Karadeniz’de Faşist Saldırılar – Mustafa Özkan

Bilindiği gibi Karadeniz Bölgesi ve özellikle de Samsun ile Trabzon en yoğun asker cenazelerinin geldiği iller. Artık savaş sonlanıp gözyaşları dinecekse bu bölge en çok sevinecek bölgedir. Nasıl ki Kürt bölgelerinde ülkenin bir asli unsurunun insanları yok oluyorsa; burada da diğer tarafı yok oluyor. Ama bu anımsanma yalnızca ölüm gündeme gelince oluyor. Örneğin,”Kürtçe” konuşuyor diye öldürdüğü veya konuşturmamak uğruna ölen bu insanlar, anadilini konuşan insanların onlara bir zararı olmadığını anlayabilmesi için zaman geçmesi gerekiyor ne yazık ki. Anlamsız ölümleri onlara dayatanlar, işlerine gelince onlara sorma gereği bile duymadan tabuları birer birer yıkıyorlar. Ama ölen ve öldürenin hiç bir şekilde kazanımı olmuyor. Zaten insan yaşamına mal olan her eylemin geriye dönüşü olmadığını algılayabilse, insanımız daha tutarlı ve daha doğru tepkili olmayı da akıl ederdi. Algılayamadıkları için de, asıl ölüme gönderenlere tepki vermesi gerekirken başka suçlular aramaya başlar ve özellikle de kendisi gibi zarar görenleri suçlar. Bu kargaşa içinde HDK ve BDP’ lilerin Karadeniz eylemleri gündeme geldi.

Barışa katkı sağlayabilmek ve biribirimizi anlatabilmek için HDK ve BDP vekilleri aylar önce Karadeniz çalışmaları yapmaya karar verdiler. Bu karar Demokrasi güçleri tarafından çeşitli boyutlarıyla tartışıldı. Bu çalışmaların erken olduğunu savunanlar da vardı; geç kalındı diyenlerde…Gelenlerin farklı insanlardan olması gerektiğini savunanlar da vardı,tam isabet diyenler de..Oysa gelen insanların değil, ne adına gelindiğinin önemi özellikle gözden kaçırılıyordu. İntikam duygularıyla şekillendirilmiş insanlara barış adına bir şeylerin söylenmesinin güçlüğünü hepimiz biliriz. Ayrıca kandan beslenenler bu işe razı olur muydu? Karşılıklı yarara dayalı bir çözümü hazmetmeyi önleyecek bir yapı, bir kast oluşmuştu aslında.

Bu gizli yapı ülkenin tüm yörelerinde olduğu gibi, şovenizmin yoğun olduğu bu yörede daha fazla iş çıkarabiliyordu. Bu yapı ki öldürerek yok etmeyi denemiş, öldürdükçe sayılar azalmak yerine artmıştı. Öyleyse politik olarak bitirerek yok etmenin yolları aranıyordu. Onun için de, barış parsasını toplamak için saldırgan güçleri kışkırtıp bu eylemi vasıfsızlaştırmak için, ya o toplantılara insanların icabet etmemelerini sağlamak, ya da o toplantıların yapılmasını engellemek istiyorlardı. Ama bu işin de tam olarak tarafı olmak istemiyorlardı. Son bir ayda bu doğrultuda propagandalar en acımasız şekilde sürdürüldü. Sosyal medyada adeta linç kampanyaları yürütüldü. Öyle ki, o kampanyaların onda birini her hangi birileri yürütse başına neler gelebileceğini anlatmaya gerek yok.

Özellikle Samsun ayağında, konukları ağırlamak için anlaşılan otel ve kurumlara baskı yapılarak vazgeçirtildi. Bu doğrultuda en yüksek makam olan mülki amirlere başvurularda “bizi bu işlere karıştırmasınlar” gibi aymazlıklar içeren tavırlarla karşılaşıldı. Aslında Samsunda büyük bir sıkıntı olacağı belli, bu sıkıntıyı önleyecek olanlar ise adeta gizli açık kol kola girmiş gibiydiler. Kışkırtıcılar açıkça kan istiyorlardı ama bunlara siz kimsiniz diye soran yoktu. Araştırılsa o kışkırtıcıların savaştan zarar görmedikleri hatta yararlandıkları biliniyordu. Ama işin kötü yanı, savaşın sürmesi için bu kirli oyuna savaştan zarar görenler alet ediliyordu. Bu sinir harbi sürerken bağlantı kurulan tüm kurumlar tehdit edildiklerini ileri sürerek anlaşmaları iptal ediyordu. Öyle ki, konukları evlerde konuk etmek bile gündeme geldi. Toplantılar ve halk buluşmalarının ise birkaç partinin ve demokratik kitle örgütlerinin bulunduğu mekanlarda yapılma kararı alındı.

Bu belirsizlikler içinde HDK’ lılar 17 Şubat’ta Çorum’da çalışmalarına başladı. Çorum’da bu toplantılara katılma olasılığı olanlara kimliği belirsiz olan bazı karanlık güçler, ev ev dolaşarak “bu toplantılarda sizleri görmeyeceğiz” diyerek tehdit etmişler ama başarılı olamamışlardı. Konuklar güllerle karşılanmış, ikibin kişilik verimli bir toplantı gerçekleştirilmişti. Karanlık güçler tehditlerle bu işin engellenemeyeceğini anlamış, halk diye lanse edebilecek başka maşalara gereksinim olduğunu algılamıştı. Artık yeni bir tezgah örgütleniyordu. HDK’ lılar açısından başarılı bir eylemi gerçekleştirmenin mutluluğuyla; derin güçler ise yeni bir engelleme metodu ortaya koyma planlarıyla Çorum deneyiminden geçmişlerdi. Bu karmaşık düşünceler içinde Çorum’dan Sinop’a doğru yola çıkıldı.

Sinop; Karadeniz’in en demokrat illerinden biri sayılan Sinop. Düşmanına bile konukseverliği göstermekten çekinmeyen Sinop..Tepkisiz değil ama tepkisini demokrasi kuralları içinde yapmasını becerebilen insanların çoğunlukta olduğu Sinop. 12 Eylül öncesi tüm kuşatılmışlıklara karşın hiç bir zaman hoşgörüden vazgeçmeyen ve korkusuz insanların yoğunlaştığı Sinop. Sinop için söylenecek daha da güzellemeler düzenleyebiliriz..İşte böyle bir  güzel yörede düzenlenmeliydi bu provokasyon. Tıpkı Pir Sultanın memleketinde Pir Sultan dostlarının yakılması gibi. Konuklar öğretmen evine gelince yine iyi bir şekilde karşılandı. Önceleri küçük bir genç grubun taşkınlıklarıyla başlayan tepki, sonraları pazarlık konusu edildi. Eğer konuklar geziyi sonlandırırsa, taşkınlık yapanlar dağıtılacak, HDP’lilerin Ankara’ya dönüşleri sağlanacaktı. Bu pazarlık kabul görmeyince bilinçli bir şekilde kalabalık artırıldı. İktidarı ve muhalefetiyle tüm gerici ve faşist güçler devreye girdi. Konukları linç etmeye çalışan güruha hiç bir müdahale olmadığı gibi, adeta kalabalığın artırılması için uğraş veriliyordu. Çünkü kalabalık bu eylemi sonlandırmanın ana unsuruydu. Kalabalık artınca devletin pazarlık gücü de artıyordu.

Ne ilginçdir ki, AKP iktidarı barış barış diye kendini yırtarken, bir avuç insanı dağıtma gereği duymuyordu. Oysa Sinop’ta nükleere karşı eylemlerde, HES’ lere karşı baş kaldıranlara aynı “nezaket” gösterilmedi. Arabalar parçalanıyor, konukların bulunduğu mekanlara kadar giriliyor ama seyrediliyordu. Kalabalık dağıtılmıyor, gücümüz yok gibi saçma söylemlerle zaman geçiriliyor, Vekiller Ankara’ya dönmeleri için ikna edilmeye çalışılıyordu. Ünlü içişleri bakanının hormonsuz biber gazı bitmişti herhalde. Hak isteyen emeklilere reva görülen bu değerli besin kaynağı, yeni yetme tosuncuklardan esirgeniyordu. Kısacası Çorum’da ev ev dolaşıp tehditler sonucu başarılı olamayan engelleme taktiği, adi bir zorbalığa dönüştürülmüş,12 Eylül öncesini anımsatan senaryolar ortaya konmuş ve konuklar ancak 9-10 saatlik bir ablukadan zırhlı araçlarla linçten kaçırılan suçlular gibi Sinop’tan çıkarılmıştı..Aslında o kalabalığı dağıtmanın kolay olduğunu günün sonunda cümle aleme gösterdiler.

Sinop’tan sonra Samsun yolculuğu başladı. Samsun’daki HDK’ lılar arkadaşlarını evlerde konuk etmeyi planlamıştı. Çünkü tüm oteller tehdit edilerek konukların konuk edilmesi engellenmişti. Bu işlem her ne pahasına olursa olsun yapılacaktı. Ama sonunda OMTEL Otel hem Sinop Samsun girişinde olduğu, hem de daha rahat korunabileceği için seçildi. Gece saat 12 gibi konuklar Samsun’a gelmişti.18 Şubatı 19 Şubata bağlayan gece tehditler ve saldırı örgütlemeler sürüp gitti. Ama yine bu açık tehditleri yapanlara hiç kimse ses çıkarmadı. Oysa emek eksenli bir eylem öncesi eylemi öven veya eyleme çağrı yapan insanların en iyi uğrayacağı muamelenin, gözaltına alınıp hakaretlere uğramak olduğunu hepimiz biliriz. Bir sonraki günün saldırısı geceden örgütlendi.

Sabahın erken saatlerinde Konukların toplantı yapacağı partilerin bulunduğu bina taşlanarak TKP’ nin camları kırıldı. Bunun üzerine polis Gazi caddesinin bir bölümünü kapatarak adeta eylem yapanlara önlem aldı. Özellikle saat 12’den sonra gelen TKP’liler;,78’liler ve Halkevliler, örgütlerine sokulmadı. Binayı ablukaya alanlara ise “gençler azıcık uzakta durun” gibi sevecenlikler yapıldı. Zamanla meraklı insanlarında birikmesiyle kalabalık bir hayli büyüyor, özelliklede kilolu bir bayan ve gençlerden bir kaç yaş daha büyük iri yarı birinin linç çığlıkları insanları galeyana getiriyordu. Acaba bir toplumsal gösteride böyle birileri olsa başına neler gelir takdiri sizlere bırakıyorum. Zamanla taşkınlıklar artarak sürdü. Polis ricalarına devam etti ama ricaları dinleyen olmadığı gibi, dinlenmesini de isteyen yoktu. Saatler ilerledikçe binaya saldırılar başladı. Aslında bir kaç gün öncesinden binanın giriş yerleri saptanmıştı. Çünkü karşı ve yan binaların çatısından binaya sızıldı, en alt katta olan TKP’ye polis barikatı sözümona aşılarak girildi. Binadaki 37 kişinin mukavemeti olmasaydı bu gün bir Sivas katliamından bahsediyor olabilirdik. Bu arada polis ne yaptı?!. Polis içerde mahsur kalanlara “bayrak asarsanız gidecekler”  diyerek, aslında çapulcularla nasıl el ele kol kola olduğunu da itiraf etti. Eğer bu gün Samsun, Sivas katliamı gibi kötü bir anıyla anılmıyorsa tüm Samsun halkının Umur apartmanında ölümüne bekleyip, ölümüne binalarını savunan gençlere teşekkür borcu vardır.. Saatler sonra binanın tüm camları kırıldı, insanlar canlarını zor kurtardı. Ama sonunda yine gözaltına alınanlar içeride canını zor kurtaran insanlardı. Gece yarılarına kadar gözaltında yine onlar kaldı. Ama yine tosuncuklar dışarıda ve yine insanlara saldırıyorlardı.

Omtel Oteldeki konukların basın açıklamalarına da saldırı oldu. Basın açıklamasını basmak isteyenler, otelin camını kıranlar yine “gençler biraz uzakta durun” sevecenliğiyle karşılandı. İçerden saldırganlara mukavemet yasak ama dışarıdan saldıranlar adeta koruma altındaydı. Özellikle Omtel Otelin camlarını kıranların saptanamaması olası değildir. Parasız eğitim için pankart asan gençlere şahin kesilen en kahraman savcılarımız nerelerde acaba.? HDK ve BDP’ lilerle birlikte diğer demokrasi güçleri Omtel’den toplantının yapılacağı salona giderlerken de saldırılar sürdü. Salon ise ayrı bir durumdaydı. Salonun tüm çevresi polislerle çevrelenmiş, salona girmek isteyenler bir kapıdan alınıyordu. O kapının önü ise 50- 60 kişilik tosuncuklarla dolu. Kavgayı göze alan içeri girebiliyor. Alamayan salona giremiyor. Buna karşın salonda 300 – 400 kişinin varlığı anlamlı değil midir? Kısacası bu gezinin Çorum’daki görkemini engellemek için tuzaklar kurmuş ve amaçlarına ulaşmışlardır.

Ertesi gün linç  eylemini gerçekleştirmek isteyenlerden  çok, saldırıya maruz kalanlar suçlanmaya çalışıldı. Gerici ve faşist odaklar saldırıları överek ilimizde bir şey olmadığını vurgulayıp,  gelen konukların geliş nedenlerini sorgulamaya çalıştılar. Örneğin İlkadım belediye başkanı “benim alanımda hasar diye algılanacak bir şey olmamıştır” diyerek çapulcularla nasıl işbirliği yaptığını itiraf etti. Oysa Gazi Caddesi ve üst aralardaki kaldırım taşları binanın içindeydi. Umur apartmanında kırılmadık cam kalmamıştı. Itri durağı tanınmayacak haldeydi. Cadde ve yan sokaktaki çiçekliklerin hepsi paramparçaydı. Umur apartmanının karşısındaki kiralık daireye önceden girilip hazırlıklar yapılmış ve saldırı günü oraya biriktirilen taşlar 78’liler ve TKP’ lilere atılmıştı. Zaten olayların sabahında İlkadım belediyesine ait çöp kamyonlarındaki bayraklar her şeyi ele veriyordu. Ama onlar eylemcilerin taktığı yeşilli hilalli bayrakları unutmuşlardı. Bir dahaki sefere öyle yapmaları daha doğru olur aslında. MHP il başkanı ise Büyük şehir Belediye başkanını suçlayarak “bu şehirde kimse onlara yer vermedi, onları o ağırladı, bu vebal de ona yeter” diyerek saldırıların neresinde olduğunu göstermeye çalıştı. Mülki amirler ise olayın sorunsuz geçtiğini söyleyerek barışın  neresinde olduklarını ortaya koydular.

Kısacası Samsun ve Sinop’taki bu linç kampanyasının örgütleyicilerini tek tek saymaya gerek yok; Kürt halkına teslimiyet ve imhayı dayatan devlet oradaydı. Olayların bir çok bağlantısı var. Asıl taraf olanlar ise savaş karşıtları ve savaş yanlılarıdır. Barış isteyenler her şeyi göze alarak meramlarını anlatmaya çalışırken, savaş isteyenler ise çok boyutlu. MHP bu işin dışında görünmeye çalışırken gizli açık tam destek verdi. Selam verenlere tehditler savuruyorlar.

Yukarıda da vurguladığım gibi il başkanları, mekan kullandıranları hainlikle suçluyor. Alperenler tam bir taşeron görevi görüyor. Hrant ve rahip cinayetlerinde olduğu gibi gizli değil, açıkça ortaya çıkıyorlar. Çünkü ellerinde bayrakları tüm halkı linçe davet ediyorlardı. AKP tüm devlet kurumlarına muktedir olmasına rağmen suya sabuna dokunmadan “tavşana kaç tazıya tut” rolü üstlendi. Vali, vekillerin kendilerini ziyaret etmesini istemedi. Büyük Şehir Belediye Başkanı kendilerine yapılacak ziyareti iptal etti. CHP içerisinde ne işleri var diyenlerden fikrini beğenmesek de konuklara ayıp oldu gibi karışık değerlendirmeler oldu. Bu tavır bildik CHP tavrı. Kendinizin gidemediği yerler olunca kıyametleri koparıp başkalarına uygulanınca saf değiştirmek. Karadeniz de iki taraf var aslında: barış ve demokrasi yanlıları ve karşıtları. Bu da ülkemizin her yerinde aynı.

Önemli olan şu anda Demokrasi güçlerinin yapacaklarıdır. Devletin gizli açık güçlerinin ne yapıp yapamadığı önemli değil; barış ve demokrasi güçlerinin ne yapacaklarıdır. Bu ülkede barış sağlansa bile hangi taviz ve geri çekilmeler sonucu sağlanacağı önemlidir. Bir başkaldırıyı sönümlemek için kurulmuş bir plan ve bizler de o plana doğru sürükleniyorsak barışın  bir anlamı olmaz. Ama sürüklenmemenin tek yolu da birlikte olmaktan geçer. Dünya görüşümüzün ne olduğu, toplum biçimlerimize nasıl baktığımız, ülkenin gidişatına nasıl yön vereceğimiz v.b ayrılıkları bir yana bırakarak öncelikle hedefimiz gerici faşist saldırılara karşı yan yana gelmektir. Çünkü sokaklar eskiden olduğu gibi kapatılmak isteniyor. Bunlar yapılırken de maşalar kullanılıyor. Karşımıza çıkarılanlar sınıfsal açıdan düşmanlarımız olmayabiliyor genellikle. Ama genellikle de lümpen, yaşamdan beklentileri olmayanlar seçiliyor. Onların da aslında fikir birliktelikleri yok. Karşımızdakilerin içinden bazılarını ayrıştırıp rakip yapsanız, aynı saldırıları birbirlerine karşı da gerçekleştirirler. Ama şunu unutmamak gerekir ki onları örgütleyenler çok organize bir yapı. Onlara geri adım attırmanın tek yolu öncelikle birlikte hareket etmekten, sonra da doğru saptamalardan geçer.

Kısacası şu anda tüm ayrılıklarımızı bir yana bırakarak önce dostlarımızla birlikte yaşamayı sağlamalıyız. Dostça birlikteliklerden sonra ayrılıklarımızı bilimsel veriler doğrultusunda tartışarak çözümleyebiliriz. Çünkü gün bölgemizde sokağa çıkıp çıkamama savaşımı, gün onurumuzla yaşayıp yaşayamama günüdür.