Dünya ve Türkiye Isınmaya Devam Ediyor!

Sözünü ettiğimiz, bir iklim değişikliği değil; bozulan denge, ekonomik, siyasi ve askeri alanda yaşanan değişim ve bunun dünya halkları için taşıdığı risk ve sınıf savaşı açısından barındırdığı olanaklardır.

‘Kapitalist toplumda bozulan dengenin yeniden kurulmasında ekonomide krizden, siyasette savaştan başka bir yol yoktur.’ Dünya, kriz ve savaşı uzun bir dönemden beri yaşıyor. Çoğu zaman iç savaş görüntüsü ile başlatılan, zaman zaman da emperyalist devletleri karşı karşıya getiren, ama her seferinde taraflardan birinin geri adım atmasıyla büyümeden önlenen savaşın adı dün Afganistan, Yugoslavya, Arnavutluk, Makedonya, Irak, Libya idi. Savaş bugün Suriye ve Yemen’de sürüyor. Yarın bir başka isimle, bir başka yerde sürecek.

Çünkü kapitalizm, emperyalist devletler arasında değişen güç dengeleri ile süreğenleşen bir krizin içindedir. Bu koşullarda yeni bir denge ancak yeni bir savaşla kurulabilir.

Devam etmekte olan kriz ve savaşın bugünkü durumu ile ABD’nin mevcut hegemonik konumu ve güç dengelerindeki bu değişim arasında doğrudan bir bağlantı vardır. Birincisi ekonomi politik ve askeri olarak mevcut güç dengelerini değiştirerek öne çıkan devletlerin bir kısmı (Almanya, Çin ve Japonya) için bu gelişmenin sürdürülebilmesi, her şeyden önce yoksun oldukları hammadde kaynaklarına ulaşmakla mümkündür. Bunun önündeki başlıca engel dünyanın mevcut bölüşümüdür. Yeniden bölüşümü ve bunun aracı olarak savaşı güncelleştiren gelişmelerin ana nedeni budur. Almanya, Doğu Avrupa’nın yeniden bölüşümü ile bu açığı önemli ölçüde kapattı. Çin’in bu yöndeki girişimleri (özellikle Afrika kıtasında Libya, Güney Afrika, Çad vb.) ABD ve Fransa tarafından engellendi ve engellenmeye devam ediyor. Pasifik’te ise aynı nedenle Çin ve Japonya arasında hegemonya savaşı kızışarak sürüyor. Arkasına ABD’yi alan Japonya, anayasal engelleri (Japon anayasasına göre Japonya başka bir ülkeye asker gönderemez) bir bir aşarak savaş hazırlığını sürdürüyor.

İkincisi, bugünkü koşullarda pazarın ve dünyanın yeniden bölüşümüne yönelik her girişim, ABD hegemonyasına yönelmek durumundadır. Öyle de oluyor. ABD, hegemonyasına yönelik bu darbeleri sahip olduğu askeri güç ve finans sistemindeki ağırlığıyla savuşturmaya çalışsa da kan kaybetmeye devam ediyor.

Son yıllarda sağladığı büyük gelişme ile Çin, dünya ekonomisinde önemli bir ağırlığa sahip oldu. Henüz ABD ile kıyaslanamayacak olsa da askeri, politik ve diplomatik alanda, özellikle bölgesinde önemli bir güç haline geldi. Çin, bu ilerlemesi ile ABD’nin Pasifik’teki üstünlüğü için ciddi bir tehdit oluşturuyor. Dünyanın yeni emperyalist güçleri olan Çin ve Rusya arasındaki ekonomik, askeri işbirliği, iki ülkenin tarihinde olmadık ölçüde güçlendi. Bu durum ABD ve müttefiklerini kaygılandırıyor. Şangay Örgütü şimdilik etkinlik ve güç açısından ABD’nin NATO’su, Dünya Bankası ve IMF’si ile boy ölçüşemese de, kendini karşı cephe olarak yapılandırıyor.

Çin bu güç savaşında sadece Şangay Örgütü’yle yetinmiyor. ABD’nin geçmişte izlediği aynı yolu izliyor. Bölgesinden başlayarak bir ekonomik, politik ve askeri ağ yaratmaya çalışıyor.

Pasifik bölgesinde ABD ve Japonya ile girdiği rekabeti Asya kıtasına yönelik yeni ekonomi girişimlerle sürdürüyor. BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) büyüsünde kullan yeni Kalkınma Bankası 2015 te faaliyete geçti. Bankanın 100 milyar dolarlık sermayesinin neredeyse yarısını (41 milyar dolar) Çin karşıladı. ABD’nin Çin’in Pasifik’teki ticari alanını daraltmaya dayalı 12 Pasifik ülkesini (ABD, Avusturalya, Kanada, Japonya, Malezya, Meksika, Peru, Brunei, Yeni Zelanda, Singapur, Vietnam) bir araya getiren Trans Pasifik Ortaklığı’na (TPP) karşı Çin, buna aralarında Hindistan Endonezya, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Kamboçya, Burma gibi ülkelerin olduğu 26 ülkeyi kapsayan Asya Pasifik Serbest Ticaret Anlaşması (FTAAP) ile karşılık verdi. Daha şimdiden Asya pazarında payını artırmaya çalışan Almanya, İngiltere, Fransa İtalya ve Türkiye gibi ülkeler ile TPP’ye dahil olan bazı ülkeler (Malezya, Yeni Zelanda, Vietnam), bu anlaşmaya katılma niyetlerini açıkladı. Çin, banka sermayesinin 50 milyar dolarlık kısmını garanti etti. Ayrıca Çin, Asya pazarını geliştirmek üzere alt yapı yatırım Bankası’nın hazırlıklarını yürütüyor. Pasifik’ten Atlas okyanusuna kadar Asya, Rusya ve Orta Avrupa’yı kapsayan İpek Yolu projesini canlandırmaya çalışıyor. ABD ve Japonya Çin’in gücünü büyütecek bu girişimleri engellemek için Avrupa’daki müttefiklerini harekete geçirmek de dahil, yoğun bir faaliyet yürütüyor.

Çin ile Japonya arasında kızışan rekabet Pasifik’te savaş olasılığını her geçen gün biraz daha artırıyor. Bu rekabet aynı zamanda ABD’yi belli ölçüde geri çekilmeye ve Pasifikte yığınak yapmaya zorluyor.

Benzer durum Rusya ve ABD rekabeti için de geçerlidir. ABD’nin Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından Rusya’ya sağladığı üstünlük geçen yıllar içerisinde giderek bir dengeye oturdu. Rusya’nın Gürcistan’ı işgaliyle ters dönmeye başladı. Ardından Rusya, başlangıçta Ukrayna’daki gerilemesini Kırım’ı ilhak ederek tersine çevirdi. Şimdi Donetsk’te aynı şeyi deniyor.

Rusya, Ortadoğu’da ABD, İngiltere ve Fransa’nın faaliyetlerine uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra sıra Suriye’ye, Rusya’nın Akdeniz’deki son tutamağına geldiğinde, sıranın kendisine geleceği belli olan İran ve Afrika’da girdiği birçok ülkeden kovulan Çin ile birlikte Esat’ın arkasında durdu.

Suriye müdahalesinin başarısızlığı ortaya çıkıp komisyonda çözülme de başlayınca Rusya’nın tavrı da aktifleşti. Komisyonda ilk çözülmeyi Avusturya başlattı. Esad olmadan DAİŞ’le savaşılamayacağını açıkladı. Bunu Almanya izledi, Merkel Esat’la görüşmenin şart olduğunu, Rusya’nın katkısı olmadan Suriye krizinin çözülemeyeceğini söyleyerek, bir anlamda Rusya’ya davetiye çıkardı. Bunu diğerleri izledi. ABD Dışişleri Bakanı, Esat’ın hemen gitmesinin şart olmadığını açıkladı. İstemeyerek de olsa Fransa onu izledi. Rusya, Suriye’de hava ve deniz kuvvetleri ile DAİŞ’e yeni bir “cephe” açtı. Çin bölgeye savaş gemisini göndererek cepheye dahil oldu.

Başından beri Suriye sorununa emperyalist hayallerle dahil olan Türk burjuvazisi ve Mustafa Kemal olma yolunda mareşal rütbesini takmaya hazırlanan Erdoğan, bir kez daha devre dışı kaldı. Erdoğan sadece mareşal olma şansını kaybetmekle kalmadı, Berlusconi ve Obama’dan sonra Putin’in de “ihanetine” uğradı.

Bütün gelişmeler dünya çapında yeni bir duruma işaret ediyor. Dünya dengesiyle birlikte egemen ve sömürülen sınıflar arasındaki denge de değişiyor. Yönetilenlerin memnuniyetsizliği henüz kapitalizmden köklü bir kopuşu sağlayabilecek düzeye ulaşmamış olsa da yönetenler artık eskisi gibi yönetemiyor. Egemenler bir yandan savaş hazırlıklarını sürdürülürken, öte yandan da iç dengeleri -sınıflar arasındaki dengeyi- korumak, işçi ve emekçi sınıflardan gelecek tepkileri, isyanları daha baştan kontrol altına alabilmek için baskı ve terörü artırıyor. Burjuva ideolojisinin dokunulmaz sayarak kutsadığı “hukukun üstünlüğü” ve “demokrasi” dokunulmazlıklarını yitirerek budanıyor. Emperyalist ülkelerde bile devlet örgütlenmesinde “atıl” duran iç savaş örgütlenmeleri, teretoryal birlikler aktifleştiriliyor.

Emperyalist paylaşımın bütün yoğunluğuyla sürdüğü bir coğrafyada yer alan Türkiye, dış ve iç dengelerin bozulduğu, egemen sınıfın yönetememezlik krizinin derinleştiği ülkeler arasında ilk sıradaki yerini koruyor. Son dönemde yaşananlar, artan devlet terörü ve savaş durumu burjuva liberaller tarafından her ne kadar seçimle ilişkilendirilse de gerçekte doğrudan derinleşen bu yönetememezlik durumuyla ilişkilidir. Ve bu durum Türkiye’de Kürt Ulusal Kurtuluş Mücadelesiyle birlikte sınıf mücadelesinin yeni bir döneme girdiğini gösteriyor. Bu mücadele artık “barış” ve “demokrasi” kalıpları içerisine sığdırılamaz.

“Bir yandan kitlelerin durumu çekilmez hale geldiyse, diğer yandan … anlaşmazlıklar, azınlıkta olan güçlü ülkeler arasında başlıyor ve büyüyorsa, Dünya İhtilali’nin iki şartının olgunlaşması ile karşı karşıyayız.” Bugün dünya bu satırlardaki ortama doğru hızla koşuyor. Ve aynı ivedilikle doğumu gerçekleştirecek bir ebeye, yani komünist öncüye ihtiyaç duyuyor.