Fındık Üretimi ve Çok Boyutlu Sömürü – Mustafa Özkan

Kapitalist işletmelerin hızla gelişmesi, tarımda yoksul ve küçük  köylülüğün  durumunu  her yıl biraz daha kötüleştiriyor. Emperyalist tekellerin dayattığı ekim alanı ve üretim sınırlamasını içeren tarım kotaları, bu durumu daha da ağırlaştırıyor. Her yıl on binlerce yoksul ve küçük köylü, topraktan koparak işgücü piyasasına katılıyor. Dünya fındık üretiminin % 70’ini üreten Türkiye’de fındık üreticisinin durumu, tarımda yaşanan tahribatın, yoksullaşma ve proleterleşme sürecinin önemli bir göstergesidir.

Fındık antik çağlardan beri bilinen bir üründür. Çin’de M.Ö 4000’lerde yetiştirildiği bilinmektedir. Fındığın yetiştiği alanlar kuzey yarımkürenin orta kısımlarıdır. Nemli ve özellikle humuslu toprakları sevdiği için Karadeniz Bölgesinde; bu bölgenin de daha çok doğusunda yoğunlaşmıştır. Eski çağlarda fındığa Pontus cevizi de denilmiştir. Fındık adı ise Pont Ekinustan üretilen Pontik ten gelmektedir. Osmanlılarda Arap etkisiyle buldup adı kullanılmış, sonradan ise fındık olarak kalıcılaşmıştır. Yine Osmanlıda ilk kez 14.yüzyıldan itibaren ticari ürün olarak kullanılmaya başlamıştır. Cumhuriyetten sonra 1925’te fındıkta aşar vergisi kaldırılarak %8’lik vergi konuldu.1935’te fındık kongresi toplandı,1936’da ise Giresun’da Fındık istasyonu oluşturuldu, 28.07.1938’de asıl adı Fındık Tarım Satış Kooperatifleri Birliği olan FİSKOBİRLİK, Giresun merkezli olarak kuruldu.1940 yılında ise Giresun’da Fındık İhracatçılar birliği kuruldu. Ama fındığın asıl kaderini belirleyen fındık borsası 1970 yılından beri Almanya’nın Hamburg kentindedir.

Fındık orta boy ağaççıklardan olduğu için orman vasfı da taşımaktadır. Bu özelliğiyle fındık ağacı Karadeniz’in sarp vadilerinde erozyonu da önler. Aynı zamanda ormanlık alanların yok edildiği günümüzde yeşil alanlar oluşturmayı teşvik eden bir üründür. Fındık çerez olarak kullanıldığı gibi, yemeklik yağ, gres yağ, kozmetikte nemlendirici üretimi, ilaç sektöründe yardımcı hammadde, endüstride kurutucu; çikolata, pasta, şekerleme ve tatlılarda yoğun olarak kullanılan bir üründür.

Fındık, yaşlanma karşıtı, kanser savaşçısı, kalp güçlendirici, selenyum eksiğini gideren, insülin etkisi olan enerji kaynağı muhteşem bir üründür. Gereğinden fazla kullanılmadığında insan sağlığı açısından bu kadar önemli olan bir ürünün bu sistemde önemli bir meta haline sokulmaması olası değildir. Onun içindir ki yerli ve yabancı tüm büyük sermaye gruplarının iştahını bir başka kabartmaktadır.

Fındık, ülkemizde ve özellikle de Karadeniz’in doğusunda yoğun bir şekilde yetiştirilmektedir. Dünya fındığının %75’ini Türkiye, 17’sini İtalya, 4’ünü ABD, 3’ünü İspanya ve diğer kısmını da çeşitli ülkeler yetiştirmektedir. Türkiye’de ise Fındığın yarısı Ordu ve Giresun’ da üretilmektedir. Türkiye’de ortalama fındık üretimi 600 ila 850 bin ton arasında değişmektedir. Bunun 110 ila 150 bin tonu Giresun’da, 150 ila 200 bin tonu Ordu’ da üretilmektedir. Ülke üretiminde birinci ve ikinci sırayı alan Ordu ve Giresun illerinden sonra sırasıyla Trabzon, Samsun, Sakarya, Düzce, Zonguldak, Bartın, Rize, Artvin, Sinop, Kocaeli ve Gümüşhane illerinde de belirli oranlarda fındık üretilmektedir.

Fındık üretimi özellikle Ordu ve Giresun’da yaşamın tüm alanlarını etkiler. Örneğin borçlar ona göre tanımlanır, düğünler ondan sonra yapılır, meskenler ondan gelecek parayla onarılır veya yenilenir; giyinmek, sevinmek ondan sonradır. Ne yazık ki fındığın değerini belirleme hakkı ne fındığı toplayanda ne de fındığı üretendedir. Fındığı üreten ve toplayan, bu yılki fındık bitince gelecek fındığa kadar borçlanır; bu borçlar üretimle hiç ilgisi olmayanların zenginliklerine zenginlik katar.

Aynı zamanda bir tarım- sanayi ürünü olan fındık, üreticiden tüketiciye bir dizi işlemden geçerek ve el değiştirerek, zincirleme bir bağlantı içinde ulaşır. Üretici, tarım işçisi, tüccar, taşeron sanayi, emperyalist tekeller ve devlet bu zincirin halkalarını oluşturur. Üretici ve tarım işçileri bu zincirin her bir halkasında yeniden ve yeniden sömürülür.  Bu zincir incelenmeden fındık üreticisinin durumu ve fındıktaki sömürü mekanizmasının nasıl oluştuğu yeterince anlaşılamaz.

Üretici: Fındık, birkaç tane büyük üreticiyi bir yana bırakırsak, genellikle 1 ila 5 ton arası üretim yapan aile işletmelerinde üretilir. Toprağın verimine göre bir dönüm fındık tarlasından 160 ila 200 kg fındık elde edilir. Karadeniz’in fındık üreticilerinin  % 90’ını  20 dönüm toprağı olan yoksul ve küçük köylülük oluşturur. Türkiye’de fındık üreticisi çiftçi başına düşen toprak miktarının 13,5 dekar(dönüm) olduğu dikkate alındığında fındık üreticilerinin mutlak çoğunluğunun yoksul köylü olduğu rahatlıkla söylenebilir.

Fındık, bilindiği gibi, yalnızca orman ağacı olmayıp özel bakım yapılması gereken bir üründür. Fındık fiyatları belirlenirken hiçbir zaman girdi fiyatları dikkate alınmaz. Yani girdi fiyatları sürekli artarken fındık fiyatları sermaye sınıfının kâr oranına endekslidir. Onun içindir ki fındık fiyatları çoğunlukla, artmayı bir yana bırakın, azalır. Fındık üreticisi, her yıl daha fazla çalışmak zorunda kaldığı halde, fındıktan aldığı parayla geçinemez. Çoğu durumda fındık üreticisinin geçimini sağlaması, aile fertlerinin bir veya birkaçının ücretli çalışmasıyla olanaklı olur.

Yine bir tonluk fındık bahçesi olan (yaklaşık 7 dönüm) bir üreticinin tüm işlerini kendisi yapması olası değildir. Özellikle fındık toplama işi zamanında yapılmalıdır. Yoksa fındık arazinin sarp ve dağlık olması nedeniyle kaybolur gider. Onun için özellikle Ordu ve Giresun’da fındık daldan düşmeden toplanmalıdır. Bundan dolayı ise her üretici mutlaka fındık toplamak için işçi çalıştırmak zorundadır. Fındık üreticilerinin % 90’ına yakını 1 ila 5 ton arsı üretim yapan üreticilerdir. Bunların kazançları çalıştırdığı işçilerin kazançları kadar olmakla birlikte bazı yıllarda zarar bile ederler. Örneğin, 20 dönümlük fındık bahçesinden beş ton fındık alan bir üreticinin gelirlerinin %40’ı masraftır. Bu büyüklükte bir bahçenin üstesinden ancak dört kişilik bir aile, eğer gecesini gündüzüne katarak bir yıl çalışırsa gelebilir. Beş ton fındığın en iyi koşullarda satıldığı varsayıldığında, masraflar çıkarıldıktan sonra bu ailenin yıllık geliri 18 bin liradır. Bu da ayda ortalama bin beş yüz TL’ye tekabül eder. Yani fındıkta çalışan da çalıştıran da emekçi konumundadır. Sonuçta fındığı toplayan tarım işçileri topladığının tamamını alsa mutlu olamaz, üretici ise fındığı bedava toplatsa da emeğinin karşılığını alamaz. İki taraf da boğaz tokluğuna, borçları gelecek yıllara erteleyerek yaşam savaşımını sürdürür gider.

Toplayıcı tarım işçileri: Bu kesimi iki boyutta, hatta birkaç boyutta inceleyebiliriz. Birincisi “yerli” işçiler (amele), ikincisi Göçmen yani özellikle Güneydoğu’dan gelen Kürt yoksulları. “Yerli” işçiler kendi bahçelerinden artan zamanı değerlendirenler ve topraksız köylülerden oluşmaktadır. “Yerli” işçilerin evleri yurtları buradadır. Onun için biraz daha yüksek ücretle çalışırlar. Bazı üreticiler, yerli işçileri “fındığı iyi tanıdığı için daha temiz toplar” mantığıyla tercih ederken, bazıları ise sürekli karalama kampanyalarının etkisiyle  Kürt işçileri Kürt oldukları için çalıştırmaz ve fındığını daha fazla para vererek “yerli” işçilere toplattığı için övünür. Örneğin, her sohbette “benim Kürtlere verecek param yok, paramı kendi insanıma veririm” türünden söylemlerle itibar kazanmaya çalışır.

Göçmen  Kürt işçiler, genellikle çoluk çocuk geldiği için verilen her şeye razıdır. İşi kabul etmeme lüksü yoktur. Çünkü önemli miktarda para harcayıp uzun bir yolu katettikten sonra bir daha geri dönmek olası değildir. Belirlenen fiyata ve çalışma saatlerine uymak zorundadır. Ayrıca sürekli aşağılanma riski de cabası. Çünkü Göçmen işçilerin bulunduğu yerlerde her olumsuzluğun birinci faili onlardır. Her göçmen işçi potansiyel şüphelidir. Bunlara bir de “yerli” ve göçmen işçilerin birbirleriyle rekabeti eklendi mi tuzak tamamlanmış olur. “Yerli” işçiler çalışma alanlarına girildiği ve dolayısıyla ücretlerin düşmesine neden olduğu için Göçmenlere iyi bakmaz, hatta her koşulda onları karalamaya çalışır. Çünkü “yerli” işçiler iş olanaklarının azalmasını göçmen işçilere bağlar.

Göçmen işçiler ise rakip gördükleri için kendilerine yapılan tüm olumsuzlukları “yerli” işçilerden bilir. Çünkü onlar da “yerli” işçileri rakip görmektedir. Hatta bu durum bazı odaklar tarafından körüklenerek sürekli gündemde tutulur. Böylece iki taraf da daha şirin gözüküp işini kaybetmemek ve gelecek yıllarda da aynı işe tekrar çağrılmayı garantilemek için elinden geleni yapar. Dolayısıyla  hiçbir güvence istemeden hatta daha da zor koşullarda bile çalışmayı göze alırlar.

 Bu koşullarda bu yılki fındık toplama fiyatları belirlendi: Bir bahçede çalışan işçinin, yemekli ve yemeksiz  oluşuna göre; toplayıcıların yevmiyesi 30 ila 35 TL, Aşçı yemek vereceği işçi sayısına göre: 45 ila 50 TL, Çuvalcı (toplanan fındığı çuvallayıp düzgün bir yere çıkaran kişi) toplayıcı işçi sayısına göre 50 ila 60 TL, İşçi başı (dayıbaşı) işçi sayısına göre 60 ila 70 TL, Katırcı (sarp olan bahçelerden fındığı harmana taşımak için katır kullanılır) Katırıyla beraber 100 TL ve fındık ayıklayan patoz (harman) makinesinin saat ücreti100 TL. Ayrıca KG. başı fındık toplama ücreti ise 35 kuruş. Görüldüğü gibi, çok karmaşık bir iştir fındık işi. Hele ki işçi başı yani dayıbaşılık tipik insan çobanlığı. Dayıbaşı kendine bağlı bir grup insan toplar. Onların her şeyinden sorumludur. İnsanların kimlikleri dayıbaşındadır. Kolluk kuvvetleriyle o muhatap olur. İstekler ona iletilir. Birey olarak isteklerin hiçbir anlamı yoktur. Çoğunlukla getirdiği kişilerden de ayrıca para alır. Çünkü onlara iş bulmuştur. Yani yüzyıllar öncesinin köle ve kâhyalık sisteminden farklı  değildir yaşananlar.

Bu işçilerin hiç- bir sosyal güvencesi yoktur. SGK primi ödeyemedikleri için ölene kadar veya sakatlanana kadar çalışmak zorundadırlar. Ama yaşlanıp da sen “artık işe yaramazsın”  denilince bir de onuru kırılır da çalışabileceğini göstermek için ne kadar uğraş verir o güzelim insanlar. Ama utanmaz onu o hallere koyanlar. “Yüce Devletin” Ulu yöneticileri(!) onlarla ilgilenir. Örneğin Göçmen işçi toplama kampı yapar, Ordu’da Uzun İsa köyünde. Toplama kampında tuvaletlerin olduğunu, suların aktığını böbürlenerek anlatır koca koca valiler. Çünkü bu insanlara tuvalet ve su lükstür ama onların inayetiyle oluşmuştur bu güzellikler! Oysa herkes Ordu’ da bilir ki bu sıradan ihtiyaçların bile yaşama geçmesi için demokrasi güçleri, özellikle de Vedat (göçmen işçi merkezlerinin oluşturulmasında öncülük eden kişi) ne kadar uğraşmıştır, ne kadar çaba sarf etmiştir, nelere katlanmıştır! “Bölücülüğü, “teröristliği” kalmamıştır. Ama bu insan yaşamı için olmazsa olmazlar yaşama geçince nasıl da şişiniyor herkes. Bu yıl yeni fındık talimatları yayınlandı. Bu talimatlarda ilginç maddeler var. Örneğin köy muhtarları istendiğinde dayıbaşılardan tüm işçi kimliklerini güvenlik görevlilerine verilmek üzere alabilir. Kimlikleri istendiğinde toplanabilen, hatta kimlikleri sürekli Dayıbaşlarında olan insanların özgürlüklerinden bahsedilebilir mi? Tam bir kölelik hukuku. Ayrıca, huzur bozucular kolluk kuvvetlerine teslim edilmeli, diye bir talimat maddesi var. Huzur bozuculuktan neyin kastedildiği açık; 12 ila 14 saat gibi bir süre düşük ücretlerle ve güvencesiz çalışmaya karşı çıkmak, örgütlenmek, hak aramak. Bir başka talimat ise; salgın hastalıklara müdahale için hemen devlet kurumları bilgilendirilmeli. Aslında kendilerini ele veriyorlar. Demek ki bu sağlıksız koşullarda salgın hastalık olabiliyor. Oysa devlet vatandaşın sağlıklı ortamda yaşamasını sağlamak zorunda değil mi? Sosyal güvencesiz kimse çalıştırılamaz diye kâğıt üzerinde yasalar çıkaran bu devlet sosyal güvencesiz çalışan bu insanları görmüyor mu?

 Fındık tüccarları: Tüccarın işlevi, devletten düşük faizle aldığı krediyi, özellikle yılın yarısında fındıktan elde ettiği geliri tükenen yoksul ve küçük köylüye yüksek faizle vererek köylünün gelecek yılki ürününü yok pahasına kapatmaktır. Tüccardan alınan borç, fındık hasadında ödenecektir. Ödeme genellikle fındıkla yapılır. Böylece bir yandan üretici her yıl reel olarak düşen fındık fiyatları yüzünden yoksullaşırken, öte yandan yaşamı tüccar tarafından ipotek altına alınır. Bu ipoteklemede asıl rolü, hem ucuz kredi vererek hem de fındık alımlarını ve ödemeleri bilinçli olarak geciktirerek, devlet üstlenir. Tüccar bu şekilde hem ödünç verdiği paradan para kazanır hem de fındığı istediği fiyata alıp aşırı kâr eder. Kimse, sen bu kadar fındığı nerden buldun da ihracatçılara veya fabrikalara satıyorsun, demez. Hatta fındık tüccarları üreticiden aldığı fındığı çeşitli hilelerle devlet kuruluşu olan TMO’ ya bile satar. Böylece devlet eliyle kukla bir küçük sermaye grubu oluşturulur. Çoğu durumda borcu olmayanlar bile, devletten aldığı kredilerle ürün parasını peşin ödeme olanağına sahip olduklarından ürünlerini tüccara satarlar. Kısacası oyun havaları, eğlence ve şarkılarla başlayan fındık sezonu, ağıtlar ve hüsranla sona erer. Hatta ipoteklenme yüzünden yaşanan intihar  etme ve öldürme olayları sıradan bir şeymiş gibi geçiştirilir.

Fındığın ön işlenmesi: Fındığı mamul hale getirmek iki türlü oluyor. Birincisi kabuğundan çıkarıp iç fındık haline getirilme; Bu işi yapan irili ufaklı bir yığın işletme vardır.  Buralarda da özelikle genç kızlar olmak üzere çoğu sigortasız düşük ücretle işçiler çalıştırılır. Bazen buraları kontrol etmek için SGK’ den gelenler olur. Bu kontrolcüler ya işverenin ofisinde çay içerek ya da işten atılma korkusuyla işçilerin verdiği yalan beyanları raporlarına ekleyerek görevlerini yaparlar. Üstelik bu çalışanlar da bir iki aylık bir süre için işe alınırlar. Çoğunlukla fındığın toplanmasında çalışanlarla bu işletmelerde çalışanlar aynı işçilerdir. Kırma işi bitince işleri de biter. Fındığı tam mamul hale getiren işletmeler daha azınlıktadır. Bunlar fındık unu, çerezlik paketlenmiş fındık ve çikolata benzeri üretim yerleridir. Buralarda da genellikle genç kızlar çalışır. Hammaliye bölümlerinde zorunlu olarak erkekler çalışır. Buralardaki çalışma koşullarında, yıllık çalışma sürelerinin biraz daha uzun olmasının dışında, başka bir farklılık yoktur.  Çalışanın büyük bölümü sosyal güvencesizdir. Ama kimse sormaz o kuruluşlara; bu kadar büyük işleri bu kadar az elemanla nasıl başarıyorsun diye. Ayrıca bu iş yerlerinde özellikle genç kızlara yönelik çeşitli tacizler yapılır ama yine de suçlu olan tacize uğrayanlardır.

FİSKOBİRLİK: Kuruluş amacı her ne kadar üreticileri desteklemek olarak bilinse de her zaman siyasetin arpalığı olarak kullanılmıştır. Zaten sermaye sınıfının oluşturduğu bir birliğin emekçi yığınların yararına olması düşünülemez. Yıllarca alınan, toplanan fındık değerlendirilmemiş; ya depolarda bekletilerek çürütülmüş ya da el altından satılarak haksız kazançlar sağlanmış, sonra da depolar şaibeli bir şekilde yakılıp açıklar kapatılmıştır. Yıllarca fındığı almaktan başka bir iş yapamayan bu kuruluş, ara sıra mamul maddeler üretse de asıl amacına ( fındığı dünya pazarların sunma ve değerlendirme ) ulaşamamıştır. Kimse alınan fındığın hesabını sormamıştır. Çünkü hesap soracak makamlarda bulunanlar o rantın birer bileşeni konumuna gelmiştir. Seçim öncesinde işsizlikten yakınma mı var hemen Fiskobirlik’te iş bulunur. Kişinin yapacağı iş önemli değil, onun işe girmesi önemlidir. Dört yılda bir seçim öncesinde fındık fiyatları tavan yapar ve Fiskobirlik de parayı geciktirmeden öder. Seçim dönemlerinden sonra fiyatlar düşer ve ödemeler gecikir, her şey kendi olağan mecrasında akar. Kısacası Bu kuruluş şu anda varlığı ile yokluğu belli olmayan bir haldedir. Bugün daha çok marketçiliği ile bilinir hale gelmiştir. Bu durum Fiskobirlik’in yakında özelleştirileceğine delalettir. Hep böyle yapılmadı mı? Önce etkisizleştir, sonra ucuza sat. Fiskobirlik’ in arpalık haline gelişine tepki gösterilmediği için şu anda yok oluşuna tepki de yoktur. Çünkü rüşvet verirsen fındığın randımanının yüksek, vermezsen düşük çıktığı bir kuruluşa üreticilerin sahip çıkması düşünülemez.

Devlet: Devlet özellikle tarım-sanayi ürünlerinin iç fiyatlarının belirlenmesinde belirleyici bir rol oynar. Bu yol tarımdan sanayiye değer aktarımının en emin yoludur. Böyle olunca da köylü sürekli  yoksullaşırken, tarımdan sanayiye aktarılan değer de aynı oranda artar. Ancak tarım- sanayi ürünlerinin uluslararası fiyatı uluslararası sermaye tarafından belirlenir. Fındığın uluslararası fiyatının, Türkiye dünyanın en büyük fındık üreticisi olduğu halde, Hamburg borsasında belirleniyor oluşu bu gerçeğin yalın yüzüdür. Devlet bu fiyattan hareketle tüccar ve sanayicinin kârını garanti ederek iç fiyatı açıklar. Fiyat belirlemede geçerli olan bu zincir, aynı zamanda kârın ulusal ve uluslararası tekeler arasındaki paylaşımını da belirler. Bu paylaşımda önemli bir payı da Türkiye’de fındık dış satımının baş tüccarlığı görevini üstlenen ve bu konumuyla devletin iç fiyatı belirlemesinde belirleyici rol oynayan Fındık İhracatçıları Birliği alır. Böylece devlet taban fiyatlar aracılığıyla zenginliği ve yoksulluğu her yıl yeniden dağıtır.

Üretici için fındıkla ilgili kararların Hamburg veya Ordu’da alınmasının fazla bir anlamı yoktur. Eğer bir kilo fındık Toplayan işçi 70 kuruş (kabaca yeşil kabuklu fındıktan yarısı kadar kabuklu fındık çıkar) kazanacaksa, Üretici çoğunlukla zarar edecekse ne anlamı vardır piyasanın nerede belirleniyor olmasının? Bu sistemden, böyle bir endüstri ürününün sermaye sınıfına peşkeş çekilmesinden başka bir şey beklememiz de  doğru olmaz. Öyleyse Sarelle’yi Sağra’nın üretmesiyle, Sanovel in üretmesi arasında bir fark kalmamıştır. Üretici için önemli olan, fındığın şuradan buradan yönetilmesi  değil,  üreticinin bizzat kendisinin yönetmesidir.

Üreticinin, devletin belirlediği fiyat dışında, ürününün fiyatını, kendi emeğini dikkate alarak belirleme olanağı yoktur. Tıpkı işçinin kendi ücretini belirleme olanağı olmadığı gibi. Fındık üreticisini temsil ettiği iddiasıyla kurulan ama gerçekte bir devlet kuruluşu olan Fiskobirlik, üreticinin emeğini savunmak bir yana, uyguladığı fiyat ve ödeme politikasıyla üreticiyi tefeci – tüccarın eline düşürerek ürününü daha ucuza satmasına ve çok çalışıp çok yoksullaşmasına aracılık etmektedir.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da fındıkta aynı oyunlar oynanıyor. Fındık fiyatları hasadın ilk ayında en düşük seviyelerde seyrediyor. Bu durum bir aya yakın bir süre böyle devam edecektir. Böylece paraya gereksinimi olan küçük üreticilerin fındıkları en ucuz fiyatla tüccarın eline geçecek, ondan sonra fındık fiyatları biraz yükselecek. Bu yükselme uluslararası sermayenin istediği oranda olacak. Bu şekilde de en düşük fiyata kapatılan fındık ürünü mamul hale gelene kadar veya çerez olarak kullanıma sunuluncaya kadar, bu işte hiç emeği  olmayanların  kârlarına  kâr katacaktır.

Son yıllarda, bütün tarım ürünlerinde olduğu gibi, fındıkta da uluslar arası sermayenin isteği doğrultusunda yeni uygulamalar devreye sokuluyor. Fındık alım fiyatlarının düşüklüğünü üretim fazlalığı yalanına bağlayan devletin bazı illerdeki üreticilere üste para vererek ürün değişikliği yapmaları yönünde baskılar artıyor. Çoğu durumda sermayeye ipotekli hale getirilen yoksul ve küçük köylü sahte vaatlere ve verilen sadakalara kanarak ürün değişikliğine gidiyor. Türkiye’de yarım asırdır bu senaryo her yıl bir veya birkaç tarım ürünü için tekrarlanıyor. Sonuç ise biliniyor!  Köylü sadece daha çok yoksullaşmakla kalmıyor, toprağını kaybederek işsizler ordusuna katılıyor. Bir sömürü alanından diğerine kovulurken, kendi yoksulluğuna yeni yoksullar ekliyor.

Ancak bu durum kader değildir. Kader olmadığını fındık üreticileri bekli de en iyi bilenlerdendir. Çünkü her zaman boyun eğen olmadılar, mücadele ederek kazanabileceklerini kendi deneyimleriyle geçmişte yaşadılar ve bunu bugün de yapabilirler.

İşçi ve emekçilerin burjuvazi karşısındaki üstünlüğü sayılarındadır, güçsüzlüğü ise bölünmüşlüklerinde. Onların paraları, ordusu, polisi, mahkemeleri, TV’leri, okulları, topu tüfeği var ama bir avuçturlar, biz ise milyonlarca ve milyarlarcayız. Ama bu sayı bilinçle örgütlendiğinde gerçek bir güç; topun, tüfeğin para etmeyeceği bir güç haline gelebilir. Bizim eksiğimiz tam da budur. Fındık üreticileri bunu 60’lı, 70’li yılların mücadele deneyimleriyle biliyor. Şimdi bu mücadele deneyimlerini hatırlama ve hayata geçirme zamanıdır; şimdi mücadele içinde birleşme zamanıdır.