Aydınlanma düşüncesinin 18. yüzyıldaki temsilcileri ansiklopedistler*, gerek Berkeley idealizmine karşı, gerekse de birçok alanda dinsel ideolojilere karşı, bilimsel bilginin üstünlüğünü kanıtlama uğraşındaydılar. Bu mücadele sürecinin kazananı olarak Aydınlanma düşüncesinin, dinsel ideolojiler karşısındaki zaferi, burjuva devrimlerini muştuluyordu.
1848 devrimleri ile beraber proletaryanın, Avrupada eş zamanlı olarak tarih sahnesine çıkışı, Aydınlanma ile dinsel ideolojiler karşısında zafer kazanmış burjuvaziyi oldukça korkuttu. Marx’ın manifestoda betimlediği komünizm hayaleti, Avrupa üzerinde dolaşırken ürkek burjuvazi, iktidarını korumak ve garantilemek için dinsel ideolojilerle ittifakı şatafatlı törenlerle ilan etti.
Burjuvazinin devrimciyken sarılmaktan çekinmediği materyalist düşünce, yerini yeni bir tür idealizme bırakmalıydı. Zaten feodalizme karşı savaşta “bilimsel bilginin” yansız ve çıkardan arındırılmış olduğu iddiası az çok şekillenmişti. Bu anlayışa göre bilimsel düşünce, salt görünenle, olgularla yetinmeli ve bilimsel gelişmelerin tarihi yeni baştan yazılmalıydı. Bu çerçevede salt görünenle yetinmeye razı olacak olgularla sınırlı bir ideolojiye ihtiyaç duyuluyordu. Deneyciliğin babası sayılan, Kopernick devrimine(1) karşı çıkmış, Kopernick ve iddiaları “halkın sağduyusunu zorluyor’’ diyen bir Bacon, Newton ve Galileo’nun yanı başına konularak yeni bir bilim tarihi ve ideolojisi yazılmaya çalışıldı. Newton ve Galileo’nun teoremlerinin, kendinden önceki bilimsel devrimlerle bağları kopartılarak, deney ve gözlem yoluyla elde edilmiş önermeler olarak kavratılmaya çalışıldı.
Günümüz dünyasında da halen birçok devamcısı, temsilcisi olan Bacon, gözlemlenebilen, deneyimlenebilen şeylere itibar etmek gerektiğini savunarak, tek tek olguları yüceltmek suretiyle bir tür olgu fetişizmi yaratmış oluyordu. Bu çerçevede geliştirilen mekanik nedensellik anlayışı, olgulara, çok sayıda deneye, çok sayıda gözleme ve bunlardan çıkarılan teoremlere ve yine bu teoremlerin deney yoluyla ispatlanmasına dayanmaktaydı. Bir tür tümevarım olarak adlandırılan bu anlayışa göre bilimsel önermeler ilkin, pozitif, yani olumlanabilir olabilmeliydi, ikincisiyse mantıksal olabilmeliydi. Mantıksal olmayan hiç bir önerme kabul göremezdi. Diyalektik düşüncenin savunduğu sürekli hareket ve çelişkinin yerine, sabit ve durağan bir şey olarak kavranan olguların yüceltilmesi, mekanik nedensellik anlayışının yani pozitivizmin temel kavramı haline geliyordu.
Burjuvazinin dinsel gericilikle ittifakının, bilimler alanındaki bir yansıması olan pozitivizm, bilimler dünyası ile inançların dünyası arasında bir suç ortaklığı yaratma çabasıdır. Son tahlilde bir tür inanma sistemini çağrıştıran, garip bir bilgiler, inançlar, hurafeler ittifakı ile somutlanan bir çıkar ilişkisinin varlığı söz konusudur. Dünya ya da doğa bizim isteğimize, bizim çıkarımıza göre davranmalı iddiasının felsefi dayanağıdır. Pozivitizm, modern bilimlerin bir çıkarlar sisteminden asla bağımsız olamayacağı iddiasını, Kantçı felsefeyle bağlar kurarak bilme yetisinin bir çıkar ve iktidar ilişkisinin dışında olduğu iddiasıyla davranır. “Bilim insanlarının kendiliğinden felsefesi’’ olarak da tanımlanabilecek bu duruş aslen ideolojiktir.
Daha ileriki kısımlarda daha net olarak görebileceğimiz gibi yeni bir tür tanrıbilim olarak da görülebilecek pozitivizmin güçlendirilmiş versiyonları, örneğin Viyana okulu olarak da adlandırılan mantıkçı pozitivizm, köklerini mekanik materyalist Ansiklopedist’ ler de değil de nesnel idealist kampta yer alan, Aquino’lu Thomas’da bulur. Aquinolu Thomas’ın temel felsefesi, “inanmak için bilmek gerekir” iddiası halen bugünde Katolik kilisesinin temel düsturudur. Thomas d’ Aquino’ya göre “doğrunun” iki kriteri vardır. Birincisi bir önermenin mantıksal sonuçlarının felsefi genelliklerden mantık yoluyla türetilebileceği iddiasıdır. Daha sonra söz konusu önermenin mantıksal sonuçlarının deneyim tarafından doğrulanabileceği iddiasıdır. Pozitivizmin temelleri bu iki önermede gizlidir. Pozitivist kampta “Mach” gibi “Avenarius” gibi öznel idealistlerin savunularının, materyalizm karşısında zorlanması, “Viyana okulunun” öznel idealizmden, nesnel idealizme doğru yol almasını gerektirmiştir. Nesnel idealizmin ana tezlerinin bilimsel faaliyete öncelik verir oluşu onun materyalizme yaklaştığı gibi tuhaf teoremlere neden olmuştur.
Günümüzde birçoklarının iddia ettiği gibi Pozitivizmin, materyalizmle yol arkadaşlığı bir yanılsamadır. Materyalizmi, yeni öğrenme aşamasındaki bir öğrenci ya da okuyucu benzerlik bulabilir, ancak somut olarak söylemek gerekir ki sadece görüneni benimsemek ve sadece olgulara bakmaya razı olmak materyalistlerin işi olamaz. Diğer yandan nesnel idealizmin temel önermelerine göre; mantıksal olmayan, herhangi bir matematiksel önerme, bilimsel olamaz ya da mantığın sınırlarını zorlayan “devrim” benzeri toplumsal durumlar, mantıksal olmadığı ve deneyimlenmesine de pek sık rastlanmadığı için mümkün durumlar değildirler. Mantık kavramının düşünceye kılavuzluk edecek doğruluk ve hakikat ölçütleri ürettiğini varsaydığımızda şu tür bir sorunla karşılaşırız.
Üretici güçlerin gelişme düzeyi bizim edindiğimiz bilgi birikimi teknik vs. bizim düşünme biçimimizi belirler. Bu nedenden dolayı bugün mantıksal görünen bir önerme, gelecekte bilimsel bilginin ışığında yanlışlanabilir. Bu nedenle görece bir kavram olarak mantık, bilginin doğruluğunu değil, bilginin doğruluğunu ifade eden düşünce ve kavramların kendi içsel bütünlüğünün doğruluğunu inceler. Böylece mantıksal olarak doğru olan bilgi ve bilim anlamında yanlış olabilir. Örneğin Kopernick’ in önermesi de mantıksal değildi. Güneş ve ayın dünyanın etrafında dolaşıyor olması, çıplak gözle bakıldığında dünya ve ayın güneş etrafında dolanıyor oluşuna oranla daha mantıksal bir önermedir. Ayrıca mantık denen sürecin, verili üretim ilişkilerindeki egemen eğilim tarafından şekillendirildiğini göz önünde tutmak zorundayız. Bu nedenle de her mantıksal önermenin bilimsel olma şansı yoktur.
Ayrıca pozitivizm, diyalektik materyalizme karşı verdiği savaşı galibiyete dönüştürmek için diyalektik ve tarihsel materyalizmi, kaba mekanik bir materyalizme indirgemeye pek heveslidir. Pozitivizm, olgulara verdiği önem üzerinden kendisini materyalizmle eşdeğer sayar. Materyalizmle kurduğu ilişki üzerinden de kendi amprik yöntemini diyalektik materyalizme karşı dayatır. Hatta “Viyana çevresinin” kurucularından Philippe Frank, mantıkçı-ampirizmin formülasyonlarını öne sürerken kendisini de materyalist ilan etmiştir, ancak bu konuda Lenin’in Ampriokritisizm’de (sayfa 178.) Frank’la yaptığı tartışmaya bir an için dönmekte yarar vardır. Philippe Frank’ın iddiasına göre “teorik doğa bilimlerinin (süredurum yasası, enerjinin sakınımı kanununun vb.) en genel ilkelerinin çoğunun kökeninin görgücülük mü yoksa önselcilik mi olduğunu söylemek çok güçtür. Bunlar ne biri ne ötekidir. Bunlar insanın keyfine bağlı salt saymaca(itibari) önermelerdir.”(2) görüşünü savunurken Lenin’in itirazı gerçekten şaşırtıcıdır.
Lenin bu iddialara karşın asıl olan nedir sorusunu sorar ve Engels’in Klasik Alman Felsefesinin Sonu kitabından alıntı yaparak filozofların hangi kampta yer aldıklarını deklare etmelerinin bir önemi yoktur. Onlar yapıtlarında neyi birincil aldıklarına göre sınıflanabilirler alıntısını tekrarlar. Evet, Lenin’e ve Engels’e göre bir filozof kendisini materyalist kampta görebilir ve oradan materyalist olduğuna dair pek çok iddiada bulunabilir. Ancak Frank’ın yaptığı gibi birincil aldığınız şey, insanın “keyfiyet”i, ise materyalist kampta işiniz olamaz. Devam edecek olursak teorik doğa bilimlerinin saptanma yönteminin “iradi” ya da öznel olduğunu söylemek, idealist yaklaşımın her zaman savuna geldiği bir anlayıştır. Diğer yandan bilim ideoloji ekseninde yürüyen mücadele hattının öznel olduğu nitelemesi bilimsel mücadeleler tarihine haksızlıktır. Kopernick ‘in bir ilahiyatçı olduğunu görmezden gelerek yapılan bu saptama özneldir. Ayrıca da Newton’a Galileo’ye de haksızlıktır. Aslında Frank’ın bu yaklaşımı, tüm bilim tarihini yeni baştan ideolojik olarak keyfiyet üzerinde yeniden kurmaktır. Ayrıca materyalistlere göre hiçbir bilimsel önerme öznel iradeden ve/veya salt “deneyden” türetilemez. Elinizde bilimsel bir teoriniz yoksa tek tek olgulardan ve/veya deneyden bir sonuç elde edemezsiniz. “Pozitivizm Eleştirilerine Giriş-1**”de yazdığımız gibi tekrar edecek olursak, bilimsel önermeler, matematiksel olarak ispatlandıkları ölçüde değerlidirler. Bu ispat, deneysel değil, teorik ya da matematiksel bir ispattır. Çünkü matematiksel işlemlerin nesnellikle bir bağlantısı, yakınlığı olmasaydı, matematiğin pratiğe yönelik uygulanabilirliği de söz konusu olamazdı. Bundan dolayıdır ki, bilimsel önermenin teknolojik bir açılımı sağlaması amacıyla “deney” gündeme gelir ve o önermenin bu yolla yaygınlaşması sağlanmış olur.
Philippe Frank, 1949 yılında yazdığı modern fizik ve felsefe başlığı altında toparlanan yedi makalesinde, Lenin’in eleştirilerini 1920‘li yıllarda fark ettiğini söyleyecek ve Sovyetler Birliğinin resmi felsefesi olan diyalektik materyalizmi, mantıkçı pozitivizmle yakınlaştırmaya çalışacaktır. Viyana okuluna yöneltilen idealizm eleştirilerinin haksızlık olduğunu söyleyerek kendince ortak bulduğu noktaları sıralamaktadır; “1-Bilim materyalist olmalı ama mekanistik değil, 2-Bir önermenin doğruluk kriteri, önermenin fiili yaşamda doğrulanmasıdır ki bu, somut doğruluk öğretisidir. 3-Bilimsel önermeler bu önermelerin yalnız bilimin önceki aşamalarına özgü önermelerle olan mantıksal bağları çerçevesinde kavranmaya çalışılmalıdır. Bu nedensel bağlar bilim sosyolojisi denen özel bir olgular bilimi sayesinde saptanır.”(3)
Frank’ın önermelerini tek tek inceleyecek olursak Diamat ile arasındaki yakınlık ya da uzaklığı daha net ifade edebiliriz.
Birinci önermenin genel bir önerme olması ve doğrulanabilirliğinin kendinden sonraki önermelerle ilgisi olmadığından dolayı kendi başına ele alınmalıdır. Bu anlamda bilim alanında ortaya atılan teoremler ya da önermeler kendinden önceki teoremlerle yürüttükleri tartışma üzerinden şekillenirler. Bu süreçte önceki önermenin devamı olarak ya da onun eksik bıraktığı normlar üzerinden teoremler üretilebilir, bazen da o önerme, kendinden önceki önermelerle bir kopuş yaşamak durumunda kalabilir. Ancak var olan problematik, her zaman kendinden önceki önermenin uygunluğunu yeniden ele almak zorundadır. Bu nedenle bilimsel önermeler, ideolojiden, bilime doğru bir yolculuğun taşıyıcı unsurlarıdır. Frank’ın birinci önermesinin birçok materyalist ya da Marksist tarafından safiyane bir biçimde doğru kabul edildiği vaka olmasına karşın birinci önerme, bir iradeyi öznel bir çabayı ifade ettiği ölçüde kendi başına hiç bir şey ifade etmez, bu önerme Frank’ı materyalist yapmaya yetmez. Birinci önerme ayrıca anlamsız bir önermedir. Frank, burada felsefenin konusu ile bilimin konusunu karıştırmaktadır, bilimin konusu zaten materyalisttir, materyalist olamayan şey ise bilim insanının kendisidir. Bundan dolayıdır ki bu bilim insanları, bilimsel alanda bir yerlerde tıkandıkları zaman felsefe yapma ihtiyaçı duyarlar, muhtemelen de başvurdukları felsefe yine birçok verili durumdan hatırlanacağı üzere, idealizmin bugünkü temsilcisi pozitivizm olacaktır. İşte bu nedenlerden, bilimsel önermeler, materyalist olmalı tezi, anlamsız bir temennidir. Bilimsel önermeler ile ideolojik önermeleri ayırt edemediğimiz zaman bilimin materyalist olması gerektiği tezini yineler dururuz. Diğer yandan Frank, birinci önermesini açıklarken Diamat’ın yetersizliğini, Diamat’ la metafizik materyalizmi eşleyerek kanıtlama uğraşına girişir. Diamat’ın bilim ilkelerinin objektif karakterini vurgulamasını yetersiz görerek, bu yetersizlik noktasında onun kendine özgü sonuçlarının gerçekleştiremeyeceğini savunur.
Frank, Materyalizmi yanlış kavrayınca onun derin objektivitesini görmesi de olanaksızlaşıyor. Bilimsel teoriler, veya araştırma programları, bilim insanlarının kararlarının sonucu değil, bilimsel pratiğin sonucu olarak gelişirler ya da bata çıka, tabiri caizse el yordamıyla ilerlerler. Bilimsel pratik, belirli bir toplumda, o topluma uygun bir rol veya fonksiyon icra etmesi ölçeğinde özerk bir pratik olarak varlık kazanır. Bu nedenle de Frank, bu özerk alanın “zihinsel bir özel alan” olduğu vargısına ulaşıyor. Devam edecek olursak, Materyalistlere göre teoriler, düşünceler dünyasında özerk biçimde yer almazlar. Bilimsel teoriler, reel objektif bilimsel pratiği kısmen şekillendirirler. Bu pratik süreç dönüşüme ve yeni teoriler üretmeye elverişli bir pratiktir. Daha da önemlisi teorilerle dünya arasındaki bağ zihinsel bir dünya aracılığıyla değil bilimsel pratik vasıtasıyla kurulur. Eğer böyleyse bilimsel pratik alanında keyfiyete, öznelliğe yer yoktur. Frank yanlış anlamaya devam ediyor kendi mantıksal pozitivizmi ile bağlar kurmak için materyalizmin bu objektif bakışının sadece görünenle yetineceğini iddia ediyor. Yani sürekli bir keyfiyet arıyor. Bilimsel faaliyetin, tek tek bilim insanlarının iradesinden, keyfiyetinden bağımsız olabileceğini kavrayamıyor. Materyalizmin bilimsel faaliyet içindeki tüm subjektif unsurları dışlama özelliği yanlış anlaşılıyor.
İkinci önermeye bakacak olursak burada denilmektedir ki bir önermenin doğruluk kriteri fiili yaşamda doğrulanmasıdır. Frank, buna da ‘’somut doğruluk’’ öğretisi adını vermektedir.
İkinci önermede de materyalizmi eksik kavramışsak bize sorunlu görünmeyebilir. Çoğu zaman doğrularız da; örneğin Frank’a göre Ekim devrimi, Marx’ın teorisinin doğrulanması olabilir. Sosyalizmin Sovyetlerdeki yenilgisi de doğrulanmaması anlamına geleceği içinde bilimsel sosyalizm, somut olarak doğrulanamayan bir teoridir demek durumunda kalırız. Bu nedenle de pozitivizmin, Marksizm’in içine girdiği bu somut doğruluk hikayesini çözmek zorundayız. Marksizm’in birçok eğiliminin pozitivistleşmesi somut doğruluk hikayesindedir bizce
Bir önermenin somut gündelik yaşamda doğrulanamıyor oluşu o önermenin geçersizliğini göstermez. Kopernick devrimine dönecek olursak; Kopernick’in kule argümanı dediği teorik önermeyi yeniden ele alalım. “Kule argümanına göre dünya kendi ekseni etrafında dönüyor ise bu durumda dünya üzerindeki her herhangi bir cisim, ikinci bir cisme doğru önemli bir uzaklığı kat edecek demektir. Eğer bir taş hareket eden bir dünyaya inşa edilen bir kulenin tepesinden bırakılırsa doğal hareketini sürdürecek dünyanın merkezine doğru düşecektir. O bunu yaparken dönüşünden dolayı dünyanın hareketini paylaşıyor olacaktır. Neticede taş dünyanın yüzeyine ulaştığı zaman, kule taşın aşağı doğru yolculuğunun başlangıcında işgal ettiği konumdan çıkmış bulunacaktır. Bu nedenle de taş kulenin ayağının biraz ötesine düşmelidir. Fakat bu durum uygulamada vuku bulmaz. Taş kulenin dibine çarpar. Bundan da dünyanın kendi ekseni üzerinde dönmüyor olacağı sonucu ortaya çıkar. Buna göre Kopernick’in teorisi, somut olarak doğrulanamamaktadır bundan dolayı geçersizdir diyebiliriz.”(4) Peki Kopernick’in teorisi çöpe mi atılmak zorundadır. Bugün biliyoruz ki matematiksel olarak bu teorinin eksikleri giderilmiş, bu teoriye göre dünya yeniden yorumlanmıştır. Bugün elde bulunan teknolojik olanaklar birçok bilimsel teorik önermenin deneysel olarak ispatını sağlayamayabilir, bu durumda bu teorilerden vazgeçmiyorsak eğer Frank’ın önermesi bir kandırmacadan öteye geçemez. Daha farklı bir örnek verecek olursak hayatının ilk yıllarında Newton’un çekim teorisi, ayın yörüngesiyle ilgili gözlemlerde somut olarak doğrulanamamıştı. Newton’un son yıllarında yine aynı teorinin Merkür gezegeninin yörüngesinin detayları ile uyuşmadığı biliniyordu. Ancak buna rağmen bu teoremlerden vazgeçilmedi. Demek ki “somut doğruluk teorisi” işe yaramazdır. Bir şey doğrulanamıyorsa, yanlıştır tezi hiçbir zaman bilimsel bir önerme değildir.
Diğer yandan Frank, somut doğruluk teorisi ile Lenin’in felsefeyle bilim arasında ayrıcalıklı bir bağlantı olarak adlandırdığı ‘’maddeci nesnellik’’ tezini kendi ‘’somut doğrulama’’ ilkesiyle özdeşleştirmek vasıtasıyla ortaklaşa bir bağ kurma ve bağ kurarken de Diamat’ın yetersizliğini gösterme çabasına girişiyor.
Lenin’ in ampiristlerle tartışma yürütürken söylediği şeye dikkat etmek gerekir. Lenin’e göre bilimsel pratik, anti-ampiriktir. Teorinin belirleyici rolü olmaksızın bilimsel bir pratikten söz edilemez der.
Bu kavramsal düzeyi daha önce pozitivizm eleştirileri bir de somutladığımız gibi tekrarlarsak; “devrimci teori olmadan devrimci hareket olmaz.” Aslında bu yaklaşım net bir şekilde şunu açıklar elinizde bir teoriniz yoksa tek tek ampirik olgularla istediğiniz kadar uğraşın herhangi bir sonuca ulaşamazsınız demektedir. Diğer yandan Lenin, pratik süreçleri doğru kavramak için onun varlığının değerini küçümsemeksizin pratik sürecin hakkını verir. Burada yine Lenin’in somut durumun somut analizi ifadesi var olan gerçekliğe hiçbir biçimde arkamızı dönmeksizin ama ona teslim olmaksızın, taktiksel adımların farklılaşabileceğini anlatmasıdır. Bir zamanlar, Lenin’in “İki Taktik”** adlı kitabı ile “Nisan Tezleri” arasında bir çelişki arayanlar, Lenin’in pratik süreçten dolayı tezlerini revize ettiğine inanırlardı. Ancak İki Taktik de taktik olmayan şeyin temel teorik önermenin, proletaryanın öncülüğü ve hegemonyası olduğunu gözden kaçırırlardı. Bu anlamda Lenin, ne ampirizme düşer nede teorisizme; Frank’ın eğip bükmeye çalıştığı Lenin, onun gibiler karşısında sapasağlam ayakta durmaktadır. Frank’ın, Lenin karşısında dağılan ‘’Ernest Mach’ın öznel idealizminin’’ yerine nesnel idealizmi koyma çabası anlamsız ve sonuçsuz bir çabadır. Bu anlamda yakınlık kurmayan isteyenler sonuçta kendileri bilir, ancak Frank’ın önermelerinin Mach’cı ampirizmin yeniden yorumlanmasından öte bir şey olmadığı anlaşılmalıdır.
Son şıka da bakacak olursak Frank’ın önermesi bilimsel önermelerin nasıl şekillenmesi gerektiği noktasında bize herhangi bir ölçüt vermez. Tam tersine pragmatik bir yaklaşımla, bilim felsefesinden kaçma çabası ve bilimsel mücadelelerin tarihinin üstünü örtme derdi olarak görülmelidir.
Frank, bir diğer makalesinde ise, Kuantum fiziğindeki gelişmelerin kendi fikrini doğruladığını kanıtlama çabasına girişir. Lenin’in 1908’de Materyalizm ve Ampiriokritisizm’de “keyfiyet” üzerinden kendisine yönelttiği “öznel idealizm” eleştirilerini, Kuantum fiziğinin idealist yorumları ile birleştirerek tekrardan karşılama gayretkeşliğine yönelir. Diamat’la kurmaya çalıştığı ilişkide olabildiğince kendini materyalist sayan bir dil tutturmaya çalışırken, sonuç olarak nesnel idealist kampta yer alan Frank, Kuantum fiziğinin idealist yorumuyla da, yeniden “geçmişte bıraktım dediği” öznel idealizmin yollarına gül döker. Determinizm kavramından indeterminizme doğru bir yolculuğa çıkmaya çalışıyor; “Her fiziksel yasanın biçimi, fiziksel sistemin durumunu betimlemek (resmetmek) için kullanılan değişkenlere, bu değişkenlerin neler ve nasıl olduğuna bağlıdır. Belli bir fenomenler alanı, kimi değişkenler çerçevesinde determinist yasalara uyum gösterirken başka bir değişkenler açısından hiç de determinist davranmayabilir.” (5) demektedir. Bu tezi ileri sürdükten sonrada Ernest Mach’ın görüşlerinin geçerli olduğunu bunun da Niels Bohr’un 1936’da Kopenhagen’da ileri sürdüğü formüller ile doğrulandığını iddia etmektedir; “Tanecik kimi zaman sadece belli bir konuma sahip, kimi zaman sadece belli bir hıza sahip olan tanecik biçiminde ortaya çıkar.” (6) denmekteydi. Ayrıca Bohr’a göre ölçme sistemi bozuyordu. Bu tanecik siz onu ölçünceye kadar gerçek olamazdı. Gözlemlenene kadar ölçülemezdi ve yoktu önermesi ile nedenselliğin yerini belirsizliğin aldığını kanıtladığını düşünüyordu.
Maddi dünyanın nesnelliğini reddeden Frank’ın mantıksal pozitivizminin, determinist ve materyalist olma şansı yoktur. Diyalektik materyalizm, çok net bir şekilde dünyayı duyularımla algılarım, ancak dünya benim duyularımdan bağımsız olarak vardır önermesi ile diğer anlayışlardan net olarak ayrılır.
Mantıksal pozitivizmin, yeni dönemdeki kalkış noktalarından biri de gözlemleme eyleminin keyfi olduğu iddiasıdır. Aslında bu tür iddialar, yirminci yüzyılın başlarında çürütülmüştür. Gözlemleme eylemi, gözlerimizin bir dış kaynaktan gelen ışık ve ışık dalgaları (fotonlar) biçiminde enerji aldığı anlamına gelir. Burada Materyalizm ve Ampiriokritisizm’in 50. sayfasına dönecek olursak; “Eğer renk yalnızca retinaya bağlı bir duyumsa (doğa bilimlerinin sizi kabul etmeye zorladığı gibi), o takdirde retina üzerine düşen ışık ışınları renk duyumunu üretir. Bu demektir ki, bizim dışımızda, bizden ve bizim zihnimizden bağımsız olarak, bir madde hareketi vardır, diyelim ki belirli bir uzunluk ve belirli bir hızda retinaya etki eden eter dalgaları renk duyumunu üretir. Doğa bilimlerinin sorunu ele alışı tastamam budur. Farklı renk duyumlarını, insan retinasının dışında, insanın dışında ve ondan bağımsız olarak varolan ışık dalgalarının farklı boylarıyla açıklar. Bu materyalizmdir: Duyu organlarımız üzerinde etkide bulunan madde, duyumları üretir. Duyumlar, beyine, sinirlere, retinaya vb.ne yani belli bir biçimde örgütlenmiş maddeye bağlıdır. Madde birincildir. Duyum, düşünce, bilinç, belli bir biçimde örgütlenmiş maddenin en üst ürünleridirler. Bunlar genel olarak materyalizmin ve özel olarak da Marx ve Engels’in görüşleridirler.” (7) der.
Doğanın bir parçası olan insan soyu da, onun temel dinamiklerinden bağımsız değildir. İnsanın bir madde ile kurduğu gözlemleme ilişkisi, o maddenin varlığını ya da yapısını değiştiren bir sürece evrilmez. Işığın genel hareketinin bir sonucu olan görme ve duyumsama ışık ortadan kalktığında işlevsiz kalacaktır. Yani iddia doğruysa insanın, ışığın olmadığı bir ortamda ışığın yerini alabilecek bir argümana doğal olarak sahip olmasını gerektirir. Bu nedenle fotonların ya da ışık demetinin maddeyi ya da cisimleri etkilemesinden daha farklı ikinci bir etkileme söz konusu değildir.
Böylesi bir felsefe sadece bilimin kendisiyle değil bütün insan deneyimiyle de uyuşmazlık halindedir. Bohr ve Frank’ın savunduğu çerçeve spekülatiftir. Bilimsel süreçler bu spekülasyonlara rağmen kendi çizdiği materyalist yolda yürümektedir. Erwin Schrödinger, yukarıda anlattığımız Kuantum mekaniğinin idealist yorumlarıyla yaptığı düşünce deneyi ile dalga geçmiştir. Shrödinger’ in kedisi olarak bilinen bu deneye göre gözlemlemediğimiz sürece kedi ne canlı ne de ölüdür düşüncesine karşın, kedinin canlı ise bizim gözlemimizden bağımsız olarak canlı olduğunu, kedi eğer ölmüşse yine bizim gözlemimizden bağımsız olarak ölü olduğunu ifade etmiştir. Yani gözlemlemeden önce kedinin ya da radyoaktif maddenin olmadığı fikri tamamen absürd bir fikir olarak karşımızda durmaktadır.
Ancak kuantum mekaniğinin bu gün güncel popüler bir söylem olarak sadece Kopenhag yorumu diyebileceğimiz idealist yorumundan farklı olarak, Berlin ekolü olarak adlandırılan materyalist yorumuna yönelik görmezden gelme eğilimine karşı bir duruş da sergilemek zorunluluktur.
Determinizm meselesine yeniden dönecek olursak eğer, bu konuda Türkiye’nin tek filozofu sayılan Yılmaz Öner’ in eleştirisini dikkate almak gerekmektedir. Buna göre Pozitivizme yönelik ciddi eleştirilerde bulunan Yılmaz Öner geliştirdiği Frank eleştirisinde şöyle demekteydi; “Bizce indeterminist gibi görünen bir fenomenin determinist köklerini bulma sorunun çözümü, determine etmeye yetersiz eski değişkenlerle yeni değişkenler arasındaki belirsizlik boşluğunu dolduran yeni ilişkilerin yeni bir felsefe çerçevede saptanmasında yatmaktadır.” (8) Yılmaz Öner’in çalışmalarında, Heisenberg’den etkilenerek başlayan bu yolculuğu, 1970’lerde Sovyet felsefecilerle tanışması sonrasında ‘’arıza’’ kavramını benimseyecek ve pro-determinist diyalektik materyalizm adı altında bir felsefe oluşturmaya çalışacaktır. Ancak Yılmaz Öner’in çalışmaları incelendiğinde, Diamat ’ın incelikli bir yorumuna sahip olduğu görülecektir. Yılmaz Öner’in Sovyet felsefesine yönelik eleştirisi ise bu yazının konusu olmamakla beraber, Diamat adı altında mantıksal pozitivizme zaman zaman yaklaşan, zaman zaman ise mekanistik bir yorumla Lenin’in dediği gibi “metafizik materyalizme” yönelen sürekli bir savrulma yaşayan resmi eğilimin eleştirisidir.
Sonuç olarak, bu günkü çağda felsefede, diğer bilimlerde, bundan iki bin yıl öncesinin felsefesi kadar taraflıdır. Lenin’in Berkeley’i Diderot üzerinden mahkum etmesi ne kadar haklıysa, bu günde Marksizm’e sızmış bulunan mantıkçı pozitivizmin de Lenin’e dönerek yeniden eleştirilmesi ve mahkum edilmesi zorunluluktur. Çekişmekte olan taraflar Lenin’in dediği gibi idealizm ve materyalizmdir. Lenin, felsefede sınıf mücadelesini yürütülmesi zorunluluğu üzerinden Materyalizm ve Ampiriokritisizm’i yazmıştır. Evet, bugünde felsefe, ‘’teoride sınıf savaşımıdır.’’ İdealizm, bu gün çok geniş örgütler sisteminden yararlanarak yığınlar üzerinde etkinliğini hiç ara vermeden sürdürmektedir. Buna karşın materyalizmin savunusu, bu gün de geçmişte olduğu gibi salt akademisyenlere bırakılarak yapılamaz. Lenin’ de, Marks’ da, Engels’ de akademisyen değillerdi ancak felsefenin sınıf mücadelesinin bir aracı olduğu fikrini akıldan çıkarmadan mücadeleyi sürekli olarak yeniden üretme becerisi gösterdiler.
* (vikipedia) Ansiklopedistler, 1731-1777 yılları arasında Fransa’da aydınlanma yıllarında Encyclopedie’yi çıkaran aydınlar. 17 ciltlik ansiklopedi, zamanın bütün bilgilerini toplar. Ansiklopedistler, bir gün dünya uygarlığı topyekun yok olsa ve insanlık herşeyi yeniden inşa etse, bu ansiklopediye başvuracaklardır diye düşünerek bunu yayımlamışlardır.
Ansiklopedistlerin başında 990 madde yazan Diderot vardır. D’Alembert, Rousseau, Buffon, Daubenton, Marmontel, d’Holbach, Bordeu, de Jaucourt, Turgot, Quesnay, Haller, Condillac,Montesquieu, Necker, Grimm ansiklopediye yazan düşünür, sanatçı ve bilimcilerdir.
18. yüzyılda ansiklopedistler burjuva devrimleri sırasında ortaya çıktılar. Otoriterciliğe karşı çıktılar. Newton ve Locke’u baştacı ettiler. Bilimcilik, akılcılık, deneycilik şiarları oldu. Hümanist, seküler, din dışı, modern bir yazma yöntemi uyguladılar. Mısır, Siyam, Çin gezilerinde bu insanların dindar olmayışlarına karşı erdemli olduklarını gördüler. Bütün insanlarda sağduyu düzeyinde saf bir iman olduğunu keşfettiler. Doğal din dedikleri buydu.
(1) * * Kopernick devrimi; Pozitivizm Eleştirilerine Giriş 1’de. Söz ve Eylem dergisinin 4. Sayısı s. 43-54
(2) Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm Sol Yayınları 2. Baskı s. 178
(3) Doğa bilimlerinde Pozitivizm, Spartaküs Yayınları, 1. Basım 1985 s. 108
(4) Alan Chalmers Bilim Dedikleri s. 106
(5) – (6) Doğa Bilimlerinde Pozitivizm s. 95-96
(7) Lenin, Materyalizm ve Ampiriokritisizm s. 50
(8) Doğa Bilimlerinde Pozitivizm s. 103