Provokasyon ve İmha

Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun” politikasının ABD ve müttefiklerinin Kuzey Afrika, Ortadoğu ve Kafkaslarda yürüttüğü emperyalist paylaşım ve işgalin bir parçası olduğu bölgedeki gelişmeler tarafından her gün biraz daha doğrulanıyor. ABD’nin siyasal olarak denetleyemediği Libya, Suriye ve İran’ı, Türkiye aracılığıyla istikrarsızlaştırma ve operasyonel bir güç yaratma taktiğine Türk burjuvazisi, emperyalist hevesler ve bölge savaşını Kürt halkına karşı bir imha savaşına dönüştürebilme umuduyla cankurtaran simidi olarak sarıldı.

Ancak değişen güç dengeleri ve bunun bölgede yansıması olan emperyalist savaş bloklaşması, ABD’nin savaş planının istenildiği gibi yürümesini engelleyince Türkiye için hevesler bir anda kâbusa dönüştü. Planlar bozulup politika çökünce burjuvazi geleneksel yöntemini, provokasyon – imha politikasını devreye soktu.

Provokasyon – imha, Türk burjuvazisinin İttihat Terakki’den bu yana sistemleştirip yürüttüğü bir politikadır. Hatırlanacaktır, birçok Ermeni, Pontus, Süryani vb. katliamı, birbirine benzer provokasyonlarla başlatıldı. Bu provokasyonlarda ağırlıklı olarak dinsel motifler ( camilerin yakılıp yıkıldığı, Müslümanların katledildiği vb.) kullanıldı. 6 – 7 Eylül Grek katliamı, Kanlı Pazar, Çorum, Kahraman Maraş, Sivas yakın tarihin kanlı provokasyon – katliam zincirinin birer halkasıdır.

Bugün provokasyon – imha zinciri Kürt halkını hedef alıyor. Kürt özgürlük mücadelesi karşısında her gün biraz daha çaresizleşen burjuvazi, çareyi provokasyon – imha’da görüyor. Bugün dünden farklı olarak provokasyon – imha zinciri, bölge savaşıyla birlikte organize ediliyor.

AKP Gaziantep milletvekili Şamil Tayyar, yaklaşık bir ay önce PKK’nın, Gaziantep’in merkezinde bomba patlatacağını köşesinden duyurdu. Tayyar’ın çeşitli ve güçlü bir istihbarat kaynağına sahip olduğundan kuşku yok. Kuşku yaratan istihbaratın “yetkilileri uyarma” adı altında bir ay önceden deşifre edilmesidir. Önceden deşifre edilmiş bir istihbaratın istihbarat olmaktan çıktığı dikkate alındığında, Tayyar’ın deşifrasyonundan, senaryonun çok önceden hazırlandığı ve uygulamaya konulduğunu çıkarmak hiç de komplo teorisi sayılmaz. Buna bir de bombanın, en başta CİA ve Mossad olmak üzere her soydan istihbarat örgütü ve bunlara bağlı taşeron örgütlerin serbestçe faaliyet gösterdiği bir bölgede patlatıldığı eklendiğinde olayın bir provokasyon olduğu yolundaki kanı daha da güçleniyor. Ayrıca eylem, hem iç savaş hem de bölge savaşı peşinde koşan burjuvazinin hazırlıklarıyla da uyumludur.

Tayyar’ın duyurusuyla eylemin yeri ve biçimi belirlenmiş, eylemi yapacak örgüt de deşifre edilmiştir ve sonuçta eylem tam da deşifre edildiği gibi gerçekleşmiştir. Bombanın patlatılmasının ardından, devletin kara propaganda aygıtının PKK’nin eylemi üstlenmemesi ve BDP’nin açık bir dille kınamasına rağmen, devreye girmesi, her soydan ve her boydan “uzman” ın TV programlarında hep aynı teraneyi seslendirmesi provokasyonun önceden planlanıp hazırlığının yapıldığının başka bir kanıtıdır. Eylemin provokasyon – imha zincirinin yeni bir halkası olduğunu gösteren başka bir kanıt da eylemin hemen ardından BDP’ye karşı bir “haçlı” seferinin başlatılması, BDP il ve ilçe binalarının kundaklanmasıdır.

İşler bununla da kalmıyor, Kürt halkına karşı imha hazırlığı, gittikçe genişleyen bir bölge savaşı hazırlığıyla birlikte yürütülüyor. Provokasyon Suriye’den sonra İran’ı da hedef alacak biçimde genişletiliyor. Kara propaganda, eylemi sadece PKK’nin yaptığını iddia etmekle kalmıyor, PKK’nin arkasında Suriye ve İran’ın olduğu iddiasını de ileri sürüyor. Daha düne kadar sıfır sorunla tanımlanan bu iki devletle olan ilişkiler, bugün sırf sorun oluyor. Bu durum provokasyonun  hedefini  ortaya koyduğu gibi örgütleyicilerini de ele veriyor.

Provokasyon zincirini geliştirmek ve savaş hazırlıklarını tamamlamak üzere çeşitli kılıklar altında ( gazeteci, insan hakları savunucusu, uzman vb. ) emperyalist devlet ajanları Türkiye’yi mesken tutuyor.

ABD – İsrail – Türkiye arasında “operasyonel mekanizma” adı altında yeni bir provokasyon merkezi kuruluyor. Emperyalist kara propaganda da boş durmuyor. Suriye her gün yeniden ve yeniden “muhaliflerin” eline geçiyor. İngiliz basın organları, “istihbarat kaynaklarına” dayandırdıkları bir haberde, İran’ın dini lideri Hamaney’in, militanlarına ABD, İngiltere, İsrail, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a karşı “terörist” eylem yapma emrini verdiğini birinci sayfalarından duyuruyor. Türkiye İran’ın uyarılarını savaş kışkırtıcılığının bir aracı olarak kullanıyor. Bütün  bunlar, provokasyon – imha zinciri ve savaş hazırlığının önümüzdeki dönemde artarak süreceğini gösteriyor.

Şamil Tayyar, CNN Türk’te katıldığı programda bunun işaretlerini veriyor. Şamil Tayyar, il il ( Gaziantep, Mersin, Adana, Hatay, Kilis ) yeni provokasyon merkezlerini sıralamakla kalmıyor, dikkatleri Gaziantep Organize Sanayi Bölgesine çekiyor. Organize Sanayi Bölgesinde çalışan işçilerin büyük çoğunluğunun Kürt olduğunu belirterek burada başlayan ve hızla bütün organize bölgesine yayılan işçi eylemine karşı devleti uyanık olmaya çağırıyor.

Burjuvazi ve onun temsilcileri gelişmiş bir sınıf bilinciyle hareket ediyor. Onun için ister ulusal, ister dinsel, ister sınıfsal vb. olsun haklarını arayan, ekonomik ve siyasal hakları için mücadele eden herkes teröristtir, düşmandır. İşçi sınıfı bu gerçeği görmek, Kürt halkının imhasının kendi imhası olduğunu anlamak, Kürt kurtuluş mücadelesinin kendi mücadelesi olduğunu kavramak durumundadır.

İşçi sınıfı on yıllardır devrimci siyasete uzak durarak, Kürt Özgürlük Mücadelesine kayıtsız kalarak ağır bedeller ödedi. Dişe diş mücadelelerle elde ettiği bütün kazanımlarını bir bir kaybetti, kaybediyor. Ağustos ayında hazırlanan kıdem tazminatı yasasını geri çekmesi, AKP’nin bir geri adımı değil, burjuvazinin politika yapamaz bir duruma sürüklendiği bir ortamda, işçi sınıfına, onu imha ve savaş politikasına ortak etmek üzere, verilmiş geçici bir süs payıdır.

İşçi sınıfı bugünkü, siyasetten uzak durma ve Kürt Özgürlük mücadelesine kayıtsız kalma tavrını sürdürdüğü müddetçe, kıdem tazminatı da dahil, bugüne kadar olandan çok daha ağır bedeller ödemek zorunda kalacaktır.

Gaziantep’te patlatılan bomba, güçlü bir milliyetçi –şoven dalgayı da beraberinde taşıyor. Bütün burjuva kurum ve partileri birleştiren, örgütsüz ve bilinçsiz yığınları peşinden sürükleyen bu dalgada burjuvazi imha ve savaş politikasının zaferini arıyor. Toplumun hemen tüm kesimlerini farklı dozda etkisi altına alan bu türden milliyetçi-şoven dalgaların kimi sosyalist hareketlerde ulusalcı ve sosyal-şoven eğilimleri besleyip güçlendirdiği geçmiş deneyimlerden biliniyor. Sosyalist hareket bu kez oyunu bozmalı, provokasyonlara devrimci bir tavırla karşılık vermeli ve saflarında yeni kırılmalara izin vermemelidir. Burjuvazinin Kürt halkına, işçi sınıfına imha ve savaşı dayattığı sınıf mücadelesinin bugünkü evresinde, devrimci hedeflerden geri çekilerek, burjuva politikalarla uzlaşma yolları arayarak, Kürt olmadığını ispat ederek yara almadan kurtulmayı düşlemek  ahmaklıktır, kendi köleliğinin zincirini perçinlemektir.