İnsanlığın Yaşamsal Varlığı – Mustafa Özkan

Kapitalizm, gereksinimlere yönelik üretimden ziyade kazanca yönelik üretimi ön plana çıkardığı için barbarca doğanın insanlığa sunduğu tüm kaynakları tüketerek yok etmektedir. Nefes aldığımız havayı, yaşamsal kaynağımız olan bitkileri, hayvanları ve olmazsa olmazımız olan suyu bile bir meta haline dönüştürerek adeta günlük kazançlar uğruna evrenin tüm değerlerini yok etmektedir. Öyle bir yağmalama ve günlük kazanç sevdasına kapılmışlardır ki, bu doğal kaynakları çok tüketene ödül veren bir sistem oluşturulmuştur. Tüm kapitalist sistemlerde bu durum böyledir ama bizim ülkemizde, barbarlıkta yarışılmaktadır adeta…İrili ufaklı derelerin, uzunluğu ve su seviyesi dünyaca ünlü ırmakların, sayısını bile sayamadığımız göllerin, sulak alanları dillere destan havzaların ve imrenilecek düzeyde yeraltı sularının olduğu ülkemizde su varlıklarının yok olmak üzere olmasının, her değerin paraya çevrilip alınır satılır hale dönüştürülme barbarlığından kaynaklandığını vurgulamak doğru bir saptama olur sanırım..

Bu böyle gittiği sürece sınıfsal ayrım gözetmeyen doğa, sömürünün hesabını sömürene bile avantaj sağlamadan hepimizi cezalandıracaktır. Doğal kaynaklar yok olunca onlardan rant elde edenlerin de sonu gelecektir ama nasılsa rantı başkaları elde ediyor, cezasını da çeksinler deme lüksümüz yok aslında. Sömürenleri ayıralım deme seçeneğimiz de yok ne yazık ki. Ama işin ilginci sömürenin de yaşamsal kaynaklarını korumak için savaşım yine bizlere, işçi sınıfına, ezilenlere düşmektedir maalesef. Çünkü kapitalist barbarlar, sonlarının geleceğini bile bile de olsa, rant uğruna her şeyi tüketime sunma akılsızlığını her alanda göstermektedir.

Bu yok etmelerin en başında su gelmektedir. Suyumuz, dünyayı kirleten dev sanayi şirketlerinin hizmetine sunulduğu yetmiyormuş gibi, herkesin ortak malı olmasına karşın  sermaye tarafından mal edinilerek ücretsiz kullanılamaz hale sokulmuştur. Öyle olunca da tüketimi çoğaltmak için reklam dahil her şey yapılmaktadır. Bir yandan sanayi atıklarının masraf oluşturmasın diye sulara salınmasına göz yumularak; diğer yandan derelerin önü kesilip sermayenin insafına bırakılıyor sularımız. Bu da yetmiyormuş gibi, yer altındaki birinci su tabakasını bitirme yarışına girilerek 150 metrelerden su çıkarılmaya başlayınca Anadolu’nun  sulak alanları çöle dönüştü. Doğal dengeyi sağlayan en önemli varlık olan ormanlar yok edilince, yağış düzensizliği su kaynaklarının sonunu getirdi. Adeta toprakla insanlığın arasına duvar örercesine betonlaşma yarışına girilmesi, yağışların toprağa ulaşımını engelleyip, suyun yağar yağmaz denizlere inmesini sağladı. Böylece de doğal denge bozularak yağışlar azaldı veya mevsimsel olarak sarkmalar oluştu.

Bu tür doğal dengeyi bozacak barbarlıkların yanında suyu en önemli kazanç kaynağı haline dönüştürme çabaları her kaynağın önüne bir su tesisi yapılmasına yol açtı. Öyle ki, belediyelerin musluktan verdiği suların fiyatı adeta damacana suların fiyatıyla yarıştırılarak ücretli su alımı ön plana çıkarılıp, suyun tüketimi bir kat daha artırıldı. Çünkü içme suyu elde edilmek için kaynakların kurutulmasının zararının yanında, doldurup boşaltırken de sular yok ediliyor. Alınıp satılır hale getirilen bu varlığı insanlık artık kendi malı saymadığı için ise, koruyup gözetmesinin anlamsızlığına inanıyor. Öyle ki  olanağı olan bencilce ne kadar fazla tüketirsem o kadar fazla  pay alırım mantığı ile kullanma çılgınlığı yaşanıyor. Ama yine de bu aşırı tüketim hırsı ve yok edilme barbarlığının ortadan kaldırılması mümkündür. Bunun için yapılması gerekenleri yapmak yeterlidir.

Yapılması gerekenlerin başında su varlıklarının alınır satılır olmasına son verilmesi gelir. Şimdi böyle olunca zaten bedava deyip daha çok tüketilir diyenler olabilir. Oysa insanlara bu varlığın kendisinin olduğunu anlatılıp, ihtiyaç dışı tüketimlerle bu varlığın yok olacağı algılatılırsa tüketmekten ziyade koruyacağından kimsenin şüphesi olmasın. Şu andaki sistemde insanlar nasılsa paramı verip alıyorum, satanlar çözümünü bulur mantığıyla  yaklaşıp, parasının yettiği oranda tükettikçe tüketiyor.

Yine bilindiği gibi, belediyelerin sattığı suların ticari kullanımı ile zorunlu kullanımı arasında ücret farkı yok. Öyle ki, şehir suyuyla araç yıkadığını reklam yapanlar diğerlerinden üç-dört kat fazla para kazanırken ödediği su ücreti, elini yıkamak için kullananla aynı. Bu durum kapitalist barbarlık yasalarına bile aykırı.. Madem bu varlığı meta olarak görüyorsunuz, kazanca dönük kullanımın ücretini arttırın bari. Bu sistem içinde bile istense tüketim çılgınlığı azaltılabilir. Örneğin, kişi başı üç ton suyu bedava yapıp, üzerine çıkanlara kademeli olarak fiyat artışı sağlarsanız, hiç değilse varlıklı olanların aşırı tüketimini engeller, yoksul olanlara da zaten bedava vermeniz gerekeni verirsiniz. Böylece az kullanan kendi varlığı olduğunu algılar, çok kullanan da pahalı bir ürün olduğunu anlayıp, kullanımı kısar. Yaparlar mı yapmazlar. Çünkü sistem varsılların sistemi, yoksulları düşünecek değil ya…

Ama asıl mesele eğitim ve sistem meselesidir. Eğitim meselesidir çünkü bu varlıkların yok olabileceği ve yok olunca da kendisinin yok olacağını algılayan insanlar ihtiyaçtan fazlasını kullanmaz. Sistem meselesi, çünkü bu sistem ihtiyaçtan fazlasının kullanılıp para kazanmaların sistemi.

Öyleyse tek seçenek sistemi ortadan kaldırmaktır. Onun içinse bu barbar sistemin sahibi olan burjuvaziye karşı savaşımı örgütlemektir. Burjuvaziye karşı savaşımı yürütecek yegane sınıf ise İşçi Sınıfıdır. İşçi sınıfı iktidarında ise bu varlıkların sömürü aracından çıkarılıp, herkesin ortak değeri olduğu algılatılırsa bırakın tüketmeyi, korumanın yollarını insanlığın kendisi bulur.