“Çözüm”de Çözülmemek

Devlet, son birkaç yıldır Kürt sorununda sürekli yalpalıyor. Bu yalpalama, burjuvazinin sorun karşısında içine düştüğü çaresizliğin dışa vurumudur.  2011’de ilan ettiği  “açılım”  politikasından istediği sonucu alamayınca yeniden inkâr ve imha politikasına geri döndü. Suriye’ye karşı yürütülen emperyalist müdahaleyi, Kürt halkına karşı imhaya dönüştürebileceğini hesap etti. Ne var ki “Evdeki hesap çarşıya uymadı.”  Başarılı olamayınca müzakere adı altında yeniden “açılım” politikasına geri döndü.

Burjuvazinin Kürt ulusal mücadelesi karşısında bir uçtan öteki uca savrulmasına yol açan bu süreç, kuşkusuz ki bölgede köklü bir değişimi öngören emperyalist müdahalelerden bağımsız olarak ele alınamaz.  Her şeyden önce, Suriye’de Türkiye’nin başrolü üstlendiği emperyalist müdahale, bölge dengelerini önemli ölçüde Kürtler lehine değiştirdi. Suriye’de, Kürt Özgürlük Hareketi önderliğinde fiili olarak bir Kürt özerk bölgesi oluştu. Kürt sorunu, tümüyle Kürdistan sorunu haline gelmeye başladı. Sorun Türkiye sınırları dahilinde bir Kürt sorunu olmaktan çıkarak bir Kürdistan sorununa dönüştükçe, Türkiye açısından tehlike giderek daha da büyüyor.

Bölgede son  bir ay içinde olup bitenler; Obama’nın İsrail ziyareti, İsrail’in Türkiye’den “özür” dilemesi, Barzani’nin Irak merkezi hükümetiyle sorunlarının siyasal değil, sınır sorunu olduğunu açıklaması, Emperyalist devletlerin, Türkiye üzerinden ağır silahları, Suriye-Ürdün sınırına aktarmaları, NATO’nun Suriye’ye karşı askeri müdahale seçeneğini masada tuttuğunu açıklaması, İsrail’in İran’ yönelik tehditleri, bölgede Türkiye, İsrail arasında Barzani’yi de içine alacak bir savaş ekseni yaratma çabaları… bütün bunlar, bölgede giderek büyüyen bir savaşın hazırlıklarının yapıldığına işaret ediyor. Türkiye burjuvazi ise bölgede savaş hazırlıklarının olanca hızıyla sürdüğü böyle bir ortamda Kürt Özgürlük Hareketi’nden -vaat ettiği kırıntılar uğruna- silah bırakmasını istiyor ve böylelikle içinde debelendiği çaresizliği, Kürtlerin çaresizliği haline getirerek aşmaya çalışıyor.

Ortadoğu’da savaş  hazırlıklarının olanca hızıyla sürdüğü, tarafların pozisyonlarını her fırsatı değerlendirerek güçlendirdiği, Türk burjuvazisinin de bölgede devam etmekte olan emperyalist müdahale ve Kürt ulusal mücadelesinin ulaştığı yeni boyut karşısında konumunu gözden geçirdiği, yeni strateji ve taktiklere yöneldiği bir durumda Kürt Özgürlük Hareketinin de değişen durumu göz önüne alarak,  kendi konumunu yeniden belirlemesi, güçlerini yeniden mevzilendirmesi bir gereklilik ve zorunluluktur.

Tarihte hiçbir mücadele düz bir hat boyunca gelişmedi, gelişmiyor. Geri çekilmeler, taktik değişiklikler, geçici uzlaşmalar, güçleri yeniden konumlandırarak ileri atılmalar mücadelenin doğasında vardır. Hem tarihsel deneyimin, hem de Kürt Özgürlük Hareketinin otuz yılı aşkın savaşım deneyiminin kanıtladığı gibi, taktik değişikliklerinin zorunlu olduğu dönemler, aynı zamanda mücadelenin de en kritik dönemleridir. Böylesi dönemler, savrulmalara, tereddütlere, tartışma ve çalkantılara en açık dönemlerdir. Bugün Kürt özgürlük mücadelesi, bir dizi olasılığı bağrında taşıyan,  tam da böyle bir dönemden geçiyor.

“Müzakere” adı altında yürütülmekte olan sürecin, ulusal mücadele içinde yer alan farklı sınıf ve onların siyasal temsilcilerinde farlı beklentiler yaratması bu süreçte burjuva seçenek olan Kültürel Özerklik ile devrimci seçenek olan Demokratik Özerliğin daha net bir biçimde ayrışması ve karşı karşıya gelmesi kaçınılmazdır.  Bu süreç daha şimdiden, ağırlıklı olarak AKP içinde örgütlenmiş olan Kürt burjuvazisini harekete geçirdi.  Burjuva liberal çevrelerden aldığı destekle daha da cesaretlenen Kürt burjuvazisi, Türk burjuvazisinin yarattığı dehşeti kullanarak kan, gözyaşı ve kardeşlik edebiyatı üzerinden, adım adım Kültürel Özekliğe doğru yol alıyor. Önümüzdeki dönemde Kültürel Özerkliğe dayalı burjuva çözümün daha da güçleneceği olasılığı yabana atılamaz. Burjuvazi Kültürel Özerkliğe dayalı bir çözümün, ancak Kürt Özgürlük Hareketinin tasfiyesine bağlı olduğunu çok iyi biliyor. Bu yüzden de tasfiyeyi çözümün önüne koyuyor.

“Müzakere” sürecinin bir diğer boyutu da sosyalist hareketin sürece yaklaşımıdır. Sosyalist hareket, geçmişte olduğu gibi bugün de “ifratla tefrit” (* ) arasında gidip geliyor. Bir dönem, Kürt Özgürlük Hareketine burjuvaziyle aynı dili paylaşıp şoven bir yaklaşımla karşı çıkanlar, bugün onu burjuvaziyle işbirliği yapmakla suçlayabiliyor. Yine aynı şekilde dün Kürt ulusal mücadelesini desteklemenin sosyalist ve entenasyonalist olmak için yeterli olduğunu sananlar, bugün “müzakere” sürecinden “Türkiye’ye demokrasi getireceğini” söyleyebiliyor. Bazı sosyalist çevreler, Kürt sorununu çözmese de “müzakere sürecinin merkezi idarenin zayıflatabileceği”ni dilendirebilmekteler. Bu, en hafif deyişle ya demokrasinin ne olduğunu bilmemek ya da burjuvaziyi, burjuva iktidarı hiç tanıyamamak demektir.

Bugün Kürt Özgürlük Hareketinin, bölgedeki değişmelerden hareketle bir taktik değişikliğe gittiği    -gerekçelerini tam olarak bilemesek de- bir gerçektir. Bizim açımızdan önemli olan, bu taktik değişikliğin mücadelenin pratik gereksinimlerini aşarak siyasi hedeflerden bir geri düşmeye yol açıp açmayacağıdır.

Unutmamak gerekir ki, Hiçbir zafer savaşılmadan kazanılamaz ve hiçbir savaş son çarpışmalar yaşanmadan kaybedilmiş sayılamaz.

(*) İfrat, övgüde aşırıya kaçmak; tefrit ise yergide alabildiğine acımasız olmaktır.