HDK ve HDP Üzerine Düşünceler – İsmail Dokumacı

Halkların Demokratik Kongresi (HDK) 26 Ekimde yaptığı 3.Olağan Genel Kuruluyla Halkların Demokratik Partisinin (HDP) kuruluşunu resmi olarak kamuoyuna deklare etti.Kongrede HDP’nın kuruluşu önümüzdeki 2 yıl içinde yapılacak 3 seçim için taktik bir tutum olarak (“seçim partisi”) nitelendirildi. Daha sonra yapılan açıklamalarda HDP’nin bir “seçim partisi olmadığı, parti sözcüleri tarafından defalarca açıklandı. HDK’nın oluşum sürecinde yer alan Hareketimiz, HDK’yı Kürt Özgürlük Hareketiyle Türkiyeli  sosyalistlerin, komünistlerin ve kapitalist sistemde ezilen tüm çevrelerin merkezi bir eylem birliğinin sağlanmasına yönelik olumlu bir adım  olarak ele aldı. Ve HDK içinde birleşebilecek bu kadar farklı yapıların bir parti çatısı altında toplanması fikrine karşı çıktı. Bu itirazımızı Söz ve Eylem’de şu iki önemli noktanın altını çizerek dile getirdik: Bu noktalardan “birincisi, HDK’nın devrimci, demokrat ve komünistlerin bir araya gelerek oluşturacakları bir parti değil, bu güçleri bir araya getiren merkezi bir güç ve eylem birliği olması gerektiği, ikincisi ise bu güç ve eylem birliğinin, sosyalistlerin ve komünistlerin birleştirici yaklaşımı ve eylemsel etkinliğiyle kendini geliştirebileceği”ydi.

HDK’nın partileştirilmesini ileri sürenlere karşı itirazımızı ise şöyle ortaya koyduk:“Bugün sosyalist ve komünist hareketlerin önündeki sorun dün yapılamayanın, aynı bakış açısı ve aynı yöntemlerle yapılması değildir. Artık herkes, ne kadar “iyi niyetle ve samimiyetle” yaklaşılırsa yaklaşılsın, olmayacak olanda ısrarın güç kaybından, dağınıklıktan ve likidasyondan başka sonuçlara varmadığını gördü. Bugün karşımızdaki sorun ne bir “çatı partisi” ve ne de bir “parti birliği” sorunudur. Bugün karşımızdaki sorun, dağınık ve yalıtık güçlerin ortak refleksinin örgütlü bir tarzda harekete geçirilmesi sorunudur; örgütlü, işlevli politik güç ve eylem birliği sorunudur. Yani günün temel sorunu, Türkiye sosyalist ve komünist hareketlerinin, olayların arkasından koşan dağınık, birbirlerinden kopuk eylemlerinin asgari bir çerçevede ve merkezî bir tarzda ortaklaştırılması, bunun Kürt özgürlük hareketinin merkezî eylemiyle uyumlulaştırılması, bu iki görevin ayrı, ayrı değil, birlikte yapılmasıdır.”

Fakat gelinen noktada HDK ‘nın farklı bir misyonu önüne koyarak partileşmesi, geçmiş birlik denemelerinden çok farklı bir şey olmadığını ve geçmişin tekrarı denemelerinin yeni bir versiyonu olduğunu gösteriyor.

Kongrede devrim ve sosyalizmden söz edildi. “Mahir’in emanetinin teslim edildiği/alındığı” söylendi. Kongre sonrasında “halklar ve haklar” söyleminin yeniden öne çıkartılması tüm bu söylemlerin kuru bir ajitasyondan ileri geçmediğini net bir biçimde gösterdi. Bize göre HDK ve HDP farklı oluşumlardır. HDK, Sosyalist Hareketlerle Kürt Özgürlük Hareketi arasında devrimci içerikte bir merkezi eylem birliği girişimiydi. Bu girişimden beklenen İşçi sınıfının devrimci mücadelesi ile Kürt ulusal kurtuluşu arasında devrimci bağın oluşturulması, dayanışmayla sınırlı bir ilişkinin devrimci bir eylem ve cephe birliğine yükseltilmesiydi. HDP ise, geçmişte örnekleri yaşanan, farklı sınıfsal temellere dayanan, farklı ideolojik ve örgütsel bakış açılarına sahip olan ve bu nedenle bir araya getirilemez olanların bir araya getirilmesi girişimidir. Bu türden girişimler geçmişte çatı partisi ya da başka isimler altında denendi ve her seferinde başarısızlığa uğradı. Bu kez de aynı girişimden farklı bir sonuç alınabileceğine dair tutarlı bir veriye sahip değiliz.

Sosyalist Hareket sınıfsal kimliğini netleştirmeden, bu kimliğe uygun bir ideolojik, örgütsel ve eylemsel devrimci bir hat yaratmadan birlik girişimlerinden devrimci bir sonuç alınamayacağını görmemiz gerekiyor. İdeolojik ve örgütsel olarak sınıfsal-devrimci bir konumlanma sağlanmadan, deyim yerindeyse, Kürt Özgürlük Hareketinin eteklerine tutunarak ne Kürt özgürlük mücadelesine devrimci bir katkı sunulabilir, ne de devrimci bir parti ve eylem birliği gerçekleştirilebilir.

HDP’nin kendisini ağırlıklı olarak Kürt özgürlük mücadelesinin desteklenmesi üzerinde konumlandırması ona bir güç ve hareket olanağı sağladığı gibi, onun çelişkili karakterini de belirliyor.“Çözüm süreci”nin bütün gel-gitlerini kendi iç çelişkisi haline getiriyor. Kuruluşunu borçlu olduğu bu süreç, öyle görülüyor ki onun geleceğini de belirleyecektir.

Çözüm sürecinde yaşanan gelişmeler ve Rojawa devrimi sadece çözüm sürecinin gerçekte bir ‘tasfiye süreci’ olduğunu ortaya koymakla kalmadı, aynı zamanda Kürt ulusu içinde, Kürt burjuvazisi ile Kürt halkı (Kürt işçi, emekçi ve yoksulları) arasındaki ayrışmayı siyasal plana taşıyarak Kürt ulusal mücadelesinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. HDP tam da böyle bir ortamda seçimlere giriyor. Yapılmaya çalışılan Kürt hareketi içindeki sınıfsal ayrışmada Kürt Devrimci ve sosyalistlerini HDP içindeki deki liberaller aracılığıyla baskı altında tutmak, çözüm sürecinin “zora sokan” olası mücadele yönelimlerinden uzaklaştırmaktır. Doğuda BDP, batıda HDP olarak seçimlere katılma Kürt hareketinin ve sosyalist liberal solun kendilerini seçime bağlaması ve mücadele yönteminin daha çok siyasal zeminde olacağını, her ne kadar HDP’ nin Gezi ruhundan doğduğu söylense de, bir isyan ruhundan yoksun olacağı aşikar görünüyor.

Aynı zamanda HDP sosyalist ve devrimci hareketi, kapitalizmi doğrudan hedef almayan burjuva demokrasisi ve demokratik meşrutiyet üzerine toplumun dinamik güçlerini devrim perspektifinden uzak, kendisini burjuva sınırları içine hapseden bir anlayış temelinde bir araya getirmeyi amaçlıyor. Aslında bugün yapılması gereken tam tersi toplumun dinamik güçlerini Devrimci, Sosyalist, Komünist hareketle buluşmasını sağlayacak merkezi eylemi örgütleyecek devrimci, merkezi bir eylem birliğinin örgütlenmesidir. HDP’nin kendisini üçüncü yol olarak tarif etmesi işçi sınıfı mücadelesi ve iktidarından ne kadar uzak olduğunu gösteriyor. Bizler biliyoruz ki sınıflı bir toplumda var olduğu söylenen bütün yollar eninde sonunda iki yola çıkar. Ya burjuvazinin egemenliği,  ya da işçi sınıfının egemenliği. Bunun dışında bir üçüncü yol arayışı işçilere, emekçilere tüm ezilenlere yalan söylemek, onları aldatmaktır.

Bize düşen görev işçi sınıfını devrime taşıyacak işçi sınıfının Komünist partisini yaratmaktır. Bugün ne burjuvazinin, ne liberallerin sunduğu çözüm önerileri Kürt halkını gerçek bir çözüme ulaştırabilir, Ancak işçi sınıfının devrimci iradesi üzerine yükselen birliği çözümü getirecektir.

Barış Devrimde, Çözüm Sosyalizmde