Kriz, Rekabet ve Çatışma

Bir dönemden beri burjuvazi içindeki rekabet ve çatışma, uluslararası ve iç ekonomik, politik gelişmelerin etkisi altında kimi zaman küllenerek, kimi zaman da alevlenerek sürüyor.

Sermayenin bu kavgası sermaye hareketinde verilidir. Sermaye başka sermayeler olmadan, onlarla ilişki ve rekabet içine girmeden varlığını sürdüremez. Bu noktadan bakıldığında rekabet ve bunun kaçınılmaz sonuçları olan yolsuzluk, vurgun, rüşvet ve çatışma sermaye hareketine dışardan sokulmuş unsurlar değil, bizzat onun varoluş biçimleridir. Kapitalizmin hızlı ve “sorunsuz” geliştiği dönemlerde rekabet ve çatışma sermaye hareketinde üstü örtülü olarak sürer. Ama ne zaman üretim tarzı kendi iç çelişkilerinin duvarına çarpar, ne zaman krizler ortaya çıkar, o zaman, rekabet yolsuzluk ve çatışma sermaye hareketinin yegane biçimi olur. Bugün kapitalist rekabeti bir sermaye savaşlarına dönüştüren bu durumdur. Kapitalist rekabet kapitalizmin genel krizi koşullarında bir yandan dünyanın egemenlik alanları, diğer yandan da pazarların emperyalist tekeller arasında yeniden paylaşımı olarak sürüyor.

Tek tek kapitalist ülkelerde yaşanan ve kendini yolsuzluk, rüşvet  ve her bakımdan çürümüşlük olarak ortaya koyan sermaye savaşları, bu genel tablodan, kapitalist gelişmenin ulaştığı dünya-evrensel boyut ve sistemi bir bütün olarak etkisi altına alan kapitalizmin genel krizinden bağımsız olarak ele alınamaz. Hele Türkiye gibi emperyalist zincirin halkası olan ülkeler için bu tümüyle böyledir.

Türkiye’de bir süredir yaşanmakta olan,  kendini rüşvet, yolsuzluk çürüme ve kokuşma olarak ortaya koyan iç çatışma bu uluslararası koşulların doğrudan etkisi altında şekilleniyor.

AKP, bir kaos ve kriz ortamında, uluslararası sermaye çevrelerinin desteği ve ABD’nin icazetiyle iktidara geldi. Bu icazetin gereklerini büyük bir bağlılıkla yerine getirdi. ABD ve AB’nin desteğiyle devlet aygıtı içinde yürütülen operasyonlarla iktidarını pekiştirdi.  Bu süreçte, bugünkü çatışmanın bir tarafı olarak görülen, Cemaat devlet aygıtının ideolojik ve siyasal olarak yeniden dizaynında önemli roller üstlendi. Kemalizm’le siyasi İslam arasında neredeyse yüzyıllık çelişki Kemalizm’le İslam’ın yeni bir tarzda sentezlenmesiyle, İslami- Kemalizm ile, siyasal İslamın aşırılıkları törpülenerek, tarikat örgütlenmeleri devlet aygıtına içerilerek aşıldı. Yoksulluk ve cehalet üzerinden burjuva ideolojik ve siyasal hegemonya güçlendirildi.

Erdoğan ve ekibi “Sünni İslam”, “istikrar” ve “demokrasi” söylemiyle her seçimden güçlenerek çıktı. Güçlendikçe de saltanatının kadir-i mutlak olduğunu var saydı ve öyle davrandı. Ta ki iktidarın gerçek sahipleri kendilerini hatırlatana dek.

AKP’nin emperyalist sermaye, özellikle ABD ve İsrail nezdinde güvenilirliğini yitirmesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da emperyalist paylaşım planlarının güncellik kazanması sürecinde ortaya çıktı. Ortadoğu ve Kuzey Afrika’nın yeniden paylaşımında emperyalist devletlerin, özellikle ABD’nin, Türkiye’ye biçtiği rolü Türk burjuvazisinin, geniş bir İslam’ı coğrafyada, Yemen’de, Tunus’ta, Mısır’da ve Suriye’de kendi arka bahçesini oluşturma doğrultusunda kullanma, ekonomik krizi kara para aklamasıyla hafifletme girişimi ve bunun ABD ile ilişkilerde yol açtığı gerginlik, Türkiye’de yaşanan son gelişmelerin arka planını oluşturuyor.

Türk burjuvazisi, arka bahçe yaratmak için  bölgede giriştiği başarısız denemelerin ardından içine girdiği kaostan provokasyon ve şantajla sıyrılmayı denedi, deniyor. Suriye’ye yönelik provokasyonlar, ABD ve İsrail’le yaşanan gerginlikler bir başarısızlık ve çaresizlik zincirleridir. Erdoğan’ın Rusya lideri Putin’le her görüşmesinde Şangay Paktına girme isteğini yinelemesi,  Çin’le yapılan füze anlaşması, anti-İsrail, hatta son dönemde üstü örtülü olarak sık sık dile getirdiği anti- Amerikan söylem, bu çerçevede başvurulan umutsuz çırpınışlardır.

AKP ile uluslararası sermaye arasında gerilen ipler burjuvazi içindeki rekabet ve çatışmayı alevlendirerek su yüzüne çıkarttı. Bu aynı dönemde patlak veren Haziran Başkaldırısı, AKP’nin üzerinde oturduğu düzlemi iyice eğikleştirdi. AKP bu eğik düzlemde aşağı doğru kaymaya başladı. Düzlem eğikleştikçe rüşvet, yolsuzluk ve kasetler ortalığa serilerek kayma hızı da arttı. Hız arttıkça baskı ve şantajları da arttı.

11yıllık AKP iktidarı döneminde burjuva sınıf içindeki rekabet ve çatışma devlet olanaklarının -özelleştirmeler, krediler, emlak rantı ve ihaleler- paylaşılması etrafında yoğunlaştı. AKP’nin devlet olanaklarını tekelleştirmesi ve istediği gibi paylaşması, sermaye grupları arasındaki çatışmayı AKP’ye yöneltti. Rüşvet ve yolsuzluk  bu paylaşımın aracı oldu ve iktidar partisinin yöneticileri tarafından bir havuzda biriktirilerek paylaşıldı. AKP  bugüne kadar arkasındaki uluslararası destek, uyguladığı baskı ve şantajla sürdürdüğü bu düzeni, bugün sürdürebilecek durumda değildir. Söylemdeki gibi “icazetle gelen rezaletle gider.”

Bugüne kadar  burjuvazi rekabet ve çatışmasını demokrasi kisvesi altında laik- anti –laik çatışması biçimine büründürerek hem çatışmanın gerçek karakterini örtmeyi ve hem de bu temelde işçi ve emekçileri çatışmanın tarafları haline getirmeyi başardı. Bugün de çatışmayı AKP – Cemaat çatışması gibi göstererek aynısını yapıyor. Gerçekte ise, AKP’de, Cemaat ’de  (ve diğerleri CHP, MHP, çeşitli isimler altında “Sivil Toplum Örgütleri” v.b.) aynı sınıfın, burjuvazinin örgütleridir. Bu o kadar öyledir ki  AKP’nin de, Cemaatin de yönetici kadroları C.I.A’nın ülkemizde kurdurmuş olduğu komünizmle mücadele derneklerinden gelmişlerdir. Ve bunlar her ne kadar rekabet içinde birbirleriyle çatışsalar da, işçi sınıfı karşısında bileşik sınıfsal bir güç olarak yer alırlar.

Burjuvazinin kendi post kavgasını bir demokrasi mücadelesi olarak sunabilmesinin ve işçileri, emekçileri bu kavgaya taraf edebilmesinin temel nedeni işçi sınıfının içinde bulunduğu gerilik ve örgütsüzlüktür. Ancak yine de devletin bütün kurumlarını etkisi altına alan ve kapitalizmin bütün çürümüşlüğü ve kokuşmuşluğunu açığa çıkaran krizin, işçi ve emekçiler tarafından bu kadar sessizlikle karşılanması sınıfın içinde bulunduğu gerilik ve örgütsüzlükle açıklanamaz. Bu aynı zamanda burjuva hegemonyanın sınıf üzerindeki gücü ve etkinliğinin de bir göstergesidir. “Yiyorlar ama iş yapıyorlar” söylemi hegemonyanın gücünü ve çürümenin boyutunu ortaya koyuyor.

Burjuvazinin iç çatışması alanında kalarak gelişmeleri doğru değerlendirmek ve doğru sonuçlar çıkarmak mümkün değildir. Yaşanmakta olan krizi AKP-Cemaat çatışması olarak görmek, bunun hangi saikle yapıldığından bağımsız olarak, burjuvazinin tuzağına düşmek, işçi ve emekçileri burjuvazi adına bir kez daha aldatmaktır. En vahimi ise burjuvazinin iç çatışma alanında kalarak bu çatışmadan “demokrasi”, “barış” ve “çözüm” çıkartılabileceğini ummaktır. İşçi sınıfının, burjuvazinin iç çatışmasından devrimci tarzda yararlanabilmesi ancak ve herşeyden önce sınıfın bağımsız örgütlenmesi ve eylemiyle olanaklıdır. Aksi durumda bugüne kadar olduğu gibi burjuva politikanın basit bir eklentisi olmaktan kurtulunamaz.

Komünistlerin görevi çatışmanın yarattığı, krizin derinleştirici etkisiyle daha da büyüyecek olanaklardan yararlanarak, işçi sınıfının bağımsız örgütlenmesi ve eylemini örgütlemektir.