Başbakan Erdoğan, Çalışma Bakanlığı 10. Çalışma Toplantısı’nda yaptığı konuşmasında oldukça “aydınlatıcı” açıklamalarda bulundu. Diğer iktidarlar gibi AKP iktidarının da “Dış Güçler” sendromunun etkisi altında olduğu, Başbakan’ın söylemlerinde de ortaya çıktı. Gezi başkaldırısında da Başbakan, eylemleri dış güçlere ve onların içerideki işbirlikçilerine bağlamıştı.
Başbakan konuşmasında, “Eğer yumruklar sıkılıyorsa el sıkışamayız.” diyor. Peki çözüm süreci diye başlatılan dönemde, silahlar susmuşken, iktidarınızın aceleyle bölgede karakol inşaatlarına hız vermesinden yumruklarınızı gevşettiğinizi mi anlayalım?
“Molotof olursa diyalog olmaz.” diyor yine Başbakan. Polisin ağır silahlarla donatılması yasasını ve emniyetin toplumsal olaylarda kullanmak üzere ağır silahlar (havan, tank, top) ithal etme yetkisi verilmesini isterken, bu silahları kime karşı kullanacağınızı açıklayın. Diyalog için büyük adım atmış olacaksınız.
Başbakan aynı konuşmasında “11 yıl boyunca ekonomideki ve demokratikleşmedeki her gelişme önceliklerimiz yer aldı. Şu anda işçi kardeşimin de, memur kardeşimin de alım gücü 11 yıl öncesine göre kat be kat üstündür. Gelirlerini 4,5 kat yani %33 artırdık.” diyor.
Birilerinin gelirini ve haklarını iktidarın desteğiyle artırdığını Başbakan kendisi Gezi olayları sırasında itiraf etti. Ama işçi, memur ve emekçilerin bu sınıfta yer almadıkları ortadadır. Ya da Başbakan, basit muhasebe usulü olan T cetvelinin, işçi, memur ve emekçiler için sadece bir tarafını okuyor. 11 yıllık AKP iktidarından sonra T’nin diğer tarafını biz okuyalım.
2008’de çıkan yasayla emeklilik yaşı, kadınlar için 58’den erkekler için 60’dan 65’e yükseltildi. Emekli olmak için prim ödeme gün sayısı 7 binden 9 bine yükseltildi. Çıkartılan 4857 sayılı iş kanunu ile taşeronlaşmanın önü açılarak, esnek ve güvencesiz çalışmanın temelleri atılmış oldu. Sendikalara baraj sistemi getirilerek işçinin örgütlenme ve sendikalı olma hakkı engellendi. 11 yıl önce 190 milyar olan devletin borcu, 2012 sonu itibarıyla 560 milyar TL oldu. 2012 yılında halkın bankalara borcu 7 milyar TL iken, aldıkları tüketici kredileri karşısında borçları 306 milyar dolar olmuştur. Bu borçların %25’i icralık durumda.
Özelleştirme adı altında burjuvaziyi kalkındırma uğruna, satılan birçok kurum, fabrika, yol ve köprüler yüzünden yüz binlerce insan işsiz kaldı.Başbakan yine konuşmasında, yurtdışı ideolojiler transfer etmeye gereksinim olmadığını, işçi-işveren kavramını bir kenara bırakıp çalışan ve çalıştıranı iki ayrı gruba ayırmamak gerektiğini, emek-sermaye gibi başlıkların yanlış tanımlandığını söylüyor. Biraz tarih hafızamızı zorladığımızda bu sözlerin bizlere yabancı olmadığı ortaya çıkıyor.
“Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil ve fakat kişisel ve toplumsal yaşam için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas ilkemizdendir. Bizim halkımız çıkarları birbirinden farklı, sınıf halinde değil aksine varlıkları ve çalışmalarının sonuçları birbirine gerekli olan sınıflardan ibarettir.” Atatürk
90 yıl sonra Başbakan’ın aynı noktaya denk düşen sözleri sarf etmesi, bir ideolojisizliği değil, mevcut hakim ideolojiye bağlılığın ve bu bağın her iki liderde de ortak olduğunu gösteriyor. Ayrıca AKP iktidarından Başbakan’ın yanlış tanımlandığını belirttiği emek-sermaye konusunda kamuoyunun aydınlatılmasını bekliyoruz.