Ordu’nun Dereleri – Mustafa Özkan

Kapitalist yağmanın artmasıyla birlikte ülkemizin her yerinde olduğu gibi Karadeniz Bölgesinde de doğa talanı had safhalara ulaşmıştır. Bölgenin yamaçlarının dik oluşu ve suyun kendiliğinden azgın akışı su kayıplarını önlemekte, bu da devasa vadilerin önüne setler çekilmesini kolaylaştırmakta, maliyetleri azaltmaktadır. Az hacimli dolguyla, fazla hacimli su toplayan gölet ve barajların oluşumuna elverişlidir doğal yapı. Bu elverişli ortam ise kapitalistlerin iştahını kabartmaktadır. Çünkü az masrafla çok kâr elde edilmektedir. Buna bir de yöre insanının sürekli yoksullaşmasından kaynaklı çaresizliği eklenince, asıl karşı çıkması gerekenler yıkım projelerini desteklemek zorunda kalmaktadır ki, bu yağmacıları nerdeyse horon oynatacak kıvama getirecek ortamı sağlamaktadır..

Elbette bölgemizde doğal yaşamı katleden bir çok HES projesi var ama bunlardan Ordu’nun iki büyük ırmağına uygulananları ayrı bir yere koymak gerek. Çünkü bu projelerin bulunduğu yöredeki insanların hem duyarlılığı, hem de doğayla iç içeliği düşünülünce, tepkisiz kalmalarına ihtimal vermek zor.

Bunlardan birisi Melet ırmağı üzerindeki Topçam barajı…Topçam, Ordu’nun Mesudiye ilçesinin bir beldesidir. Belki de dünyanın en önemli yeşil alanlarından birisine kurulmak üzere 1994 yılında projelendirilen barajın, yapımına 1997 yılında başlanmış ve şimdilerde 122 m. yüksekliği, 3.09 km karelik yüzeyiyle bir göle dönüşmüştür. Buradan Darıca Santrali sayesinde yıllık 199 GWH üretim sağlanacaktır. Bunun için milyonlarca ağaç kesilmiş, bir daha oluşturulamayacak doğa harikası yeşil alanlar suya gömülmüş, kimin umurunda? Ayrıca Topçam’dan aşağılara doğru inildikçe onlarca köy ve Ordu merkeze yaşam veren bu ırmağın getireceği çevresel sorunlar, kimseyi pek ilgilendirmiyor sanki. Su tutulmaya başlamadan önce Kotana derelerinin de katılımıyla yatak tanımayan Melet ırmağı, şu sıralar dere dinginliğinde akıyor ama çevresine ne yararı ne de zararı var. Şimdilerde aşağı Melet ırmağı civarında düşünülen HES projesini de düşünürsek bu ırmağı kurutmaya kararlılar diyebiliriz.

Darıca projesine ek katkı olsun diye Ordu ili, Kabadüz ilçesi, Turnalık Köyü İki- dere mevkiinde yapımı süren bir baraj inşaatı da söz konusu. Buraya İkidere isminin verilmesinin nedeni, Turnasuyu ırmağını oluşturan iki ana su kaynağındandır. Ayrıca burada ne zaman yapıldığını bilmediğimiz, çocukluğumuzda ve gençliğimizde mısır öğüttüğümüz, anılarımızın kahramanı iki değirmenin varlığıdır. Bizler o değirmenlerin bazı parçalarının değiştirilip yenilenmesini hazmedemezken, şimdi sular altında kalmasına seyirciyiz ne yazık ki. Ayrıca milyonlarca ağacın kesilip, onlarca doğa harikalarının yok olması da cabası. Ya onlarca köy ve Ordu merkeze kadar tüm yerleşim birimlerine yaşam sağlayan bu doğal varlığın yokluğu…Bu dengelerin sonlanacağını düşünmek bile insana derin huzursuzluklar veriyor. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Kabalak deresine yapılan Gölet’i düşünün. Bu gölet sözüm ona hayvan sulamak için yapılmış. Sanki Kabalak deresinin suyu yaz kış eksiliyormuş da…Ayrıca İki Dere Tünelleriyle yer altını bir köstebek gibi kazarak Darıca projesine eklenecek su için km’lerce yer altı tahribatı…Bu tünel kazımı sayesinde pınarların kaynakları kuruyacak.Yer altı suları güzergah değiştirecek, hatta yok olacak…Kimin umurunda , yeter ki bir kaç haramiye para sağlansın…

Turnalık adından da anlaşılacağı üzere eskiden turnaların göç yollarındaki konaklama yeri; Turna suyu ırmağı da oradan başlayan bir can suyu. Bizler insan saldırısından dolayı kaçan turnalara üzülürken, bu doğa katliamları sayesinde bilmem hangi canlı türlerini yok edeceğiz. Canlı türlerini yok edeceğiz de, insan türüne iyilik mi yapılacak sanki..?Peki Çevrecilerin nefes alıp Wolksvagen şenlikleri düzenledikleri o güzelim İKİ DERE’ yi bir daha bulabilecek miyiz? Ya değirmen başında yediğimiz doğal alabalıkları resimlerde görmeye razı olacak mıyız? Milyonlarca ağaçların yerine yenilerini dikeceklerini vaat ediyorlar…Nereye, hangi topraklara dikecekler…Karadeniz’de ağaç dikmeye ihtiyaç mı var sanki.? .Doğayı rahat bırakalım yeter. Çünkü o kendiliğinden oluşturuyor güzelim örtüsünü…

Bu projeler yapılırken asıl önemlisi yöre halkı ve ileri gelenlerinin tepkisiz kalması. Baktığınız zaman bu projelerin yapıldığı, bu doğa katliamlarının sürdüğü yerlerin insanları  normal yaşamlarında en duyarlı ve olumsuzluklara en önde tepki veren insanlardan oluşuyor.  İşte burada ekonomik zorluklar devreye giriyor. Özellikle İKİ DERE projesini yürütenler, bu olasılığı iyice hesaplayıp ondan sonra işe koyulmuş görünüyorlar. Özellikle Turnalık mahallesine rüşvet verircesine yaptıkları yatırımlar, halkı isyan ettirmek bir yana kendilerinden yana tavır almaya yönlendiriyor. Örneğin mahallenin yolları çoğu ilçede olmayacak şekilde bedelsiz yapılmış. Her ramazan, aşevleri oluşturulup insanlar doyurulmuş.Yaşamları boyu bulamayacakları düzeyde bir ücretle mahalleden bir kaç kişi işe alınmış. Yörenin kooperatifine ait araçlara hayal edemeyeceği ücretle iş verilmiş. Böyle olunca da, insanlar orayı iş aş olarak görür duruma gelmiş. Doğal olarak da özellikle asıl tepki vermesi gerekenler savunucu konumundalar.

Bunlara bir de teknik elemanların insanların içine girip projelerinin zararsızlığını anlatmasını eklersek olay kolaylaşıyor. Özellikle mühendisler o yörenin ilerici politik yönelimine yakın insanlardan seçilmiş. Bundan dolayı da halk mühendislere inanıyor. Çünkü o mühendisler bu barajın doğaya zarar yerine yarar bile sağlayacağını anlatıp, katıldığı çevreci ve politik eylemleri anlatıyor, hatta resimlerle belgeliyor. Bu da bize, bu işe başlanırken çok akıllıca düşünülmüş bir yıkım projesi olduğunu gösteriyor.

Ayrıca içten içe köylüler arasındaki rekabet kışkırtılıyor. Çünkü aşağı köylerde yerlerde topraklar daha verimlidir ve geçim koşulları daha iyidir. Dağ köyleri genellikle daha yoksuldur. Şimdilerde yoksullara, varsılların suyunu kesme olanağı veriliyor.  Bugüne kadar  dağlılar diye aşağılananların eline, şimdi  varsılları  cezalandırma olanağı veriliyor. Köylüler buna inandırılıyor. İşe de yarıyor.Yöre halkına sorulunca “bizim suyumuz bitmeyecek, hatta artacak bile, aşağıdakiler düşünsün” diyebiliyorlar.

Böylece de bu projelere tepki bildik tanıdık çevreci elitlerden öteye gidemiyor.Yöre halkının katılmayıp, hatta içten içe desteklediği bir proje haline dönüşüyor bu katliamlar. Başka koşullarda halkın tepkisi nedeniyle uygulanamayacak proje, hinliklerle uygulama şansı buluyor. Çünkü o yöre halkı yüzyıllar boyu üzerinde yaşadığı toprakları, devlet  elinden almaya kalkışınca ölümüne direnip topraklarına sahip çıkmıştır. 12 Eylül faşist darbesine boyun eğmemiştir. Onurlarını zedeleyen askerlere direnip karşı koymuştur. Ama işte o yöre insanı aynı zamanda duygusaldır da…Geçmişte kendinden saydığı insanlara inanır… Ne kadar aşağılık olduklarını bilip görse bile… Asıl mesele de, yoksulluk belini büktüğü için az da olsa insan yerine konulup yollarının düzgün oluşu, evine ekmek götürüyor hale gelişi, onları suskunluğa itmiştir. Asıl sorunu ise örgütsüzlüğüdür.

Bunlardan anlayacağımız üzere sırf çevreci duyarlılığıyla çevrecilik olmuyor. Karşı çıkması gerekenlerin yerine rol almanın hiçbir yararı yok. Böylece belki EGO larımızı tatmin ediyoruz o kadar. Evine ekmek götüremeyen insana daha fazlasını sağlayan bir yapıya karşı çıkmasını beklemek biraz fazla iyimserlik. O insanlara doğa katliamı yapmadan da yaşam koşulları sağlanacağını gösteremedikçe, her şey lafta kalıyor. Bizler şanlı 15-16 Haziran direnişlerini biliriz. Bizler MESS direnişlerini biliriz. Bunların arkasında örgütlü bir güç olamasa, insanlar o kahramanlıkları gerçekleştiremezlerdi. Kısacası örgütsüz eylemler, dayanışmadan yoksun, güvensiz ve kalabalıklar içinde tek tek bireylerin bireysel eyleminden öteye gitmiyor.

Yine bu yıkım projelerinin başlangıç ve bitiş zamanlarını düşünürsek yalnızca bir iktidardaki parti sorunu olmadığını anlarız. Bu projenin 1994’ lerde başladığını biliyoruz. Kaç iktidar gelip geçti, hepsi cılız tepkilere kulak asmadan projeyi sürdürdü. Kısacası burjuva partilerinin hemen hepsi muhalefetteyken karşıymış gibi görünüp, iktidar olunca projeyi sürdürdü. Öyleyse kapitalist sistemdeki tüm olumsuzluklar onun doğası gereğidir. Bu sistem sürdükçe her türlü talan sürecek, bizler de bu talanı sonlandırmanın yollarını arayıp savaşımı güçlendirmeye çalışacağız…