Mayıs 2015’te Türkiye – Yusuf Erdem

Ülkemiz ve dünya proletaryasının birlik, dayanışma ve mücadele günü olan 2015 1 Mayıs’ını;

• İşçi sınıfımız ve emekçilere ücretli köleliğin, hiçbir kurala bağlı olmayan en güvencesiz, en saldırgan, en vahşi biçiminin dayatıldığı; iş cinayetlerinin, işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, vurgun, soygun ve ahlaki çürümenin had safhaya çıktığı;

• Seçim yaklaştıkça öteki düzen partilerinin ise bu sorunların asıl nedeni olan kahrolası burjuva özel mülkiyet düzeninin sözünü etmek bir yana, bu vahşi sömürü çarkını gizleyerek AKP karşıtlığı temelinde, işsizlik, yoksulluk ve sefaleti kullandığı;

• Mazlum Kürt halkının çok ağır bedeller ödeyerek elde etmeye çalıştığı haklarının ve halkların özlemini çektiği barışın,Türkiye burjuvazisinin en hoyrat siyasi temsilcileri olan diktatör taslağı ve AKP iktidarı tarafından dinamitlendiği;

• Ve yeryüzü ölçeğinde üretilen değerlerin % 90’nın, dünya nüfusunun sadece % 10’u tarafından tüketildiği; nüfusun % 90’ının ise ürünlerin  %  10’u ile yetinmek, sürünmek, ölmek zorunda bırakıldığı; çok daha beteri vahşi emperyalist kapitalizmin dünyanın her yerinde doymak bilmez kör bir kazanma hırsıyla doğayı, doğal yaşamı ve insan soyunun geleceğini tehlikeye attığı  bir ortamda karşıladık.

Öylesine korkunç bir burjuva sınıf zulmü ve sömürüsü altında yaşıyoruz ki; yani işçi sınıfımız ve emekçiler öyle bir cendereye sıkıştırılmış durumdadırlar ki;

– İşsizlik oranı, son yılların en yüksek düzeyine ulaştı. Her dört gençten biri, işsiz. Kürt illerinde gençler arasındaki işsizlik oranı % 60-65’lerin üzerinde.

– Zenginler ile yoksullar arasındaki uçurumun derinliği bakımından, Türkiye, Meksika’dan sonra dünya ikincisi. Ülke nüfusunun sadece % 1’i servet ve zenginliklerin % 54’üne sahip. Ne var ki dolar milyarderi sayısı bakımından Japonya’yı geride bıraktık.

– Türkiye, “ekonomisi kırılgan beşliler” denen ülkeler arasında en kırılganı. Cari açık ve dış borç yükü, dolardaki yükselişin yol açtığı yoksulların belini büken tahribat ve ekonominin dönmesi için sıcak paraya duyulan ihtiyaç bakımından Güney Afrika ile birlikte en kötü durumdayız. Ve sorun,  dönüp dolaşıp en çok, geliri bir türlü artmayan, giderleri ise hızla büyüyen yoksulların canını yakıyor. Burjuvazinin ilan ettiği enflasyon rakamları bir yana, emekçilerin olmazsa olmaz ihtiyaçlarını oluşturan temel ihtiyaç maddelerindeki enflasyonun yıkıcı etkileri dayanılmaz noktalarda. İyi beslenemiyoruz, iyi barınamıyoruz, insanca yaşayamıyoruz, çocuklarımıza iyi bir eğitim ve güvenli bir gelecek sunamıyoruz. Kısacası perişan haldeyiz ve perişanlığımız da giderek hızla artıyor.

– Ve elbette dayanılmaz yoksulluk koşulları ve maddi sefalet, kaçınılmaz olarak manevi sefalete de yol açtı. Bir insanı işten atarsanız veya çalışmaya can atan milyonlarca insana iş sağlayamazsanız, bu insanları yalnızca yoksulluk ve açlığa mahkûm etmiş olmazsınız; aynı zamanda onurlarını, kişiliklerini yok ederek onları hiçleştirirsiniz, özgüvenlerini yok eder ve kendilerini derin bir bunalıma sokmuş olursunuz.

Yoksulluğu ve sefaleti azaltmak bir yana tam tersine olağanüstü artıran AKP, bu sorunu idare etmede doğrusu bir hayli başarılı oldu: Genel bütçeden (bizim ödediğimiz vergilerden) milyonlarca ihtiyaç sahibine ödenen yardımlar, bir hak olarak değil de AKP, onun belediyeleri ve RTE tarafından verilen yardımlarmış gibi sunuldu. Yoksulların yüreklerine ‘Eğer biz iktidardan gidersek, bu yardımları elinizden alırlar.’ korkusu ekildi. Böylece milyonlarca insanımız, ahlaken çürütüldü, sadakaya bağımlı hale ve her biri Erdoğan hayranı, AKP kulu haline getirildi. Bu yolla emekçiler arasında örgütlenme, hep birlikte hak arama, mücadele etme, dayanışma… gibi emekçilerin gelenekleri yok edildi. Kapitalizmi en vahşi şekilde uygulayan bütün burjuva iktidarlar döneminde olduğu gibi AKP döneminde de yalnızca işsizlik ve yoksulluk değil; bunlarla birlikte uyuşturucu kullanımı, fuhuş, hırsızlık, evsizlik, intiharlar da arttı. Bir zamanlar grev boylarında ve meydanlarda “DGM’yi ezdik, sıra MESS’te!” diye haykıran işçi sınıfımız; örgütsüzlüğün yol açtığı umutsuzluk ortamında bu dünyadan umutlarını keserek çaresizlik içinde din baronlarının tuzağına düştüler.

– Hiçbir kurala bağlı olmayan vahşi kapitalizmin ‘iş kazası’ dediği “İş Cinayetleri”nde toprağa verdiğimiz işçi sayısı bakımından bütün ülkeler arasında zirvedeyiz. Özellikle maden ocaklarında ve inşaat sektöründe iş güvencesi için tek kuruş bile harcamak istemeyen yeni türedi, “Hadi hadi, daha çabuk!” ekonomisi patronları, ülkemizi boydan boya işçi mezarlığına çevirdiler. Her biri birer katliam gibi büyük işçi cinayetleri; “Bu tür kaza ve ölümler bu işin fıtratında var. / Çok güzel öldüler. / Kaza ve kader / İşçilerimiz çok tedbirsiz ve dikkatsiz” gibi yavelerle izah edildi. Peki en büyük iş kazaları, en kitlesel ölümler neden bizim işçilerimizin alnına yazılmış? Burjuva politikacılara ne bu soru sorulabildi, ne de buna bir açıklama getirildi.

– Toprağını, suyunu, ağacını, yaşamını, çocuklarının geleceğini HES patronlarına, maden ve taşocağı şirketlerine karşı savunan insanlarımızın direnişi, jandarma tarafından kırılmakta; kadınlarımız, köylülerimiz, çocuklar çaresizlik, acı ve isyan içinde gözyaşı dökmekteler.

Bugün ülkemiz; burjuva iktidarların en gözü dönmüş, en kural tanımaz, en gerici, en gaddarıyla karşı karşıyadır. Bunca yıldır yoksulluğu idare etmeyi başararak, önemli sorunların hiçbirine (Kürt sorunu, Kıbrıs, Ermenistan, işsizlik ve yoksulluk, temel hak ve özgürlükler…) çözüm getirmeden; fakat onları çözüyormuş gibi görünerek;  yoksullukla birlikte cehaleti, örgütsüzlüğü, 12 Eylülün faşizan hukuk(-suzluk-)unu tepe tepe kullanarak, en gerici ve en ilkel önyargılardan beslenerek; kimlik ve inanç farklılıklarını kaşıyıp, mazlumları birbirlerine düşman ederek iktidarlarını sürdürmeyi başardılar.

Ne var ki yalan ve demagojileri, eski inandırıcılıklarını büyük ölçüde yitirmiş durumda. Egemen sınıf içinde çatlaklar ve yarılmalar uç vermeye başladı. Karşılarında korku duvarını yıkıp parçalayan bir potansiyel güç, reel bir güç olarak şekilleniyor. Gezi başkaldırısıyla yüreklerine korku girdi. İktidarı kaybetmekten, ölümden korkar gibi korkuyorlar ve çareyi sürekli sıkıyönetimi, muhaberat rejimini ikame etmeye çalışmakta buluyorlar; polisi hiçbir kurala bağlı olmayan diplomalı katiller durumuna getirmekteler; gerici esnafı da iç savaşta milis kuvveti olarak kullanmak üzere örgütlüyorlar.

Bu arada baş muktedirin kendi korkuları ve ihtiraslarından kaynaklanan özel hesapları var. Freni boşalmış bir kamyon gibi yokuş aşağı hızlanarak gidiyor. Ateşle oynuyor, kural tanımazlığı ve saldırganlığı her geçen gün daha da artıyor. En güçlü burjuva kesimi dahil, itiraz eden herkese karşı açıktan saldırıya geçmiş durumda.Tarihte korku ve tutkularına esir olmuş dar kafalı otokratların, halklarının ve diğer halkların başlarını belaya soktukları, onları felakete sürükledikleri çok görülmüştür.

AKP iktidarı ve onun fiili lideri RTE’nin en büyük korkusu; örgütlü  ve  kararlı hak arama mücadeleleridir; sokakları, meydanları dolduran isyan dalgalarıdır. Bize düşen ise bu saldırgan burjuva iktidarını, bu zat-ı muhteremi korktuğuna uğratmaktır. Devrimci büyüklerimizin dediği gibi “…eğer işçi sınıfımız örgütlüyse ve devrimciyse her şey, değilse hiçbir şeydir.” Bu söz; ülkemizdeki, Kürdistan’da ve tüm Ortadoğu’daki –hatta tüm yeryüzündeki – bütün işçi ve emekçilere, halkların en hayırlı oğulları ve kızları olan komünistlere bir çağrı niteliği taşımaktadır. Komünist ismine, devrimci sıfatına layık olmak için daha sıkı bir örgütlenmeye, halklarımız ve işçi sınıfımızla buluşmaya, ortaya çıkan devrimci olanak ve fırsatlardan azami şekilde yararlanmaya şiddetle ihtiyacımız var. İşçi ve emekçilerden, barış ve özgürlükten yana bir tarih yazmak için yeniden ayağa kalkmamız, bizler için vazgeçilmez bir görevdir.

Koşullar çetin, düşman kavi; biz ise yeterince örgütlü ve sınıfımızla buluşmuş değiliz. Ne var ki örgütlenme ve devrimci mücadele olanakları genişliyor. Bu olanakları son katresine kadar kullanabilmek azmiyle büyük bir cesaretle, cüretle ve atılganlıkla harekete geçmemiz gerekiyor. İşimiz zor ve çetin. Ne var ki gelecek işçi sınıfımız ve emekçi halklarımızındır, gelecek bizimdir. Tarihin omuzlarımıza yüklediği devrimci misyonu yerine getirebilirsek, komünist özgür dünyanın şafağındayız demektir.

2015 1MAYIS’ı bu doğrultuda atacağımız adımların miladı, işçi sınıfımızın makus talihini tersine çevirmenin başlangıcı olmalı.  Bunun olması ve olmaması bizim ellerimizdedir.

Halklar arasında savaşa,

Sınıflar arasında barışa hayır!