Seçimden bu yana bölgedeki ve Türkiye’deki gelişmeler, Türkiye’nin adım adım bir emperyalist paylaşım savaşının içine sürüklendiği, hükümetin de hem dışarıda ve hem içeride bir savaş hükümeti niteliğine büründüğü tespitini doğruluyor.
NATO’nun kara harekat merkezinin Türkiye’ye taşınmasıyla ülkemiz, ABD savaş plan ve hazırlıklarının merkez üssü haline geldi. Her tür den savaş uzmanları ve emperyalist istihbarat ör gütleri ülkenin dört bir yanında iş başında. ABD, NATO ve CIA temsilcilerinden biri gidiyor, biri geliyor. Gelişmeler ele alınıyor, güçler yeniden konumlandırılıyor, savaş ve paylaşım ve planları yenileniyor; savaşın bir sonraki etabına ilişkin operasyonlar masaya yatırılıyor ve roller belirle niyor.
Bölge ülkelerine yönelik “muhalif hareketler” Türkiye üzerinden yönetiliyor. Türkiye köpürtü len emperyalist emelleriyle ABD operasyonlarına ev sahipliği yapıyor. Türkiye burjuvazisi; küçülme tehlikesi ve korkusunu, emperyalist heveslerini besleyip büyüterek bastırmaya, aşmaya çalışıyor.
Libya’da Sonuç Alma Geciktikçe Çelişkiler Büyüyor, Sinirler Geriliyor
Libya’da Kaddafi direndikçe, emperyalist savaş planları bozuluyor ve çelişkiler su yüzüne çıkıyor. ABD savaş bakanı robert Gates, geçtiğimiz ay yaptığı açıklamada bu gerilimi, şu sözlerle or taya koyuyor: “Tarihin en büyük askeri ittifakı (NATO kastediliyor) nüfus yoğunluğu düşük bir ülkenin, yetersiz silaha sahip rejimine karşı sa dece 11 haftadır bir operasyon düzenliyor, ancak yine de birçok müttefikimiz, cephanelerinin azal masından yakınıp bir kez daha ABD’den yardım istiyor. Bazı ülkeler Avrupa savunma bütçesindeki katkılarının azalmasını, Amerikalıların verdiği vergilerle kapatmak istiyor. ABD Kongresi’nin giderek değerli hale gelen fonları, kendi savun malarına (siz “saldırılarına” diye okuyun) yeterli kaynağı ayıramayan ülkelere ayırma isteği ve sabrı tükeniyor. İttifakın loş, hatta karanlık bir ge leceğe ilerlemesi muhtemeldir. Ancak bunu değiştirmek de olası.”
Libya’nın el konulan maddi kaynakları, Libya halkına yağdırılan bombaları karşılamaya yetme yince, atılan onca bombaya ve “muhaliflere” ya pılan onca yardıma karşın sonuç alma uzadıkça sinirler geriliyor ve savaş planları aksıyor. Gates’in açıklaması; ABD’nin, NATO içindeki çelişkilere tahammülsüz olduğunu gösteriyor. ABD; NATO içinde zaman kaybına yol açacak telafisi zor ayak bağlarından kurtulmak, “ittifakın loş hatta karanlık bir geleceğe ilerlemesini” engelle mek için harekete geçiyor. NATO içinde bir anlamda kendi NATO’sunu örgütlüyor. NATO ha rekat merkezinin Türkiye’ye taşınması, medyada gururla sözü edilen Obama – Erdoğan telefon trafiği ve ABD uzman ve istihbaratçılarının Türkiye’yi mesken tutması, ABD’nin zaman kaybetmeden bu yola girdiğini gösteriyor. Türkiye ise, kendisine biçilen bu yeni role, kendi emperyalist emellerine ulaşmanın bir aracı olarak sarılıyor.
Savaş ve Paylaşım
Libya’da “muhaliflerin” konumu güçlendikçe, emperyalist Savaş Konseyi (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya) Libya’nın paylaşımını masaya ya tırıyor. Libya’da oluşturulan ve emperyalist Savaş Konseyindeki her devletin gücü oranında yer aldığı “Ulusal Geçiş Konseyi”ni tanıyan tanı yana. “Yeni Libya”nın başkenti Bingazi, emperyalist devletlerin boy gösterme alanı oldu. ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya sırasıyla Bingazi’ye çıkartma yapıyor. Libya Savaş Konseyi “ganimeti” paylaşmak için birer birer ve topluca “Ulusal Geçiş Konseyi”yle masaya otururken, Türkiye, paylaşımın güç oranında olacağını bildiğinden, başka bir yolu deniyor. Operasyon öncesinde ve operasyon sırasında, üstlendiği rolle (muhaliflerin eğitilmesi ve silahlandırılması, ayrıca savaşa hava ve deniz gücüyle katılma) “hak ettiği” taşe ron payını arttırmak için Davutoğlu, Bingazi’ye miting düzenleyerek giriyor. Böylece patronla rına, Libya halkının sempatisine sahip olduğunu göstererek taşeron payını arttırmaya çalışıyor.
Suriye’de İşler Zor
Türkiye; üstlendiği görev ve emperyalist heves leri gereği, 15 Temmuz’daki Libya ve Suriye muhalifleri toplantısına yeniden ve sahipliği yaptı. Toplantıya, Libya Savaş Konseyi’nin uzmanları katıldı. Tesadüfe bakın ki, aynı tarihte NATO Genel Sekreteri Rasmussen ve ABD Dışişleri Bakanı Clinton da Türkiye’de idiler. Basına yansı yanlar her iki toplantının da “can sıkıcı” geçtiğine işaret ediyor. Libya’da uzayan savaş, Libya’dan çok Suriye’yi etkiliyor. Suriye’ye aktif emperya list müdahale; hem Libya’da Kaddafi’nin diren mesi ve hem de uluslararası güç dengeleri yüzünden gecikiyor. Bu gecikme, Suriye’ye mü dahaleyi zora soktuğu gibi, asıl hedef olan İran’a müdahaleyi de geciktiriyor, zorlaştırıyor. emper yalist merkezlerde sinirler geriliyor. Bu gerilim her iki toplantıya da katılan İngiltere’nin Ortado ğu’dan sorumlu Dışişleri Bakan Yardımcısı Alis tair Burt’ün demecinden basına yansıyor.
Burt, 18 Temmuz tarihli Hürriyet’teki deme cinde, Libya’da Kaddafi’nin güç kaybetmesine rağmen hâlâ Trablusgarp’a hakim olduğunu be lirtiyor. Suriye’ye ilişkin olarak ise şunları söylü yor: “Suriye, çok asap bozucu; çünkü rejimin yaptıkları, Kaddafi’nin yaptıklarına çok benzer. Ancak ne yazık ki, uluslararası camiada bir kon sensus yok. İngiltere olarak biz, Suriye konu sunda da aynı Libya’da izlenmekte olan çizginin izlenmesinden yanayız. AB içinde yaptırımların gündeme gelmesine öncü olduk; Birleşmiş Mil letler içinde de yaptırım için destek aradık ama bunu bulamadık. Suriye halkı, cesaretiyle çok önemli bir duruş ortaya koydu. Ancak bir süre daha bu yükü tek başına omuzlayacak.”
İran için söyledikleri ise, bölgedeki savaşın asıl hedefinin İran olduğunu doğruluyor: ”İran’ın etrafına saçtığı tehlike, sadece nükleer progra mından kaynaklanmıyor. İnsan hakları konusunda sabıkası malum. rejimin kendi ülkesinde insan lara nasıl davrandığı ortada değilmiş gibi, bölge sindeki devrimlere destek vermesi tam bir riyakârlık, Suriye’de yaşanan olaylarda da par mağı var.”
İngiliz Dışişleri Bakan Yardımcısı Burt’ün bu demeci, bölgede yeniden alevlenen paylaşım sa vaşının muhtemel seyrini ve asıl hedefini işaret ettiği gibi, savaşın uluslararası güç dengelerine bağlı olarak, bir süre daha düşük yoğunluklu ola rak devam edeceğini de gösteriyor.
Bu kadar da değil; Türkiye – İsrail ilişkileri nin güçlendirilmesi, savaş planının önemli bir parçasını oluşturuyor. Türkiye ile İsrail arasında ağız dalaşının amacı aşan sonuçlarını ortadan kal dırmak için yoğun bir görüşme trafiği sürdürülü yor. Özür dileme sorunu, İsrail’in silah baronlarını feda etmesi karşılığında çözülüyor. ABD Dışişleri Bakanı Clinton’un Türkiye ziya retinin altında en çok da Türkiye – İsrail ilişkile rinin güçlendirilmesi yatıyor.
Devlet, Milliyetçiliği Ve Şovenizmi Kullanarak Savaş Ortamı Yaratıyor
Hükümet üstlendiği görev gereği, savaş hazırlı ğının bir parçası olarak milliyetçiliği ve şove nizmi, provokasyonlarla besleyip büyüterek ülkeyi savaş atmosferine sokuyor. Son bir aydır Türkiye’nin bölgede izlediği po litika, bu açıdan dikkat çekicidir.
Libya’nın Türkiye’deki mal varlığına el ko nulması ve el konulan mal varlığının bir kısmının “muhaliflere” “hibe” edilmesi, Suriye’de muha liflere sağlanan lojistik destek yetmiyormuş gibi, sınırdaki askeri yığınağın arttırılması, bugüne kadar Kıbrıs’ta emperyalist planlara evet diyen erdoğan’ın, şimdi Kıbrıs’ta esip gürlemesi, İran’a karşı izlenen politikanın, sıra sende dercesine bir anda sertleştirilmesi, bütün bunlar Türkiye’nin bölgede savaş kışkırtıcılığına soyunduğunu, sa vaşı ateşlemek için provokasyonlar peşinde koş tuğunu gösteriyor.
Hükümet, içeride de aynı politikayı izliyor. Devlet, bütün kurumlarıyla, Kürt halkına karşı tam bir teyakkuza geçmiş durumda. Bir yandan Kürt milletvekilleri özel mahkemeler eliyle tut sak olarak içerde tutuluyor; bin bir türlü baskı, hile ve düzenbazlığa rağmen halkın oylarıyla mil letvekili seçilen Hatip Dicle’nin vekilliği Yüksek Seçim Kurulu kararıyla gasbediliyor. Ayrıca, seçim süresi boyunca devam eden Kürt halkına yönelik operasyonlar, baskı ve tutuklamalar, se çimden sonra da artarak sürdürülüyor. Öte yan dan, savaş atmosferi tezgâhlanan provokasyonlarla Türkiye’nin dört bir yanına ya yılıyor. Toplumun birçok kesimini umutlandıran “sivil anayasa”, “barışçıl çözüm” söylemi, yerini savaş naralarına bırakıyor. Medya, savaş kışkırtı cılığını halka yaymak için yeniden örgütleniyor. “Barışçıl çözüm” ve “sivil anayasa”yı savunan yazarlar ve aydınlar medyadan teker teker ayık lanıp kovuluyor. Savaş atmosferini toplumun tü müne yaymak için her çareye başvuruluyor. Anaların gözyaşları, ağıtları ve burjuva “ulusal çı karlar” adına ölüme gönderilen gencecik insanla rın ölüleri kullanılıyor. Medya, şovenizm ve milliyetçiliği yaymak için, ölülerin “yürek sızlatan” tefrikalarını yayınlıyor. Kürt halkına karşı yeni bir linç dalgası örgütleniyor. Burjuvazi halkı, işçileri, emekçileri savaş atmosferine sokmak için o çok bildik silahı, milliyetçilik ve şovenizmi, provokasyonlarla bileyerek kullanıyor. Halklar, milliyetçilik ve şovenizm zehriyle birbirinin kar şısına dikilmeye çalışılıyor; işçi sınıfına, emek çilere ve Kürt halkına yöneltilen saldırı, bölgedeki savaş hazırlıkları ile iç içe yürütülüyor.
İşçi Sınıfına Yeni Bir Ekonomik Ve Siyasi Saldırı: Kıdem Tazminatı Fonu
İşçi sınıfı; uzunca bir dönemden beri sermayenin ağır ideolojik, ekonomik ve siyasi saldırısı altın dadır. Sadece siyasi olarak değil, ekonomik olarak da silahsızlandırılmıştır. Sendikalar, devletle ve işverenlerle girdikleri girift ve kirli ilişkilerden dolayı önce sınıf mücadelesinden, ardından da işçi sınıfından koptular. Böylece sınıf, burjuvazi nin her türlü saldırısına açık hale geldi; saldırılar altında sınıf dayanışması ve sınıf refleksinden uzaklaştı. rekabet, pasifizm, itaatkârlık, bireyci lik ve tarikatçılık işçi sınıfı içinde güçlü bir yer edindi. Örgütsüzlük; burjuva milliyetçiliğinin ve şovenist ideolojinin sınıf içinde kökleşmesini daha da kolaylaştırdı. Bu süre içinde işsizlik ve “esnek çalışma” işçileri birbirine düşürmenin, onlara boyun eğdirmenin etkin bir silahı olarak kullanıldı, kullanılıyor.
Yine de burjuvazi, “işçi sınıfını sermayenin nesnel bir gücü haline getirmek için” saldırılarına ara vermeden devam ediyor. Çünkü o, işçi sınıfı nın sınıf olarak davrandığında neler yapabilece ğini iyi biliyor. Burjuvazi; işçi sınıfının bugünkü geriliğini, da ğınıklığını, güçsüzlü ğünü değil, harekete geçtiğinde altüst edici gizil gücünü veri olarak alıyor ve bu gizil gücü harekete geçirecek me kanizmanın yani kri zin işbaşında olduğundan hareket ediyor.
Ayrıca burjuvazi; Kürt ulusal hareketinin si yasallaşmasını en üst düzeye çıkardığı ve devleti zorladığı bir ortamda, işçi sınıfının, emekçilerin bilinç ve örgütlülükleriyle sürece dahil olmasının, kendi güçsüzlüğü demek olduğunu ve sonunu ge tireceğini kavrıyor. Kıdem tazminatı fonu tam da bu ortamda, yani işçi sınıfının saldırıya açık olduğu bir anda, burjuvazinin, işçi sınıfına karşı bir savaş ilânıdır.
Kıdem tazminatı fonu, burjuvazinin ve onun dümen suyundaki sendikacıların vaaz ettikleri gibi işçi sınıfına yönelik salt bir ekonomik saldırı değildir. elbette ki bu yeni düzenlemeyle işçilerin ekonomik haklarının bir kısmı daha gasp ediliyor. Öngörülen düzenleme işverene sadece daha az prim ödeme kolaylığı getirmekle kalmıyor, aynı zamanda işçinin kıdem tazminatına fiili olarak ulaşmasını da zorlaştırıyor, hatta imkânsızlaştırı yor. Devlet hem işvereni işçiye tazminat öde mekten kurtarıyor, hem de işsizlik sigortası fonunda olduğu gibi, istediği şekilde kullanacağı bir fona sahip oluyor.
Eski uygulamada işveren tarafından işçiye be lirli koşullar altında (işten ayrılma, atılma ve emeklilik) ödenmesi öngörülen ancak çoğu du rumda ödenmeyen kıdem tazminatı aslında işçinin işverene her yıl açtığı faizsiz bir kredi gibidir. Öyle ki, sonuçta işçiye ödenen, işçinin işverene açtığı bu kredinin faizinden bile azdır. O halde iş verenler, işçinin kendilerine açtığı bu faizsiz kre diden kurtulmak için neden bu kadar hevesliler? Birinci neden, ekonomiktir; işveren fona daha az katkıda bulunacaktır. Ayrıca bu uygulamayla esnek çalıştırma, daha da kolaylaşacaktır.
İkinci ve en önemli neden politiktir; işveren işçiyi işten attığında ona taz minat ödeme zorunlu luğundan kurtulacaktır. Böylece işçileri sendi kal ve siyasal neden lerle, hiçbir tazminat ödeme sorunu olmadan topluca işten çıkartabi lecektir.
Özetle; kıdem tazminatı fonu yasallaştığında, işçi sınıfının sendikal ve politik örgütlenme ça balarına vurulan yeni bir darbe olacaktır. Artık sendikal ve politik nedenlerle işçilerin topluca işten çıkarılmasının önünde yasal ve caydırıcı hiç bir engel kalmayacaktır.
İşçi sınıfı bunun farkında olsa da, olmasa da “kıdem tazminatı fonu” işçi sınıfına karşı burju vazinin tek taraflı bir savaş ilânıdır. elbette sal dırı bununla sınırlı kalmayacaktır. esnek ve güvencesiz çalışmanın yaygınlaştırılması, bu sal dırının bir parçasıdır. Amaç, zaten ideolojik ola rak büyük ölçüde teslim alınmış olan işçi sınıfının bu konumunu fırsat bilerek, sermayenin nesnel bir bileşeni düzeyine getirmektir. Bu, aynı za manda burjuvaziye krizi hafifletmek olanağını da sağlayacaktır.
Durum bu kadar açıkken, bu saldırının siyasal boyutunu işçi sınıfından gizlemek, sınıfa yapıla bilecek en büyük ihanettir.
Kürt Halkı, Otuz Yıldır Savaşın İçindedir
Kürt halkının ulusal birliğini pekiştirerek özgür lük hareketinin etrafında kenetlenmesi, Kürt ulu sal kurtuluşunda yeni bir döneme işaret ediyor. Artık devlet, siyasallaşmış bir halk hareketiyle karşı karşıyadır ve stratejisini de buna göre yeni den çiziyor. Başbakan Erdoğan, 15 Temmuz’da yaptığı açıklamayla yeni bir stratejinin uygula maya konulduğunu belirtiyor. “Teröre” karşı mücadele, Kürt halkına karşı savaşa dönüşüyor. Kürt özgürlük hareketinin ilân ettiği eylemsizlik süresi boyunca sürdürülen operasyonlar, sivil itaatsizlik eylemlerine yapılan saldırılar, tutuklamalar, ordu ve polisin fiili olarak kullandığı sınırsız yetkileri terörle mücadele yasasında değişiklikle yasallaş tırma girişimleri, yeniden hortlayan “faili meç huller” ve son olarak DiyarbakırSilvan’da yaşanan provokasyon; Kürt ulusal birliğini etki sizleştirme, özgürlük hareketini tasfiye etme giri şimlerinden sonuç alamayan burjuvazinin, yeniden “inkâr ve imha” politikasına döndüğünü gösteriyor. Devletin; BDP’nin demokratik özerklik ilâ nını, gerillaya ciddi bir darbe vurarak boşa çı karma girişimi, burjuvazinin savaş planını olduğu kadar, bu planın hiçbir kural tanımadan yürütüle ceğini de açığa vurdu.
Devlet; seçim süresi içinde ve sonrasında Kürt sorununun barışçı çözümü etrafında toplumun farklı kesimlerinde oluşan konsensüsü ve özgürlük hareketinde sağlanan Kürt ulusal birliğini baltalamak için provokasyon üzerine provokasyon düzenliyor. Burjuvazi çaresizlik içinde provokasyonlarını bile gizlemeyi beceremiyor. Her provokasyonda biraz daha çıplaklaşıyor.
Devlet, savaş planını; bir yandan kural tanımaz biçimde operasyonları sürdürürken diğer yandan da Kürt ulusal birliğini sarsmak, şovenizm ve milliyetçiliği tırmandırarak Kürt halkını yalnızlaştırmak üzerine kuruyor. Ancak milliyetçilik ve şovenizm etkili olsa da, istediği sonucu alamıyor. Kürtlüğü, Kürt özgürlük hareketinden ayırmak taktiği tutmuyor ve Kürt halkı her seferinde bilinç ve örgütlülüğüyle oyunu bozuyor.
Muhalefet: Savaş Hükümetinin Koltuk Değneği
Burjuva siyasi partilerin bir kapta toplanması; bir süreden beri devam eden, “devletin emperyalist savaş ve iç savaşa göre yeniden yapılandırıl ması”nın önemli hedeflerinden biriydi. Bugün bu hedef, çeşitli aşamalardan geçerek, “İslâmî Kemalizm” ideolojik temeli üzerinde gerçekleşmiş tir. Aralarındaki kısmi farklılıklar, oyunun kuralının bir gereğidir. Hem bölge ülkelerine karşı, hem de işçi sınıfı ve Kürt ulusal hareketine karşı izlenen politikada, aralarında ciddi hiçbir ayrılık yoktur. 15 Ocak’ta AKP, CHP ve MHP temsilcilerinin imzalayarak yayınladıkları metin, aralarındaki birliğin net bir ifadesidir. Bu metin; burjuva partiler arasında, devletin yeniden yapı lanmasına uygun olarak, rollerin yeniden belirlendiğini de kanıtlıyor. AKP, savaş hükümeti görevini üstlenirken, milliyetçiliği ve şovenizmi sokağa taşıma görevi MHP’ye, işçi sınıfı ve Kürt halkını oyalama görevi de CHP’ye havale edil miştir. Burjuva siyasetçilerin son günlerde ola ğanüstü halden söz etmeleri, CHP grup başkan vekili Hamza Çebi’nin, BDP’nin demokratik özerklik ilânını “iç savaşı başlatmak” olarak değerlendirmesi, devletin gizli iç savaş ajandasının itirafıdır.
Artık ortada ne ayrı bir iktidar, ne de farklı bir muhalefet vardır. Ortada olan, savaş hükümeti ve onun koltuk değnekleridir.
İhtiyaç Varsa, Çözüm de Vardır
Türkiye’de işçi sınıfı, emekçiler ve Kürt halkı bugün, ilân edilmemiş bir savaşın içindedir. Savaşın ana hedefi Kürt halkıdır. Bölgede ise, emperyalist savaş genişleme eğilimini koruyarak sürüyor.
Kapitalizm, kriz içinde debelendikçe daha da barbarlaşıyor; savaş tehdidi, bütün dünyayı saracak ölçüde büyüyor. İşçi sınıfının ve halk ların kapitalist barbarlığa, emperyalist kıyıma karşı mücadeleleri ağır aksak da olsa gelişi yor. Dünyanın her yerinde işçi ve halk hareketleri yeniden boy veriyor.
Savaş tehdidi ve bunun ayrılmaz bir parçası olan halkların kıyımı, bölgemizde dünyanın her hangi bir köşesinde olduğundan daha güncel ve yakıcı. Aynı şekilde devrim ve özgürlük ihtiyacı da çok daha güncel ve yakıcı.
Dünyada olduğu gibi, bölgemizde de bu ihtiyaca cevap verecek güçler, henüz toparlanma aşamasında olsalar da, vardır.
Kürt halkı için özgürlük, bir el mesafesindedir.Eğer elini uzatıp özgürlüğü yakalayamıyorsa, bu Kürt halkının örgütsüzlüğü ve/veya güçsüzlüğünden değil, Türkiye işçi ve emekçilerinin ve halkın; gerilik ve örgütsüzlük içinde kendi burjuvazisinin arkasından koşma sındandır. Bu durum; hem işçi sınıfına, emek çilere ve hem de Kürt halkına karşı burjuvazinin pervasız saldırılarının maddi te melidir.
Komünistler tıpkı 1915–1924 arasında olduğu gibi çok farklı koşullar altında tarihsel bir sorumlulukla yüzyüzedir. Ya kapitalist kriz ve savaş tehdidinin yarattığı olanaklardan devrimci bir tarzda yararlanarak, işçi ve emekçilere ulaşacak, onları bilinçlendirip örgütleyecek olan sınıf mücadelesi eksenine çekecek, Kürt özgürlük hareketiyle birlikte özgürlüğe uzanacak, ya da halkların katline yeniden tanıklık edecektir.
Hangi biçime bürünürse, hangi gerekçelere dayanırsa dayansın hiçbir şey yap(a)madan halkların katledilişine tanıklık etmek, nesnel olarak burjuvaziyle suç ortaklığıdır.
Komünistlerin görevi; yaşanmakta olan tarihe tanıklık etmek değil, kendi somut koşulları içinde tarihi değiştirmektir.