“Kral” Gerçekten “Çıplak”
Burjuva ideologların ve reformist solun devletin niteliği ve işlevi konusunda Marksizm’e yönelttikleri eleştirilerden biri de, Marksizm’in bütün vurguyu devletin baskı kurumlarına yaptığı, dolayısıyla parlamento, hükümet gibi temsili kurumları önemsemediğidir.
Gerçekte Marksistler açısından devletin belirleyici aygıtı baskı aygıtıdır; polistir, ordudur, özel silahlı örgütlenmelerdir, mahkemelerdir, hapishanelerdir. Bu vurgu devletin bürokratik ve ideolojik aygıtlarının önemsiz olduğu, bir işe yaramadığı anlamına gelmiyor. Tersine devlet, egemen sınıfın egemenlik aracı olma işlevini baskı ve ideolojik aygıtlarıyla bir bütün olarak yerine getirir. Baskı aygıtı olmadan egemen sınıf egemenliğini koruyup sürdüremez; ideolojik aygıt ve temsili kurumlar (parlamento, hükümet vb.) olmadan devlet kendini genelleştiremez. Egemen sınıfın hegemonyasını kuramaz. İdeolojik aygıtın ve temsili kurumların görevi devletin gerçek işlevini maskeleyerek egemen sınıfa hizmet eden aygıtı halkın aygıtı olarak tescillemektir. İdeoloji bu işlevi en başta hukuk ideolojisiyle yerine getirir. Hukuk sanki devletin kuruluş ilkesiymiş gibi bir mistifikasyon yaratarak, belirleyici iradenin egemen sınıfın iradesi olduğu gerçeğini örterek devletin üzerinde yükseldiği ilişkiyi tersyüz eder. Baskı aygıtının ( ordunun, polisin mahkemelerin, hapishanelerin) zorunluluğu sınıf egemenliğinden (burjuva sınıfın egemenliğinden) kopartılarak ona kamusal bir rol verilir. Baskı aygıtı “kamu güvenliğinin” zorunlu koşulu olarak sunulur. Bu noktada genel oy ve temsili kurumlar devreye girer. Halkın yöneticilerini kendi oyuyla seçtiği, kendi seçtikleri tarafından yönetildiği ve istediğinde onları değiştirdiği gibi bir illüzyon yaratılarak ideolojik aygıtın yarattığı mistifikasyon betonlaştırılır.
Burjuva düzende işlerin iyi gittiği, kârların yüksek olduğu, pazarın genişlediği, işçilerin ve emekçilerin kabuğuna çekildiği dönemlerde bu mistifikasyon da nispeten sorunsuz işler. Ama dönem değişip de, kârlar düştüğünde, pazarlar daraldığında, işçi ve emekçilerin yaşamı giderek çekilmez hale gelip, “kelebek kozasından çıktığında” o güvenilir, her şeye kadir kurulu mekanizma tökezlemeye başlar, “kral çıplak”laşır.
Türkiye’de Kral neredeyse tüm zamanlarda çıplaktı. Bazen transparan iç çamaşırlarıyla dolaştığı darbe dönemleri oldu, ama bugün artık kral sadece çıplak değil, çırılçıplak.
Sisteme yeni bir soluk aldırması beklenen 7 Haziran seçimleri, soluk aldırmak şöyle dursun mevcut krizi daha da büyüttü. Bütün provokasyonlarına rağmen Suriye’ye giremeyen Erdoğan, savaşı içe taşıdı. Büyüyen krizin ilk belirtisi burjuva temsili kurumların kenara atılması oldu. Önce halk doğru seçim yapamadığı için seçim iptal edildi. Parlamentonun bu koşullarda bir işe yaramadığına karar verildi. Kapısı kilitlendi. Sonra sıra hükümete geldi, hükümet özelleştirildi. Bunlar, birçok nedenden olup olmayacağını bugünden kestiremeyeceğimiz bir iç savaşa gidişin ön gelişmeleridir. Ancak bütün bunları alelacele alınmış önlemler olarak görmek ya da etkenlerden biri olmasına rağmen Erdoğan’ın kendini kurtarma saikiyle açıklamak, politik sığlıktan öte, söyleyenin kimliğinden bağımsız olarak devleti aklamaktır.
7 Haziran seçimlerinden buyana geçen iki olağandışı ayda Kral kendini örten şallardan bir bir kurtuldu. Devlet, temsili kurumların hantallaştırıcı etkisinden sıyrıldı. Olağan koşullarda, parlamentoda karar verilen sıkıyönetime bu kez valiler, emniyet müdürleri ve askeri şefler karar verdi. Olağan koşullarda kurgu ve mistifikasyon gereği parlamenterlerin, bakanların karşısında hazırolda duran valiler, emniyet müdürleri , askeri erkan, vekil- bakan tanımadılar. Türkiye güvenli olan ve olmayan bölgelere ayrıldı. Tıpkı 1909, 1915,1920,1924,1930,1938 deki gibi. Güvenli olmayan bölgede kaynağını egemen sınıf ve ezen ulusun egemenliğinden alan “evrensel hukuk” uygulamaya sokuldu. Devlet Kürdistan’ın birçok ili ve ilçesinde Cizre, Şırnak, Gever, Diyarbakır, Silopi, Hakkari, Yüksekova, Dersim vb. -iç savaş konumuna geçti. Tankların, topların namluları birkez daha Kürt halkına doğrultuldu. Uçaklar Kürt coğrafyasına bomba yağdırdı. Çocuk, kadın ve yaşlılar devletin özel terör birliklerinin, keskin nişancıların hedefi oldu.
Kısaca iç savaşı anımsatan olağanüstü koşullarda devlet “Fazlalıklarından” kurtuldu. Çıplaklaşarak olağanlaştı.
Her şeyin çırılçıplaklaştığı bu coğrafyada Marksizm’in devlet teorisini eleştirip düzene karşı mücadele ettiğini iddia edenler bu çıplak gerçeklerin karşısında görüşlerini, özellikle devlete ilişkin, iyilik- kötülük, ahlak ve kültüre dayalı ütopik görüşlerini, bir kez daha gözden geçirmelidir. Doğrudan devlete yönelmeyen, devlet gerçeğini perdeleyen ve gerektiğinde yeniden kullanılmak üzere bir kenara atılan temsili kurumlara (genel oy, parlamento, hükümet) dayanarak devletin ele geçirileceği, ya da demokratikleştirilebileceği üzerinden bir mücadele kurgusunu yapmanın aslında mevcut devleti onaylamaktan başka bir anlama gelmediği görülmelidir.
Dergiyi .pdf Formatında İndirmek İçin Tıklayınız >
isbasi2