Katliam Geleneği Sürüyor!

Burjuvazi ve yedeğindeki liberaller, son günlerde iki sözü dillerine pelesenk ettiler: Katliam ve özür dilemek. Bu sözlerden ikincisi, genellikle birincisinin devam edeceğine işaret oluyor.

Bu topraklarda işçi sınıfı, halklar; ne zaman ileri talepleri için mücadelelerini yükseltseler, siyasi özgürlük taleplerini dile getirseler, ne zaman egemen burjuvazi yönetemez durumda ölüm döşeğine düşerse, o zaman, devletin pusuda bekleyen katliam refleksi harekete geçiyor. Katliamlar ve faili meçhuller birbirini izliyor.

Burjuvazi, her sıkıştığında başvurduğu bu katliamcı geleneği Osmanlı’dan devralarak geliştirdi. Katliamcı gelenek, Osmanlı’da öylesine kanıksanmış bir politika haline gelmişti ki; Osmanlı tarihi -bir anlamda- halkların katledilişinin tarihidir de. Osmanlı yönetimi altında neredeyse, bu katliam geleneğinden nasibini almamış tek bir halk bile yoktur. 1800’lerin başından buyana Osmanlıya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren bütün halklar, Balkan ve Arap halkları, Kürtler, Nasturiler, Süryaniler, Ermeniler, Pontuslar v.b. hep katliamlara maruz kalmış ve/veya karşılıklı birbirine kırdırılmışlardır. Bu katliamcı gelenek (1908-1923) T.C.’nin kuruluşundan sonra da egemen burjuvazi tarafından devralınmış, işçi sınıfına ve halklara karşı geliştirilerek en acımasız şekilde uygulanmıştır, uygulanmaktadır.

Yunan kuvvetleriyle savaş halindeki Çerkez Ethem kuvvetlerinin kuşatılarak dağıtılması, Mustafa Suphi ve TKP MK üyelerinin Karadeniz’de katledilmesi, Diyarbakır (Şeyh Said), Koçgiri, Ağrı, Dersim Kürt katliamları, 6-7 Eylül Ermeni ve Grek katliamı, Devrimci harekete yönelik Nurhak, Kızıldere Aleviler yönelik Çorum, Kahraman Maraş Katliamları, 1980-90’lı yıllarda hapishanelere, Kürt köylerine yönelik katliamlar, fail-i meçhuller ve son olarak Uludere katliamı ve burada adlarını anamadığımız yüzlerce katliam, devletin bu katliamcı geleneğinin çarpıcı uygulamalarıdır.

***

Başbakan yardımcısı Bülent Arınç 22 Aralık’ta TBMM’de yaptığı konuşmada “İnsanın kimliğini inkâr etmek, insanı inkâr etmektir. Kendisini Kürt kimliği ile, Arap kimliği ile, Boşnak kimliği ile, her ne ise, hepsi kim ne varsa, bu topraklar üzerinde kendi kimliğini rahatlıkla söyleyecektir. O kimliğe saygı duyacağız, o kimliğin bütün kültürel haklarını, anayasal haklarını vereceğiz.” diye bir diskur geliştirerek bütün kimliksizlere ve kültürsüzlere, temsil ettiği gelenek gereği, ulufe dağıtır gibi, kimlik ve kültür dağıttı. Kürt halkının Arınç’ın lütfüne ihtiyacı yoktur. Onun “vereceğim” dediği hakları, Kürt halkı zaten mücadelesiyle kazanmıştır. Kürt halkı; mücadeleyle kazandığı tüm bu hakların siyasi bir çözüme bağlanmadan bir işe yaramayacağını da kendi deneyimiyle biliyor ve bu anlayış doğrultusundaki mücadelesini de kararlılıkla sürdürüyor. Eğer Bülent Arınç gibi burjuva politikacıların dağıttığı ulufeler, yaptıkları vaatler gerçek olsaydı, herhalde dünyada hiçbir halk, Kürt halkı kadar geniş haklara sahip olamazdı; yine eğer, Kürt halkı bu vaatlere, geçmişte olduğu gibi, bugün de kansaydı, Kürt varlığından geriye eser kalmazdı.

Bülent Arınç’ın bu konuşmasından bir süre önce de başbakan Tayip Erdoğan; medyanın karşısına çıkarak, 1938 Dersim katliamı için Dersim’in Kürt-Alevi halkından özür diledi. Burjuva iktidarın yeni temsilcisi olarak, özür dileyerek, sorumluluğu eski burjuva iktidarlar üzerine atarak, başbakan, ne burjuva devleti ve ne de bugünkü iktidarı aklayabilir. Ayrıca bütün bu katliamlardan özür dilemeye başbakanın sınıf konumunun müsaade etmeyeceği gibi, ömrü de yetmez.

Bir yandan özür dileyecek, gözyaşı dökecek ve bir halkın kaderine hükmetme hakkını kendi hakkınmış gibi görüp, o halka ulufe dağıtır gibi hak ve hukuk bahşedeceksin, öte yandan da dağa taşa bomba yağdıracaksın, KCK Operasyonu adı altında bir halkı hapishanelere dolduracaksın, Öcalan’ın görüşme hakkını gasp edeceksin, avukatlarını komik gerekçelerle, tutuklayacaksın, susturmak için Kürt medyasına operasyon üstüne operasyon düzenleyeceksin; bu tablo, özür dilemenin yeni katliam hazırlığı demek olduğunu yeterince kanıtlıyor.

Uludere’de, çoğunluğunu öğrencilerin oluşturduğu 36 Kürt’ün katledilmesi, burjuva devletin katliam zincirinin yeni halkasıdır. Devlet, katliamı gizlemek için elinden geleni yapıyor, yapacak. Burjuva devlet kurumları, suçüstü yakalanmanın telaşıyla katliamın sorumluluğu birbirine yıkmak için yarışa girdiler. “Yetkililer”, önce şovenist söylemle, katırla yük taşımanın bir PKK yöntemi olduğunu, dolayısıyla bombalamayla öldürülen Kürtlerin PKK’li olduğunu -sanki öldürülenlerin PKK’li olması katliamı katliam olmaktan çıkartırmış gibi- savunmaya kalktı. Bu tutmayınca, katliam yanlış istihbarata bağlandı. MİT, istihbaratın kendilerinden gelmediğini açıkladı. Genelkurmay ayni argümanı kullanarak katliamın sorumluluğunu dış istihbarata yükledi. Hükümet pişkin tavırla savunma ve içişleri bakanlarının istifa etmesi çağrısına, “bombaları atan onlar değil ki istifa etsinler” diyerek cevap verdi. En sonunda “ kaza”da karar kıldılar. Bugüne kadar bölgede olanı biteni en ince ayrıntılarına kadar gözlediğini övünerek iddia eden devlet, bu kez katırlarıyla birlikte kırk Kürt köylüsünü seçemediğini açıklayarak, katliama kaza süsü vererek olaydan sıyrılmaya kalktı. Ama artık mızrak çuvala sığmıyor. İktidar ne yaparsa yapsın katliamcı geleneğin devamcısı olduğunu gizleyemiyor. Kürt halkının örgütlü mücadelesi buna izin vermiyor, vermeyecek. Uludere Katliamı, burjuvazinin iddia ettiği gibi bir “el sürçmesi” değil, devletin bugünkü koşullarda, Kürt sorununda katliamdan başka bir “çözüm”ünün olmadığının yeni kanıtıdır.

Peki, bir yandan katliamları sürdürüp öte yandan, bu hak dağıtma, özür dileme ve gözyaşı dökme şarlatanlığı niye? Çünkü burjuva devlet, Kürt sorununda çözümsüzdür, tam bir çıkışsızlığa saplanmıştır. O artık, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeden, Kürt halkını eskisi gibi köleleştirip yönetemeyeceğini biliyor. “Devletin bekası”nı bunun üzerine kuruyor. Kürt halkının Kürt Özgürlük Hareketi etrafındaki birliğini parçalamak için biriktirdiği bütün deneyimi kullanıyor, her türlü entrikayı deniyor. Burjuva iktidarların geleneksel hegemonya yöntemleri olan havuç ve sopayı birlikte kullanıyor. Ardı arkası kesilmeyen bombalamaları, katliamları, tutuklamaları, Kürt medyasının susturulması girişimlerini, büyük şehirlerde ‘kimlik kontrolü’ adı altında kurulan sokak barikatları ve psikolojik terörü, Kürt ulusal birliğini bölmeye yönelik yeni “açılımlar”, anayasal hak vaatleri, özür dilemeler v.b. izliyor. Kürt halkı etnik ve dinsel temellerde (Kürt, Zaza, Alevi, Sünni) ayrıştırılarak parçalanmak isteniyor. Kürt halkının bağrında Kürt halkına karşı kurulan “Hamidiye Alayları” (koruculuk) işlevsizleşince, bu alaylar, Mollalık sistemiyle takviye edilerek yeniden yapılandırılıyor. Söz ve Eylem; devletin bu yeni girişimini 1. sayısında “İrşat Birlikleri Görev Başında” başlıklı yazıda deşifre etmişti. Orada, devletin; hem işçi sınıfı hareketini ve hem de Kürt ulusal birliğini bölmek için, resmi ideolojisinin önemli bir bileşeni olan Sünni-İslamı yeniden örgütlediği vurgulanmıştı. Artık bugün bu proje, özellikle, Kürt ulusal birliğine karşı kullanılmak üzere devreye sokulmuştur.

Burjuvazi, bunlarla da yetinmiyor. Ayrıca milliyetçilik zehriyle işçi sınıfını teslim almak ve onu Kürt halkına karşı konumlandırmak için her yolu deniyor. Bu alanda en büyük rolü, tümüyle sermayenin ve iktidarın denetiminde çalışan medya üstleniyor. Medya, halkın haber alma özgürlüğünü engellemekle kalmıyor, yalan haber yayarak, gerçekleri çarpıtarak, milliyetçiliği ve şovenizmi körüklüyor.

Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt halkı, bugüne kadar büyük bir devrimci uyanıklıkla bozduğu bu imha ve inkâr planlarını bugün de bozabilecek, devrimci güce, olgunluğa ve kararlılığa sahiptir.

Hiç şüphesiz, bu tablo karşısında, bir süre önce kuruluşunu tamamlayan Halkların Demokratik Kongresi’ne önemli sorumluluklar düşüyor. Kongre Kürt halkına dayatılan inkâr ve imhaya karşı harekete geçmeli; işçi sınıfı ve emekçileri teslim alan milliyetçi, şoven dalganın dalga kıranı olmalıdır. Bu, sadece Kürt halkına karşı devrimci sorumluluğun değil, aynı zamanda işçi sınıfına, devrime karşı sorumluluğun bir gereğidir. Şimdi; devrim ve Kürt halkı için ateşte yanmanın zamanı’dır. Şimdi; enternasyonalimi laftan eyleme aktarmanın zamanı’dır.