Burjuvazi, sınıf mücadelesine ilişkin devrimci olan her şeyi yasaklamak, yasaklayamıyorsa içini boşaltmak için elinden geleni yapıyor, yapacak. Bu, onun sınıfsal görevidir. Buna karşılık işçi sınıfının, komünistlerin görevi de devrimci olanı korumak ve geliştirmektir.
Özellikle Sovyetler Birliği’nin çözülüşünün ardından, burjuvazi komünizm kâbusundan kurtulmak için devrimci olan her şeyi bozmak, içini boşaltmak için yoğun bir çaba harcıyor. En başta işçi sınıfının komünizm mücadelesinde en önemli silahı olan evrimci komünist parti zorunluluğu fikri dejenere edildi. Geçmişte komünist partilerin içine düştükleri siyasal ve örgütsel zaaflar kullanılarak işçi sınıfı, “devrimci örgütlülük fikri”nden, “komünist parti ”den uzaklaştırıldı. Aynı şekilde, bugün içinde bulunduğu gerilikten hareketle işçi sınıfı, sosyalizm mücadelesinin temel toplumsal gücü olmaktan çıkartılmaya çalışıldı. İşçi sınıfından ve devrimci komünist partiden kaçış, devrimci çevrelerde nerdeyse genel bir eğilim haline geldi. İşçi sınıfının ekonomik mücadele araçları olan sendikalar işlevsizleştirilmekle kalmadı, sınıf üzerinde burjuva denetim araçlarına dönüştürüldü. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü amacından saptırılarak, kadın sorunu “toplumsal cinsiyet sorunu” adı altında sınıf mücadelesinden kopartılmaya çalışıldı. Toplum, etnik, dinsel, cinsel, ırksal vb. ayrılıklar üzerinden hareketle adeta atomlarına ayrılırcasına parça parça edildi. Tüm bu ayrıştırmalar ise, sınıfsal ayrışmayı örtmek için bir örtü olarak kullanıldı vb.
Şimdi de 1 Mayıs, aynı kadere mahkûm edilmek isteniyor. Burjuvazi yasaklayarak yok edemediği 1 Mayısı dejenere ederek, içini boşaltarak bahar bayramına dönüştürmek istiyor. Burjuvazinin bu hedefe ulaşabilmesinde “Taksim’in 1 Mayıs alanı olmaktan çıkartılması” kritik bir öneme sahiptir. Çünkü içeriği ne kadar boşaltılmış olursa olsun, “Taksim’de kutlanan her 1 Mayıs”, işçi sınıfına, sınıf düşmanlarıyla bir uzlaşmayı değil, dişe diş mücadeleyi hatırlatıyor; işçi sınıfının, kinini büyütüyor, devrimcilerin mücadele azmini biliyor. İşte bu nedenledir ki, burjuvazi için Taksim’in 1 Mayıs’tan arındırılması mutlak bir gerekliliktir. Geçmişte bunu zor yöntemiyle gerçekleştiremeyen burjuvazi, 1 Mayısı, bugün inşaat alanına dönüştürdüğü Taksim’de açtığı 30 metrelik çukura gömerek, ondan kurtulmaya çalışıyor. Ama boşuna! Devrimci hareket, burjuvazinin benzer oyunlarını dün bozmuştu, bugün bozdu, gelecekte de bozacaktır. Taksim artık devrimci sınıf mücadelesinde, alelade bir isim, bir eylem alanı, bir meydan değil, bir direnç noktasıdır. Şimdi devrimci hareketin önündeki görevlerden biri de tutunduğu bu direnç noktasını bir sıçrayış zemini haline getirmektir.
Burjuvazi, 1 Mayısın devrimci geleneğinden kopartılmasında önemli bir işlevi olan Taksim’i 1 Mayısa kapatmak için yoğun bir ideolojik mücadele yürüttü. Önce Taksim’in inşaat nedeniyle 1 Mayıs kutlamaları için güvenli olmadığı “masum” gerekçesini ileri sürdü (Bu gerekçenin, yaklaşık altı ay önceden planlandığı unutulmamalıdır.). Ve burjuvazinin bu “masum” ve bir o kadar da inandırıcılıktan uzak güçsüz gerekçesi, devrimci harekete sağdan ve soldan yöneltilen eleştirilerle beslendi. Örneğin “Müzakere” sürecinin ardından burjuvazinin “akil” insanları, 1 Mayıs için de devreye sokuldu. Devrimcilere önemli olanın 1 Mayısın nerede kutlandığının değil, yığınsal ve “barış” içinde kutlanması olduğu, “müzakere” süreciyle Türkiye’nin doludizgin “demokratikleştiği” bir dönemde çatışmaya yol açacağı için Taksim ısrarının anlamsız olduğu söylendi. Devrimci hareket “alan fetişizmiyle suçlandı. Devrimci hareketi, 1 Mayısı Taksim’de kutlamaktan vazgeçirmeye yönelik bu ideolojik saldırı, 1 Mayıs yaklaşırken burjuvazinin gün be gün açıkladığı olağanüstü güvenlik ve saldırı tehditleriyle desteklendi. Ne var ki bütün bunlar, devrimci refleksi alt edemedi. Devrimci hareket, içinde bulunduğu dağınıklığa rağmen 1 Mayısın Taksim’de 30 metre çukura gömülmesine izin vermedi. Devrimci işçiler, devrimci gençler ve her yaştan kadın, erkek tüm komünistler, sosyalistler; abluka altına alınan İstanbul’da burjuvazinin barikatlarını aşmak için gün boyu savaştılar; panzerlere, biber gazına bedenleriyle, taş ve sapanlarıyla karşı koydu.
Burjuvazinin bütün bu ideolojik ve fiziki terörüne rağmen 1 Mayıs 2013 işçi sınıfının, devrimcilerin son yıllarda İstanbul’da kutladığı en direngen, en kütlesel, 1 Mayıs oldu. İşçiler, emekçiler, devrimciler kol kola, pankartlarını açarak, belgilerini haykırarak yürüyemediler, ancak sırt sırta vererek burjuvaziye karşı mücadele ettiler. 1 Mayıs, karşı olanıyla ve destekleyeniyle İstanbul’un bütün evlerinde, işyerlerinde ve sokaklarında yankılandı.
Devrimciler bütün savaşkanlıklarına rağmen, barikatları aşıp Taksim’e ulaşamadılarsa, bunun nedeni, sayıca yetersizlikleri, kararlılık ve devrimci enerji eksikliği değil, örgütsel dağınıklığın yol açtığı organizasyon eksikliğidir; daha net bir ifadeyle kararlılık ve devrimci enerjinin henüz devrimci örgütlülükle buluşamamış olmasıdır.
Burjuvazinin barikatlarına karşı verilen mücadele sırasında yaşanan bazı “olumsuzlukların” kaynağını da bu organizasyon eksikliğinde aramak gerekir. Ancak bu “olumsuzlukları” ileri sürerek devrimci güçlerin gösterdiği kararlılık ve direnci karalamaya kalkmak, eleştirenler dost olsa bile, sadece burjuvazinin 1 Mayıs terörünü aklamaya hizmet eder.
Devrimci grupların 1 Mayısta Taksim’e çıkmak için gösterdikleri kararlılık ve mücadele, burjuva kalemşorların iddia ettikleri gibi ne bir alan fetişizmi, ne de körü körüne bir inattır; tersine devrimcilikte ısrardır, devrimci kararlılıktır. 1 Mayıs 2013 bu ısrar ve kararlılığın bir göstergesidir ve bu ısrar, devrimci hareketin bugün içinde bulunduğu dağınıklıktan çıkışının potansiyelini de barındırmaktadır. Bunu anlamamak, burjuva kalemşorların “bilgece” savlarını utangaçça da olsa desteklemek, mücadeleden ricada mazeret aramaktan öte bir anlam taşımaz.
Hele burjuvazinin Taksim’de 1 Mayıs kutlamasını açıkça engelleyeceği belli olduğu halde, TKP’nin 1 Mayısı hâlâ Kadıköy’de kutlamakta ısrar etmesi, hangi gerekçeye dayandırılırsa dayandırılsın, ister önceden izin alındığı, isterse kitleyi koruma bahanesi ardına sığınılsın, daha önce katıldığı 1 Mayıs mücadelelerinin inkârı, tipik bir oportünizm ve tam bir grev kırıcılığıdır.
TKP bu grev kırıcılığının ödülünü de gecikmeden almıştır. İstanbul valisi, 1 Mayısta İstanbul’da estirilen terörü, TKP’nin 1 Mayıs kutlamasını örnek göstererek savunmuştur. Burada asıl önemli olan burjuvazinin 1 Mayıs terörünü haklı göstermek için TKP’nin 1 Mayıs kutlamasını kullanması değil, ( elbette burjuvazi bunu TKP’nin eylemine başvurmadan, başka gerekçelere dayanarak da yapabilirdi) adı TKP olan bir partinin bu olanağı, kendi eylemiyle burjuvaziye sunmasıdır. 1 Mayıs akşamı TKP sözcüsünün katıldığı bir televizyon programında sorunu ‘valinin ayranı fazla kaçırdığı’ esprisiyle geçiştirmesi ancak çocukları avutabilir; kesinlikle grev kırıcılığını ortadan kaldırmaz. TKP, kendi eylemiyle burjuvaziye devrimci mücadeleyi sadece karalama fırsatı sunmuş olmakla kalmadı; savunageldiği ‘cumhuriyet değerleri ’ne 1 Mayıs “bayramı”nı da eklemiş oldu.
1 Mayısın ardından, çeşitli çevrelerde burjuvazinin terörüne mazeret arayan açıklamalar, grev kırıcılığının TKP ile sınırlı olmadığını, 1 Mayısın, sosyalist hareket içinde hızlandırdığı ayrışmanın önümüzdeki dönemde netleşerek süreceğini gösteriyor.
Ayrıca 1 Mayıs 2013; sosyalist harekette ana eğilimin “devrimcilikte ısrar” olduğunu ortaya koymakla kalmadı; liberal çevrelerin pompaladığı ve kimi sosyalist çevreleri de etkisi altına alan Türkiye’nin demokratikleşeceği beklentilerini de tuzla buz etti.
İşçi sınıfı, 1 Mayıs 2013’deki devrimci kararlılığı tarihsel bilincine kazımış ve 1Mayıs 1977’yı unutmayacağını bir kez daha kayıt altına almıştır.