Newroz’dan Newroz’a “Çözüm Süreci”

Her siyasi öznenin kendi meşrebine göre isimlendirdiği “çözüm süreci” 2013 Newrozu’nda Öcalan’ın mektubunun okunmasıyla yeniden başlatıldı, daha doğrusu yeniden legalize edildi. Açıklama, ülkenin bölünmez bütünlüğü adına karşı duranlar bir tarafta, halkın önemli bir çoğunluğu tarafından olumlu karşılandı. Kimi ekonomik, kimi devletin demokratikleşeceği gibi siyasal, kimi de “anaların gözyaşının dineceği” gibi insani gerekçeleriyle sürece destek verdi. Tartışmalar içinde 2013’den 2015’e kadar aradan tam iki yıl geçti; bu iki yıl içinde tarafların açıklamalarıyla süreç onlarca kez “zehirlendi”, onlarca kez yeniden “rayına girdi”. Kimine göre yasal bir çerçeve oluşturularak, mutabakat metinleri açıklanarak, çok yol alındı; kimine göre ise “dağ fare doğurdu”. Bu süre içinde ne devletin bölündüğüne ne de demokratikleştiğine dair hiçbir emare ortaya çıkmadı. Elbette böylesi yüzyılı aşkın bir zamandan beri sürmekte olan köklü bir sorunun iki yıl gibi kısa bir sürede çözülmesi beklenemez; ancak sürecin Öcalan’ın tutuklanmasının ardından başladığı dikkate alındığında, süre hiç de kısa sayılmaz.

Gerçekte neler olduğunu anlamak için bu iki yılda olup bitene bir bakmak gerekiyor. Her şeyden önce şunu belirtmek gerekiyor. Bu iki yılda gerilla ile devlet arasında Kürdistan dağlarındaki çatışmasızlık hali, genel olarak bozulmadan sürdü. Bu anlamda çözüm sürecinde karşılıklı ikna zemini işlevi gören ve sürecin başarı ölçütü olan “anaların gözyaşları” da dindi. Ancak iki yılda yaşananlar ilk bakışta olumlu olarak görülen bu tablonun oldukça yanıltıcı olduğunu kanıtlıyor. Bu iki yılda 60’ı aşkın faili meçhul yaşandı, Roboski’de öldürülen 34 Kürt bu sayıya eklendiğinde faili meçhul sayısı 100’e yaklaşıyor. Yine aynı sürede hapishanelerde işkence ve hastalıklardan 40’a yakın siyasi tutuklu öldürüldü. Gösterilerde polis kurşunu ve gaz fişeği ile öldürülenlerin sayısı 60’ı aştı. 6-8 Ekim’de 50’nin üzerinde Kürt genci polis ve devletin paramiliter örgütlenmesi tarafından öldürüldü ve “faili meçhul” listesine eklendi. Yine bu süreçte Kürt özgürlük hareketinin kurucularından Sakine Cansız ve iki yoldaşı Paris’te tam on kurşun sıkılarak öldürüldü. Katliamı MİT’in planlayıp gerçekleştirdiğini artık MİT bile inkar etmiyor. On kurşunun ne anlama geldiğini de…

Bütün bunlar ortadayken ve binlerce Cumartesi Anneleri’ne yenileri eklenirken “annelerin gözyaşlarının dindiği” tam bir ikiyüzlülük, yalan ve kara propaganda örneği değil midir?

Devlet 2013 Newrozu’ndan bu yana bölgeye yığınak yapıyor, askeri ve sivil tahkimatını güçlendiriyor. Gerillanın barıma ve ikmal yolları belirlenerek yeni katliam hazırlıkları sürdürülüyor. Kürt gençlerinin öldürülmesi pahasına yeni karakollar ve baraj inşaatları devam ediyor. Kürt halkından korucu devşirme artarak sürüyor. Cizre örneğinde yaşandığı gibi MİT’in operasyonel kuvvetleri bölgenin hemen her noktasında, halkın içine yerleştiriliyor. Korkularını Kürt halkına aktarmak için çocukları öldürüyorlar.

AKP bugüne kadar “Çözüm Süreci”ni Kürt halkına, Kürt siyasi hareketine karşı bir oyalama taktiği olarak kullandı. Bunda başarılı olduğu da söylenebilir. Ancak bugün aynı taktiği kullanarak aynı sonuçları elde edebilecek durumda değildir. Çünkü taktik deşifre olmuştur ve AKP’nin 2011’de oturduğu eğik düzlemdeki kayışı hızlanmıştır. Artık ne “Kürt kardeşim” ne de “anaların gözyaşı” demagojisi bu süreci durduramaz. O yüzden daha çok şiddete yöneliyor, “İç Güvenlik Yasası”na ihtiyaç duyuyor. Bir iç savaş hazırlığı olan “İç Güvenlik Paketi”nin potansiyel muhatabı eylemli- grevci işçiler, komünistler olsa da bugünkü fiili muhatabı Kürt ulusal hareketi, Kürt devrimcileridir. Bizzat AKP hükümetinin propaganda ettiği gibi yasa 6-8 Ekim’e devletin bir refleksidir. AKP şimdi de bu yasanın bir devamı olan ve hapishaneleri yeniden işkencehaneye çevirecek zindan yasasıyla takviye etmeye hazırlanıyor.

Ayrıca AKP bugüne kadar nasıl rejimin ihtiyaçlarını kendi parti çıkarları ve Erdoğan’ın çıkarına kullandıysa, bugün de iç savaş yasalarını, seçimi kazanmak için kullanacaktır.

Kürt ulusal hareketinin yürüttüğü ulusal mücadelede bir strateji değişikliğini öngördüğü Öcalan 2015 Newroz mektubunda yer alan: “PKK’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yaklaşık kırk yıldır yürüttüğü silahlı olan mücadeleyi sonlandırmak ve yeni dönemin ruhuna uygun siyasal ve toplumsal strateji ve taktiklerini belirlemek için bir kongre yapmalarını gerekli ve tarihi görmekteyim.” cümlesiyle bir kez daha teyit edilmiştir. Elbette mücadelelerini hangi aşamada hangi strateji ve taktikle yürütecekleri Kürt Ulusal Hareketi’nin sorunudur. Yine Öcalan’ın mektubunda yer aldığı biçimiyle bunun otomatik olarak gerçekleşmeyeceği, ancak belirli koşulların oluşmasıyla gerçekleşebileceği belirtilmiştir. Çünkü adına barış ya da çözüm denilen süreçler dünya deneyiminin de kanıtladığı gibi ne bir kuru niyet beyanıdır ne de tek taraflı olarak yol alınabilecek süreçlerdir.

AKP’nin Kürt sorunu konusunda izlediği oyalama ve tasfiye taktiği artık duvara çarpmıştır. Bugüne kadar tek taraflı dayatma ve oyalamayla bir ileri iki geri biçiminde sürdürülen şey ne kadar süreçse, bunun bir çözüm ya da barış olmadığı da o kadar gerçektir.