Kurtuluş İşçi Sınıfının Devrimci İktidarındadır!

Bugün dünya kapitalizmi, derinleşen ekonomik-siyasi kriz ve büyüyen bir paylaşım savaşının kavşağındadır.

Bu kavşakta ister burjuva demokrasisi, isterse çeşitli eklerle diktatörlük olarak nitelenen bütün burjuva diktatörlükler, işçi sınıfına, emekçilere yönelik ağır bir saldırıyı örgütlüyor ve uyguluyor. Sermaye düzeninin bütün defoları, ekonomik-politik krizler, enflasyon, fiyat artışları, işsizlik, yağma, talan, işçi ve emekçilerin sırtına yükleniyor. Aşırı kâr tutkularının, krizlerin, dünyayı paylaşma girişimlerinin bedelini işçi ve emekçilere ödetiyorlar.

2008 dünya ekonomik krizi başladığından bu yana burjuva devletlerin işçi ve emekçilere yönelik saldırıları hiçbir kural tanımaksızın pervasızlaştı. Türkiye burjuvazisi bu pervasız saldırılarda başı çekiyor. İşçi ve emekçilerin zorunlu yaşam gereksinimlerinin fiyatları, sürekli olarak artıyor. Enflasyon üç haneli rakamlara ulaşarak zaten düşmekte olan ücretleri her geçen gün daha da aşındırıyor. İşsizlik, işten atılma tehdidi, burjuvazi tarafından işçi ve emekçileri “terbiye” etmenin bir aracına dönüşmüş durumda. Kürt halkı üzerindeki baskı ve tutuklamalar sürüyor. İşçi ve emekçiler her gün daha çok çalışıp daha çok yoksullaşırken, burjuvazinin kazançları çoğalıyor. Toplumun bir kutbunda büyüyen yoksulluğa, öteki kutupta şaşaalı bir yaşam eşlik ediyor.

İşçi ve emekçilere yönelik bu ekonomik saldırıyı, politik saldırı izliyor. Haklar budanıyor, hak arama kanalları devlet terörüyle kapatılıyor. Korku iklimi, tutuklamalar, yüksek hapis cezaları, işten atma tehditleriyle yaygınlaştırılıyor. Bunların yetmediği yerde, işçi ve emekçilerin aklını çelerek, onları kendi gerçek sorunlarından uzaklaştıracak yeni yöntemler devreye sokuluyor. İç ve dış düşman söylemi her dönemde tazelenerek sürdürülüyor. Kurulduğundan bugüne burjuva ideolojisinin ana ekseni olan Türk-İslam sentezi, (kimi zaman bu sentezde ağırlıklar değişse de) ve bu senteze dayalı şovenizm, TC’nin ana ideolojik argümanı olmaya devam ediyor. Her dönemde olduğu gibi bugün de bu ideolojik manipülasyon, hükümet ve muhalefetin ortak zeminini oluşturuyor.

Türkiye böyle bir ortamda Başkanlık ve parlamentonun yenileneceği bir seçime gidiyor. Hatırlanacaktır, bugünkü seçime giden yol 2017 referandumuyla döşendi. Hayır oyuyla reddedilen referandum, sahte oyların kabul edilmesiyle Evet’e dönüştürüldü. 2017 anayasasına göre yapılan 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminde aynı hileler devam etti. Sonuçta “atı alanın Üsküdar’ı geçtiği” açıklandı. 14 Mayısta yapılacak seçim ise hileli başladı. Üçüncü kez aday olamayacak Erdoğan, anayasa ayaklar altına alınarak aday yapıldı. Seçim yasası, sandık başkanlıkları değiştirildi. İlk iki hileyi bağrına basan muhalefet bunları da bağrına bastı. Seçimin burjuva anlamda bile meşruluğunu ortadan kaldıran bu hile ve düzenbazlıklar seçim süreci boyunca devam edecektir. Burjuvazi, ayaklar altında çiğnediği anayasayı ayaklar altından alarak baş tacı yapma görevini işçi ve emekçilere yükledi. İşçi sınıfının görevi burjuvazinin bile çiğnemekte tereddüt etmediği anayasayı baş tacı yapmak değil, onun üzerinde tepinmektir. Ancak ideolojik ve örgütsel gerilik içindeki işçi ve emekçilerin büyük çoğunluğunun, gönüllü olmasa da, seçimde burjuvazinin bir kanadına karşı öteki kanadını destekleyeceği anlaşılıyor. Bu burjuvazinin bir başarısıdır. Bu başarının arkasında ise burjuva partilerin yılarca sürdürdüğü kutuplaştırma politikası yatıyor. Komünistlerin görevi, burjuva zeminde kalarak bu politikaya ortak olmak değil, bu politikayı işçi sınıfı nezdinde deşifre etmektir.

İktidarı ve muhalefetiyle burjuvazi 2018 seçimlerinin ardından baskın, erken, zamanında seçim söylemiyle hükümete ve Erdoğan’a karşı gelişen öfkenin eylemli hale gelmesini önleyerek kontrol altına aldı. Bütün bu süre içinde hükümetin devlet adına yürüttüğü dış ve iç politika, Suriye, Libya ve Kürt halkına karşı yürütülen savaş, işçi ve emekçilere dayatılan sefalet, baskı ve yaşam tarzına pervasız müdahaleler Erdoğan’a mal edildi. İşçi ve emekçilerin nasıl düşünüp nasıl hareket edeceği bu ve benzeri manipülasyonlarla sağlandı. Sonuçta işçi ve emekçilerin Erdoğan’dan kurtulma refleksi, onların kendi öz istemleri için mücadele etmenin önüne geçti. Seçmenin oy kullanma refleksi kimin kazanacağına değil, kimin kaybetmesi gerektiğine kilitlendi. Milyonlarca işçi ve emekçi kendilerine empoze edilen bu düşünceyle oy kullanacaktır. İşçi ve emekçilere “kötünün iyisini” seçmeyi dayatan bu düşünce reddedilmelidir.

İşçi ve emekçileri esir alan bu manipülasyon, bu kilitlenme devrimci ajitasyon ve propaganda ile çözülemez. Ancak yaşanarak çözülecektir. İşçiler, emekçiler burjuva seçeneklerin çözüm olmadığını yaşayarak öğreneceklerdir. Millet ittifakının cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması işçi ve emekçilerde bir nefes alma, özgürleşme duygusu yaratacaksa da, bu duygu kısa sürede hayatın yalın gerçeklerine çarpacaktır. Seçim sonrasında kazananlardan duyacağımız en sık kelimeler, enkaz, sabır, şükür, beka vb. kelimeler olacaktır. Çünkü mevcut ekonomik tablo içinde burjuvazinin işçi ve emekçilere verebileceği bir taviz yoktur. Onların tek yöntemleri baskı ve şiddettir. Başkanlık sisteminin ortadan kalkacağı, demokratik hakların (!) seçimden sonra genişletileceği gibi iddialar, ömrü kısa bir illüzyondur.

İşçi sınıfının, emekçilerin çıkarlarını ifade eden değişim, seçimle değil, ancak işçi sınıfının kendi iktidarıyla gerçekleşebilir. İşçi sınıfı ve emekçilerin içinde bulundukları bilinç ve örgütsel gerilik bugün bu değişimi olanaklı kılmıyor. Bu öznel durumdan hareketle işçi sınıfına kırıntılarla yetinmeyi vaaz etmek, ona kötünün iyisini seçmeyi önermek, ihanettir.

İşçi sınıfının yaşamsal ihtiyacı kapitalizmi yıkacak bir bilinç ve örgütlülüğe kavuşmaktır; komünistlerin görevi ise bu örgütlenmenin yaratılmasıdır. Bugünkü devrimci görev seçim sathını bu hedef için kullanmaktır.

Parlamento Seçimine Yaklaşımımız

Komünistler, seçimleri ve parlamentoyu bir kurtuluş aracı olarak değil, bir mücadele alanı ve aracı olarak görür. Parlamenter yolla ya da barışçı yolla burjuva düzenin değişeceği gibi ham hayallere kapılmazlar. Parlamenter mücadeleyi, seçime katılmayı, burjuva parlamentarizmini meşrulaştırmak için değil, yığınlarda oluşan parlamenter önyargıları dağıtmak için kullanırlar.

Bu anlamda parlamenter mücadeleye temel bir rol atfetmez; onu, iktidarı almak için yürüttükleri parlamento dışı devrimci mücadeleye bağlı olarak ele alırlar. Komünistlerin parlamenter mücadele taktiğinin özünü parlamento kürsüsünün, devrimin ideolojik, politik ve örgütsel hazırlığı için kullanılması oluşturur. Yani amaçları burjuvazinin parlamentarizm oyununa ortak olmak, parlamenter zeminde bir değişimi gerçekleştirmek değil, o kürsüyü kullanarak başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi halka seslenmek, işçi ve emekçileri burjuva düzene prangalayan parlamentonun gerçek işlevini anlatmaktır. Komünistler seçimleri her zaman yürüttükleri faaliyetin -ajitasyon propaganda ve örgütlenme faaliyetinin- yoğunlaşma dönemi olarak görürler. Bu anlamda boykotu, seçime katılmayı, işbirliğini, bir parti veya grubu desteklemeyi parlamenter mücadelenin somut biçimleri olarak ele alır. Parlamenter mücadele gibi bu mücadelenin biçimlerini de (boykot, katılma, destekleme) mutlaklaştırmazlar. “Somut durumun somut tahlili’nden hareket ederler. Her seçimi, sınıf mücadelesinin o günkü somut durumu içinde ele alır ve taktiğini belirlerler. Bu yaklaşımla her koşulda seçimleri boykot eden anarşistlerden olduğu kadar, parlamentarizme bel bağlayan reformistlerden de ayrılırlar.

14 Mayıs parlamento seçimlerine bu bakış açısıyla yaklaşıyoruz. Somut durumumuz ve önceliklerimizi dikkate alarak seçime kendi adaylarımızla katılamıyoruz. Aday göstermek, seçim sathını kullanmanın tek yolu değildir. Aday göstermeden de kendi bağımsız devrimci ajitasyon ve propagandamızı yürütmek mümkündür. Seçim döneminde yürüteceğimiz ajitasyon ve propagandanın sivri ucunu, İşçi sınıfı ve emekçileri sefalete ve geleceksizliğe mahkum eden sermaye düzenine, burjuva devlete, bu devletin payandalarından biri olan parlamentonun gerçek işlevini deşifre etmeye yöneltiyoruz.

Bu seçimin bir özelliği de 1 Mayısın hemen ardından olmasıdır. Bu durum 1 Mayıs’ın CHP’nin (Millet İttifakının) seçim kampanyasına dönüştürülmesi tehlikesine işaret ediyor. Sendika ve meslek örgütleri (DİSK, TTB, TMMOB, KESK) zaten bir dönemden beri 1 Mayıs’ı işçi sınıfının sermaye egemenliğine karşı bir mücadelesinde bir dönüm noktası olarak kutlamaktan vazgeçmişlerdi. Şimdi, CHP’nin kuyruğu haline gelmiş bu örgütlerin 1 Mayısı seçime feda edeceklerinden kuşku duyulamaz. Devrimci parti ve örgütler geç olmadan bu girişimi etkisiz hale getirmek için güçlerini birleştirmeli, 1 Mayıs’ı sınıf mücadelesi tarihine yakışır bir biçimde kutlamak için harekete geçmelidir. Sendikaların 1 Mayıs’ın devrimci özünü boşalttıkları bugünkü koşullarda, yığınsallık ve işçilerle birlikte yürümek adına sendikaların arkasına takılmak ihanete ortak olmaktır. Önemli olan sayı değil niteliktir. Sayılar, örgütlü ve devrimci olduklarında bir güçtürler.

Bu süreçte önümüzdeki görev 1 Mayısı devrimci bir dinamizmle karşılamak, işçi ve emekçilerin istemleri için, sınırsız eylem ve örgütlenme özgürlüğü, siyasi tutukluların serbest bırakılması için mücadeleye yükseltmektir.

Hangi ittifaktan olursa olsun burjuva partilere oy yok!

Liberal, Reformist parti ve adaylara, “ Yetmez Ama Evetçilere” Oy Yok!

Oylar, devrimci adaylara!

Söz ve Eylem / Mart 2023