Denenmeyen Ne Kaldı – Mustafa Özkan

12 Eylül faşist darbesinden sonra ülkemizde sayısal açıdan devasa güce sahip olan devrimci ve demokrasi güçleri, dağınık oluşları ve örgütlülüğün genellikle sınıfsal yapıya dayalı olmaması nedeniyle fazlaca direnemeden yenildiler. Örgütlerinin kısa sürede küçülmesi, hatta yok olması karşısında moral açıdan da çöküntüye uğrayan devrimciler, genellikle bireysel direnişlerle faşist tezgahlarda kendilerini ispatlayarak istisnalar hariç destanlar yazdılar. Ama hep gözleri kulakları örgütlerindeydi. Onun içindir ki cezaevlerinde örgütlü yaşamı  yani komün yaşamını hemencecik inşa ettiler. Ama dışarıdaki örgütleri ya tamamına yakın militanlarının cezaevlerine düşmesi, ya da faşist barbarlığı tam olarak idrak edememesi nedeniyle günler geçtikçe yok olma düzeylerine iniyordu.  Yani içerdeki zorunluluktan doğan birlikte yaşamı ören örgütlülükler oluşurken, dışarıda örgütler  yok oluyordu..

Dışarıda kalan örgütsüz ya da örgütsel bağı kopmuş devrimci militan ve sempatizanlar çok yönlü kapitalist  saldırı altında  hiç ummadık yerlere savruldu; içeridekiler ise çıkınca yaşam biçimi haline getirdiği örgütünü bulamayınca şaşkına dönüp içerdeki işkenceli yaşamı arar duruma düştü. Yeniden örgütlenip var olanı toparlamak için içerden çıkanlar ve dışarıda kalanlardan oluşan bir kısım inançlı devrimcinin çabaları çoğu durumda yenilginin ideolojik, politik ve örgütsel boyutunu görememeleri yüzünden dumura uğradı.  Yeniden örgütlenmeyi sağlama  görevi, ya yenilgiyi bilimsel sosyalizme fatura etme, ya da yenilgiyi kişilerin “ihaneti” ve hafiyecilikle açıklama girişimlerinin gölgesinde istenilen hedeflere ulaşamadan sönümlendi. Böyle olunca da insanlar, ya ‘bizden bir şey olmaz’ benzeri söylemlerin arkasına sığınarak geçmişinden sıyrılıp arındılar, ya dost ortamlarında biz ne idiklere varan nostaljilere kapıldılar, ya da burjuva partilerine şeklen yamanarak politik yaşamlarını sonlandırdılar.

Aslında burjuvazi başka bir seçenek daha sunuyordu. Bu seçenek adında komünist, demokrasi devrimci, sosyalist geçen partilere izin veriyor,burada örgütlenebilirsiniz diyordu. Böylece tek sorumlu 12 Eylül önceki sosyalist solun ayrı ayrı örgütlenmesi gösterilip, diğer hatalarımızın üzeri örtülerek birleşmeler serüvenlerine başlandı. Her birleşmede yeni ayrılıkların koşullarını yaratarak yol alındı. Yeni oluşumlara yeniler eklenirken, bir öncekilerin bir bölümü yok oluyordu. Çünkü birleşmelerin dayanağı belli değildi. Ana unsur 12 Eylül öncesi birbirimizle neden kavga ettik, gelin dost olalım sevdasıydı. Oysa ayrı düşünüp dost kalma becerisi daha önemliydi belki de. İşte bu hiç düşünülemedi , düşünüldüyse de kabul görmedi. Kim, hangi konuda ne düşünüyor, hiç hesabı yapılamadan duygusal ajitasyonlarla insanlar bir kapıdan girip, önceki örgüt kalıplarına uymayan bir sürü insanla karşılaşınca ya çekip gidiyor, ya da ayrılık naraları atmaya başlıyordu. Kendini sol, sosyalist ve demokrat olarak ifade eden herkes partili olabilir, hatta tembellik hakkı uygulayarak parti eylemlerine katılmayabileceği öngörülüyor; ama toplantılarda birisi çıkıp diğerinin beğenmediği bir şeyi söyleyince kıyametler kopuyordu. Bu durumda önceden yapamadığımız ulvi değerler olarak lanse edilip adına da demokrasi deniliyordu. Hal böyle olunca eski örgütlerine militanca bağlı olmayanlar dışındakiler sessiz sedasız kayıplar kervanına katılıyordu. Zamanla militan olanlar da birer birer ayrılırken, ayrıldıkları kadar insanla bile yeni bir oluşum yakalayamıyorlardı. Çünkü bölünmelerin büyük bölümü ideolojik temellere dayanmadığı gibi, ilkesizdi.

Burjuva basını bazen öyle pohpohluyordu ki  bu oluşumları, neredeyse iktidar  alternatifi ilan ediyorlar, oluşumun içindekileri umutlandırıyorlar, sonuçlar gelince de üyelerinin bile oyunu alamayan bir oluşum olduğunu anlayanlar moral çöküntüye düşüp yok oluyorlardı. %10 ları vurgulayan burjuva basını sanki bu algıyı yaratmamış gibi, sus pus oluyor, ama ellerini ovuşturarak kıs kıs gülüyordu. Her seçim sonucu yeni bir tartışma nedeni doğuruyor, herkes kendi partisine oy vermedi diye birbirini suçluyordu.Sonuç olarak 12 Eylül sonrası en büyük yarayı da böyle aldı devrimci demokrat ve sosyalist güçler..Çünkü 12 Eylül öncesinin en dinamik güçleri buradaydı….Çünkü yeniden yapılanmayı en ulvi içtenliklerle burada görüyorlardı…Ama maalesef bu idealleri de onları öğüten değirmenler oldu.

Bunun asıl nedeni yukarıda da yer yer belirttiğim gibi birleşirken ana meseleleri sorgulamadan, nasıl fedakarlık yaparsak bir arada kalırızı ön plana çıkarmaktan geçiyordu. Yenilmişliğin nedeninin birlik olunmaması olarak kabul görmesi, çoğumuzu ilkesizlikler karşısında söz söylemekten alıkoydu. Genel toplantılarda tavizler verilirken, her platform kendi toplantılarında şahin kesilip kendi kitlesini diri tutmaya çalışıyordu. Çünkü verilecek tavizler, vazgeçilen ilkeler, geçmişe ve geleceğe dair hiçbir şey tartışılmadan “kervan yolda düzülür”saflığıyla işe başlanmıştı. Zamanla o saflıkların altından saflıkla alakası olmayan şeyler çıkınca, kıyametler kopup ayrılıklar bireysel ve örgütsel niteliklerle sürüp gitti. Ama birleşirken yolda düzülmesi beklenilen kervanın bir çok yolcusunu geride bırakarak. Önceden tartışırsak birilerini üzeriz diye tartışılmayanların en alası ortaya dökülerek.

Şimdilerde aynı tür veya benzeri birleşmeler yine oluşturulmaya başlandı. Yine insanlar ve birleşen örgütler tahammüllerin en yücesini göstererek birlikte müdahale ideallerine koşuyorlar. Ama sonucunun nereye varacağı yine meçhul gibi geliyor bana. Çünkü parti bir ideolojik örgütlenmedir. İdeolojik birlikteliği olmayan partide mutlaka bir aksilik çıkacağını yaşam bize öğretmiş olması gerek. Eğer bir araya gelinecekse, illa da adına parti denmesi gerekmez ki. Önemli olan birlikte muhalefet etmek değil midir?  Bunun için HDK çok önemli bir fırsattı bence. Partilerin ve bireylerin bir arada muhalefet edebileceği  güzel bir girişimdi. Ama her nedense bilinmez, HDK oluşumundan kısa bir süre sonra partiye dönüştürülmek istendi, dönüştürüldü de. Bu duruma itiraz edenler oldu ama ayrılığın nedeni ben olmayayım düşünceleri bu itirazları cılız bıraktı. Ama iyi irdelenirse HDK oluşumuyla HDP’ye evrimle arasındaki fark yavaş yavaş görülmeye başladığını algılamak mümkündür. Şimdi bu ideallerde yeni ayrışmalar olunca neye bağlanacak şimdiden kestirmek zor. . Ama umarım yeni  yok oluşlar olmaz. Olursa sıkıntılar daha da içinden çıkılmaz hal alacaktır.

Kısacası 30 yılı aşkın süredir denenmeyen tek yol kaldı: İşçi sınıfının partisi… Sınıfa ulaşmayı hedefleyen sınıf politikalarını önceleyen, sınıflı toplumların gereği olan kendi sınıfımızın partisini oluşturmak. Bu oluşumdaki birlik, diğerleri gibi olmaz. Bir kere başlarken yığınsallaşıp yığınsallaşmama kuşkularından uzak, en devrimci sınıf olan işçi sınıfı bilimini tümüyle kabul etmek baş kural olacak.Yığınsallaşmaysa tek dert, zaten kapitalist sistemde en yığınsal güç işçi sınıfı değil mi?…Devrimcilikse tek mesele, savaşımların ve savaşların anası sınıf savaşımları değil mi? Kapitalist sistemin asıl çelişkisi emek sermaye çelişkisiyse, emeği üretenler işçi sınıfı, sömürenler de burjuvazi değil midir? Sömürülen yığınların partisi olup, onun çıkarlarını savunmaya talip olmak, yığınsallığa da talip olmak anlamına gelmez mi.?

Kısacası denenmeyen tek yol komünistlerin birliği ve onların oluşturacağı komünist partisidir. Onun içindir ki, her zamandan daha önemlidir sahici birliktelikler. Çeşitli yollara sapmadan bilimin ışığında yeni savaşımlara yelken açmanın tek yolu öncü partinin yaratılmasından geçer..  Bunu ilkelerden taviz vermeden yapılacak birliktelikler sağlayacaktır. Birlikteliği örelim diye bilimsellikten uzak tavizler anlamsız olduğu gibi, bizi başka serüvenlere sürükler. Doğru örgütlenme bizi sol sosyalist akım ve partilerden uzaklaştırmaktan ziyade, daha doğru ve düzgün eylem birliklerine olanak sağlar. Yeter ki eylem birlikleriyle sınıf partisini birbirine karıştırmayalım.