa, gençlerin geleceğe dair umutlarını artırıyor.

Gençlerin beyanlarına da umut olarak yansıyor bu ucuz emek tüccarlığı:

“Aslında şu anda Kolombiyalıyım. Orada doğdum ve 11 yaşıma kadar orada yaşadım. Daha sonra annem beni Amerikan rüyasını ya da daha iyisini yaşamak için buraya getirdi.”

“Amerikalılar bizi Amerikalı saymıyor. Ama biz Amerikalıyız. Gerçek olan şey, buranın bizim ülkemiz olduğu.”

Obama Kongreye sunacağı yasayı: “Açıkça söyleyelim, bu bir af değil, geçici bir şey…” sözleriyle açıklarken, geçerliliği seçimi kaybetmemesine bağlı bir vaatten öteye geçemiyor bu yasa. Hiçbir hakka sahip olamamaktan, ehliyet alabilirim, bir iş bulabilirim umudu satılıyor iki yıllık…

Örneğin :

Yıl 2012… İzmir’in Menderes ilçesine bağlı Ahmetbey beldesinde Avrupa’ya yasa dışı yollardan çıkmak isteyen kaçakların olduğu tekne battı.

Teknede 100’e yakın kişinin olduğu tahmin edilirken, sahil güvenlik ekiplerince yapılan çalışmalarda şimdiye kadar 61 kişinin cansız bedenine ulaşıldı. Hayatını kaybedenlerin 18’i kadın, 31’i çocuk… Can kayıplarının sebebi, kapıları kilitli olan kamaralar… Mülteciler ise Filistin, Suriye ve Irak kökenli…

Örneklemekle bitmez nice kaçış öyküsünün sınırı, coğrafyası yok… Umudu sınırlayanlar dışında ne yazıktır ki…

Tarihi açlık, yoksulluk, savaş ve kıyıma hizalı bir dünya düzeninde, krizsiz bir kapitalizmin ve sahte enstrümanlarla bezeli savaşların olmayacağını düşünmek mümkün değildir.

Kapitalizmin yarattığı sorunlarla, Dünya nüfusunun neredeyse %5 ini oluşturan bu kitlesel göçler, daha iyi bir yaşam umuduyla metropollere ve emperyalist devletlerin kucağına bırakıyor insanlığı… Açlıkla, yoksullukla baş edemeyen milyonlarca insan, sermayenin ucuz işgücü olarak yaşam alanlarından koparılıyor. Diğer boyutu ile ise yedek işgücü olarak, işçi sınıfının şartlarını ağırlaştırmakta kullanılıyor. Kapitalizmin kölelik düzeni de devam ediyor böylelikle.

Göçmen işçilerden elde edilen ucuz emek kârlılığı, burjuvazinin ekmeğine ekonomik boyutuyla yağ sürerken, siyasal boyutu ile de milliyetçiliğin, ırkçılığın, yabancı düşmanlığının da pekiştirilmesinde kullanılıyor. En çok zarar gören yine yoksul ve emekçiler, yine göçmen işçiler oluyor.

Diğer yandan şu soru da sorulabilir:

Neden gelişmiş ülke burjuvazileri, ekonomik ve siyasal çıkarlarına hizmet ettiği halde, uluslararası kurumlar ve yasalarıyla, göçmen nüfusu engellenmeye çalışıyorlar?

Bu engellemenin üç önemli boyutu var;

İlk olarak, bu devletler yasal yollarla, kayıt altında bir beyin göçüne ve vasıflı işçilere zaten kolaylıkla ulaşıyorlar. Burada sorun teşkil eden, tanımlanan sayısının fazlası ve çoğunluğu vasıfsız olan bu göçmen nüfusu istihdamda duyduğu gereksizliktir.

İkinci olarak, sınırların aşılması halinde kayıt dışı ‘köle’ olarak kullandığı bu nüfusun, verili sosyal ve toplumsal dokusunda “kaybedecek bir şeyi” olmayanlar olarak bilinmesidir. O yüzdendir ki olası toplumsal patlamaların karşıt siyasal argümanı olarak kullanılmasından ve Yunanistan, Fransa vb örneklerde olduğu gibi, olası ayaklanmalarına, sistemi tehdit eden isyanlarına karşı alınmak istenen tedbirdir.

Üçüncü olarak ise, ‘küreselleşme’ adı altında, dünya ölçeğinde egemenliğini ilan eden sermayenin, işçi sınıfını siyasal ve idari olarak denetimi altında tutacak şekilde, ulusal sınırlara hapsetmeye çalışması, sermayenin işçi sınıfının uluslararası birlik ve dayanışmasından duyduğu korkunun sonucudur yine…

Bu ‘hafif piyadeler’, türlü umutlarla terk ettikleri topraklardan yola çıkarken, ekonomik, siyasal ve kültürel olarak sömürülmenin ve aşağılanmanın yüküyle “düşman” gösterildikleri bir yaşama zorlanıyorlar seçeneksizlikle…

Burjuvazinin ve onu ayakta tutan düzenin pompaladığı sınıf içi bölünmeye dur diyecek bir algıya gereksinim var. İşçi sınıfının, dünyanın her yerindeki işçilerin, dili, dini, mezhebi yoktur. Onları birleştiren emektir. Sömürüdür. Göçmen işçilere bakış, sınıf siyasetinden bağımsız ve dışlayıcı olamaz. Dünyanın tüm işçileri açısından sömüren aynıdır, kurtuluş da aynı yere, aynı zamanda ve aynı bilinçle yumruğu vurabilmektedir.

Yani, “Sınırlar değiştiğinde kazanılmıyor yaşam… Yaşam sınırsız bir dünyada!”