Halklar Arasında Savaşa, Sınıflar Arasında Barışa Hayır! – İsmail Dokumacı

Uzun yıllardır 1 Eylül Barış günü Türkiye de sosyalistler ve Kürt ulusal hareketi tarafından kutlanmaktadır.Hitler faşizmi 1 Eylül 1939 yılında Polonya’yı işgale başladı . Polonya’nın işgali yaklaşık elli milyon insanın ölümüne ve sakat kalmasına yol açan II. Emperyalist paylaşım savaşının başlangıç tarihi olarak kabul edildi.1 Eylül II. paylaşım savaşı sonrasında, Sovyetler Birliği ve diğer sosyalist ülkeler tarafından,savaşın başladığı tarihe gönderme yapılarak dünya barış günü olarak ilan edildi ve Sovyetler Birliği çökene kadar  sosyalizm ve demokrasi güçleri tarafından kutlanageldi.  Başlangıçta emperyalizme ve savaşa karşı bir eylem günü olarak kutlanırken zamanla  niteliğini kaybederek ünlü “Barış içinde bir arada yaşama” çerçevesinde statükoyu korumanın bir aracına dönüştü. Sovyetler Birliğinin çözülüşünün ardından değişen statüko ile birlikte Türkiye ve Kıbrıs hariç, ortadan kalktı.

1 Eylül’ün Dünya Barış Günü ilan edilmesinden buyana geçen sürede yaşananlar, aslında kapitalizmin koşulları altında dünyada barışın sağlanması ve hüküm sürmesinin olanaksızlığını binlerce kez kanıtladı. Bu aynı zamanda barışın pasifist savaş karşıtlığıyla, silahların yüksek düzeydeki öldürücülüğüyle, soyut “insani değerler, vicdan” vb. savlarla engellenemeyeceğini, tersine barış elde etmenin ancak, günümüzde savaşın baş sorumlusu olan kapitalist üretim biçimini ortadan kaldırmakla mümkün olacağıdır.

Lenin’in bizlere anlatmaya çalıştığı Sosyalistlerin Savaşa karşı tutumuna bakalım ‘’Sosyalistler, halklar arasındaki savaşları daima barbarca ve canavarca bulmuşlar ve kötülemişlerdir. Bizim savaşa karşı tutumumuz gene de aslında burjuva pasifistleri ve anarşistlerden farklıdır. Her şeyden önce , biz, bir yanda savaşlar ile öte yanda ülke içindeki sınıf savaşımları içindeki ayrılmaz bağlılığı, sınıflar ortadan kaldırılmadan ve sosyalizm kurulmadan savaşların ortadan kaldırılmasının olanaksızlığını ve iç savaşların, örneğin,ezilen sınıfın ezene, kölelerin köle sahiplerine, serflerin toprak beylerine, ücretli işçilerin burjuvaziye karşı verdikleri savaşların haklılığını, ilerici niteliğini ve gerekliliğini tamamen kabul ederiz’’.(Lenin, Sosyalizm ve Savaş sf.11)

O zaman sosyalist ve komünist hareketin bugün öne çıkarması gereken 1 Eylül Dünya Barış Günü yerine  Halklar Arasında Savaşa, Sınıflar Arasında Barışa Hayır sloganı olmalıdır. Çünkü bugün emperyalist bir çağda barış fikrini sosyalizm mücadelesinden kopartarak dillendirmek toplumsal bir uzlaşmayı öne çıkarmaktan başka bir şeyi ifade etmez. Tam tersine topluma barış için kapitalizme karşı savaşmak zorunda olduğunun mesajını iletmek gerekir. Bir yanda halklar kırılırken bugün Rojava’da, Şengal’de, Filistin’de, Suriye’de, Ortadoğu ve dünyanın başka ülkelerinde emperyalizm yeni paylaşım savaşlarını dayatırken 1 Eylül Barış Günü kutlamanın bir anlamı olmasa gerek. Bugün barışa verilecek en büyük destek sınıf savaşını kendi burjuvazine karşı yükselterek iç savaşın koşullarını yaratmak olmalıdır. Yapılması gereken, savaşa karşı savaşmak olmalıdır.

‘’Savaş, her ne denli, hiç kuşkusuz, yalnızca onların yararına da olsa ve onlardan başka kimseyi zenginleştirmese de, kapitalist açgözlülerin kötü niyetinden doğmamıştır. O, dünya kapitalizminin bir yarım yüzyılı tarafından, bağ ve ilişkilerin sonsuz çokluğu tarafından yaratılmıştır. Sermaye iktidarı devrilmedikçe, iktidar bir başka sınıfa, proletaryaya geçmedikçe, kendini emperyalist savaştan çekip çıkarmak olanaksızdır, zorla dayatılmamış demokratik bir barış elde etmek olanaksızdır. Şubat-Mart 1917 Rus devrimi, emperyalist savaşın iç savaş durumuna dönüşmesinin başlangıcını gösterdi. Bu devrim, savaşın durdurulmasına doğru ilk adımı attı. Savaşın durdurulmasını, yalnız ikinci adım iktidarın proletaryaya geçişi sağlayabilir. Bu bütün dünyada “cephenin yarılmasının, sermayenin çıkarları cephesinin yarılmasının başlangıcı olacaktır, ve proletarya, ancak bu cepheyi yararak insanlığı savaşın korkunçluğundan kurtarabilir, ona sürekli bir barışın iyiliklerini sağlayabilir’’.(Lenin Nisan Tezleri ve Ekim Devrimi sf.41)

Bugün öne çıkması gereken emperyalist savaşlara, haksız savaşlara karşı durup, haklı savaşı önermektir; işçi sınıfına ve ezilen halklara gerçek barışı sunmanın yolunu açabilmektir. Komünistler aynı zamanda kendi ülkelerindeki soykırımlara karşı mücadeleyi yükseltebilmeli, kendi burjuvazisiyle hesaplaşmasını yapabilmelidir. Ermeni, Grek, Pontus, Süryani, Kürt vb. halklara karşı yürütülen soykırımlar, 6-7 Eylül olayları tam bu anlamda kendi burjuvazisinin geçmişiyle bir hesaplaşmanın göstergesi olabilir.

Bugün yapılmaya çalışılan Kürtlere yönelik linç girişimlerinin örgütlenmesi, Kürt hareketinin tasfiye edilip burjuvazinin kendisini yeniden dizayn etmesinden başka bir şey değildir. Sosyalist ve komünist hareketin 1 Eylül yerine öne çıkarması gereken gün, 6-7 eylül 1955 Rum ve Ermenilere yönelik yapılan Tek Dil, Tek Bayrak, Tek vatan dayatmasından başka bir şey değildir. Dün Menderes’in yapmaya çalıştığını bugün Erdoğan yapıyor. 6-7 Eylül olaylarını teşhir etmek ve bugün burjuva devleti yığınların gözünde teşhir etmek, buna yönelik kitlesel protestolar örgütlemek, 1 Eylül barış günü kutlamaktan daha anlamlıdır.

Emperyalizmin dünyayı yeni bir savaşa doğru sürüklediği yanı başımızda, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da egemenlik ve kâr uğruna halkların kırıma uğratıldığı, Rojava’da Kürt halkına yeni bir soykırımın dayatıldığı bugün komünistlerin görevi “demokrasi ve barış” adına sürdürülen bu soytarılığı deşifre etmek, işçi sınıfını, halkları yeni soykırımlara karşı uyarmak, örgütlemek ve seferber etmektir. Emperyalizme, onun taşeronu IŞİD’e karşı savaşmak, Rojava Devrimine sahip çıkmak, Kürt ulusunun ayrılma hakkını ikircimsiz savunmaktır. İşçi sınıfını gerçek barışı getirecek proletarya iktidarına hazırlamaktır.

‘’Sürekli Barış isteyen herkes, Hükümetler ile Burjuvaziye karşı, bir iç savaştan yana olmak zorundadır’’ Lenin