“Çanakkale Geçilmez” – Ferda Kar

Nesnel gerçeklik, özne ile nesne arasındaki diyalektik ilişkiyi dile getirir. Gerçeklik, bir yanıyla özneldir. Çünkü insan faaliyetinin bir biçimidir. Diğer yandan nesneldir; çünkü ne bir tek insana, ne de bir bütün olarak insan faaliyetine bağlıdır.

Tarih bilimi; ülkelerin, halkların, olayların tarihinin kronolojik bir sırayla incelenmesini kapsar. Aynı zamanda tarih, süreci soyut bir şekilde genel teorik olaylarla değil, her ülkenin somut koşullarını, olaylarda büyük rol oynayan insanların eylemlerini, özgül tarihsel bir biçimle ele alır.

Tarihsel maddecilik ise, genel teorik bir yöntem bilimidir. Sadece bir halkı ya da tek bir ülkeyi değil, bütünüyle insan toplumunu en genel gelişme yasaları açısından inceler. Toplumların en genel gelişme yasalarını ve itici güçlerini ele aldığından, aynı zamanda bilimsel bir toplumbilim teorisidir. Bu nedenle tarihsel maddecilik de hem toplumsal süreçlerin incelenmesinde etkin bir yöntem, hem de devrimci eylem yöntemidir.

Son günlerde Çanakkale Savaşı ile ilgili, burjuva ve bazı sol çevrelerin söylemine düşen yaklaşımlar, böyle bir giriş üzerinden yola çıkarak bir değerlendirme yapmayı gerekli hale getirmiştir.

Politika  Gazetesi’nin 9. Sayısında, Sinan Dervişoğlu imzalı, “Kemalizm ile Siyasal İslam Arasında Sıkışan Çanakkale” başlıklı yazı, birçok eleştiri noktası barındırıyor. Biz sadece, Çanakkale Savaşı’nın bir anti-emperyalist savaş olduğu yanılgısına değineceğiz. Yazıda “Enternasyonalizmi yurtseverliğin reddine, yurtseverliği de Kemalizme eşitleyen sığ yaklaşımları bütünüyle reddediyoruz.” denirken, Osmanlının emperyalist bir ülke olmadığı; ama kaybettiği toprakları geri almak umuduyla, emperyalist bloktan birine dahil olduğunu, bu durumunda emperyalist kuyrukçusu bir tavır olduğu, dünyanın en güçlü iki emperyalist devletini yenmeyi mümkün kılan bu onur ve direniş ruhuna sosyalistlerin saygı duyması gerektiği ifade ediliyor.

Nereden başlayalım? Osmanlı’nın Emperyalist bir ülke olmadığı ne kadar doğruysa, onun emperyal yani sömürgeci bir devlet olduğu, bir halklar hapishanesi olduğu da o kadar doğrudur. Üstelik bir savaşın emperyalist bir savaş olup olmadığını savaşın cepheleri içinde yer alan ülkelerin emperyalist olup olmadığı belirlemez. 1. Paylaşım savaşı emperyalist devletler arasında dünyanın bir yeniden paylaşımıydı. Bu savaşın içinde örneğin Bulgaristan gibi bir devletin savaşan kamplardan birine dahil olması Bulgaristan’ı emperyalist yapamayacağı gibi, savaşın bu niteliğini de değiştirmez. Savaşın Osmanlı için bir emperyalist bir savaş olabilmesi için ille de yeni sömürge alanları kazanmak için hareket etmesi mi gerekiyor? Osmanlının mevcut emperyal, çok uluslu bir devlet olma özelliğini korumak için savaşması yeterli olmuyor mu? Anlaşılan Politika yazarı Osmanlının sahip olduğu toprakları işgal edilmiş topraklar olarak değil de, onun anayurdu olarak görüyor. Ee tabii bu durumda Osmanlının savaşı emperyalist bir savaş olmaktan çıkıp bir savunma savaşına dönüşüveriyor. Kendi egemenlerinin bu savunusunu duyunca Kautsky’nin kulakları çınlıyordur.

Bu noktadan sonra Çanakkale’den bir kahramanlık destanı da yaratmamak olmaz. Evet hemen her savaşta olduğu gibi Çanakkale’de de işçiler ve köylüler savaştı, ama kendileri için değil, egemenler, feodaller ve burjuvalar için “kahramanca” savaştılar. Ve yazarımız bizden bu kahramanlığa sosyalizm adına saygı duymamızı istiyor.  Neye saygı duyacağız? Yoksulların mangal yürekliliğine mi, egemenleri için gösterdikleri kahramanlığa mı? Anlaşılan size egemenlerin kervanına katılmak için kahramanca gerekçeler gerekiyor. Ne diyelim, yolunuz açık olsun.

Gelelim oportünizmin incir yaprağı şu yurtseverlik meselesine,

Burjuvaziyle, burjuva ideolojisi tarihsel süreçte paralel olarak gelişirler. Yurtseverlik ve milliyetçilik, bu ideolojinin iki temel tarihsel biçimleridir. Yurtseverlik, doğuş halindeki ulus-devletin burjuva ideolojisidir. Savunmacıdır, ulusal ayrıcalıkların, ulus-devlet sınırlarının ve iç pazarın korunmasını temel alır. Milliyetçilik, burjuva ideolojisinin tekelci kapitalizm dönemindeki saldırgan biçimidir. Başka uluslar aleyhine, ayrıcalıklar, işgaller ve ilhaklar peşinden koşan burjuvazinin ideolojisidir. Burjuva ideolojisinin tarih içindeki bu konumu, milliyetçilikten farklı olarak, yurtseverliği, sosyalist harekette, en müphem ve en tartışmalı kavramlardan biri haline sokmuştur.

Tartışmayı yaratan temel olgu, yurt ve yurt sevgisinin tek tek bireyler açısından ifade ettiği anlamla, yurtseverliğin sınıfsal anlamının, zıtlığıdır. Birincisinde doğal olan, ikincisinde ideolojik bir biçime bürünür. Birincisinde yurt, insanın dış doğayla, doğup büyüdüğü coğrafyayla, kısaca, kendi doğal varlığıyla ilişkisidir. İşçi ve emekçilerin yurtla ilişkisi, tümüyle bu doğal ilişkiyi ve bu ilişkideki duyguyu ifade eder. İkincisinde ise, yurtla olan ilişki sermaye aracılığıyla kurulur. Bu ilişkide yurt, sermayenin üretim ve gerçekleşme koşullarını ifade eder. Bu anlamda sermayenin yurtla ilişkisi aynı zamanda, bir mülkiyet ve egemenlik ilişkisidir. Burjuvazi, yurtseverliği kullanarak, kendini yerelleştirerek, ulusallaştırır. İşçi ve emekçilerde yarattığı yanılsamayla, iç pazarda, yabancı sermaye karşısında rekabet üstünlüğünü korur. Tepkileri yabancı sermayeye yönlendirerek, egemenliğini sürdürür.

Yurtseverlik, 1848 devrimlerinden kalmış ve bu tarihten sonra da, burjuvazinin işçi sınıfını denetim altında tutmasının en önemli ideolojik silahlarından biri olagelmiştir. İşçi sınıfı, 1848’den sonra, Marks gibi söylersek, ilk “yurtseverce yanılsamayı” 1870’de Fransa-Prusya savaşında yaşadı. Alsas-Loren’in ilhakı için yürütülen bu savaşta, Fransız sosyalistleri, (Blanqui ve diğerleri) Marks ve Engelsin bütün uyarılarına rağmen, Fransız işçi sınıfını, “yurt tehlikededir” sloganıyla, burjuvazi adına savaşmaya çağırdılar. İşçi sınıfı yurtseverliğin gerçek yüzünü, Fransız burjuvazisi, Alman burjuvazisiyle anlaşarak, silahı, işçi sınıfına çevirdiğinde anladı. İşçi sınıfı silahsızlandırılma girişimini Komün ilanıyla yanıtladı. Ancak bu bile işçi sınıfı içinde kök salmış “yurtseverce yanılsamaları” dağıtmaya yetmedi. Ulusal birlik konusunda, bönce hayaller beslemeyi sürdürdü. “Düşmanı ortadan kaldıracak yerde, proletarya, onların üstünde manevi etkide bulunmaya çalıştı.” Proleter iktidarın yanı başında burjuva iktidarın varlığını sürdürmesine izin verdi. Burjuvazi, proletaryadaki bu “yüce yurtseverlik duygusundan” yararlanarak zaman kazandı, birkaç ay önce kıyasıya savaştığı Alman burjuvazisiyle birleşerek, Komünü ezdi. İşçi sınıfının “yüce gönüllülüğü” ve hümanizmi,  ona karşı dizginsiz bir terör olarak döndü.

Komün sadece, yarattığı eserle, ilk işçi devleti olma özelliğiyle değil, hata ve zaaflarıyla da, işçi sınıfı tarihinde bir dönüm noktası oldu. Her şeyden önce, işçi sınıfıyla burjuvazi arasındaki kavganın ulusal değil, karşıt sınıfların bütün güçleriyle içinde yer aldıkları, uluslararası bir kavga olduğunu ortaya koydu. Bu kavgada, burjuvazi arasındaki rekabet, çelişki ve çatışmaların göreli, işçi sınıfı karşısındaki birliklerinin ise mutlak olduğunu, yurtseverlikle sosyalizmin birbiriyle bağdaşlaştırılamayacağını, birinin diğerinin reddi olduğunu, işçi sınıfının emperyalist savaşta devrimci taktiğinin iç savaş olması gerektiğini, iç savaşta zaferin ancak burjuvazinin ulusal ve uluslararası iktidarının yerle bir edilinceye kadar sürdürülmesiyle garanti altına alınabileceğini gösterdi.

Komünün bu zengin deneyiminin, sınıf hareketini “yurtseverce yanılsamalardan” arındırmaya yetmediği, 1914’te emperyalist savaş patlak verdiğinde,  Bolşevikler hariç, II. Enternasyonalin hemen bütün partilerinin, bu savaşta, “anayurt savaşı” adı altında, kendi burjuvalarını desteklediklerinde ortaya çıktı.   Komünde Fransız sosyalistlerinin üstlendiği rolü, bu kez, Alman sosyal demokratları, Blanqui’nin rolünü de Kautsky üstlendi. Komünde yanılgı olan yurtseverlik, paylaşım savaşında, ihanete dönüştü. “yurtseverce yanılsama”  I. Enternasyonalin sonu olurken, “anayurt savaşı” da, II Enternasyonalin iflası oldu.

Bolşevik parti, komün deneyimlerinin yolunu izleyerek, emperyalist savaşta kendi egemenlerini, burjuvazisini desteklemeyi reddederek, savaşı iç savaşla karşılayarak, zafere ulaştı. Zaferini, sınıf mücadelesinin devrimci geleneği üzerine, yeni, devrimci bir enternasyonali, komünist enternasyonali, kurarak taçlandırdı.

Sınıf mücadelesi tarihi boyunca, yurtseverlik, burjuvazi tarafından, sosyalizme karşı etkin bir silah olarak kullanıldı, kullanılıyor. Sınıf mücadelesinde, burjuvaziye destek olan yurtseverce her yanılsama, sonuçta, işçi sınıfına burjuva terör olarak dönüyor.

Öte yandan, yurtseverlik, dün olduğu gibi, bugün de emperyalist işgal ve ilhaklara karşı, haklı savaşlarda önemli bir mücadele aracı olmaya devam ediyor. Komünistlerin, halkların işgal ve ilhaklara karşı yürüttükleri haklı mücadelelerini desteklemesi, yurtseverliği burjuva ideolojisi olmaktan çıkarmaz. Komünistlerin işgal ve ilhaklara karşı mücadeleleri desteklemesi, onların, bu mücadelelerin siyasi içeriğini, programlarını, hedeflerini desteklediği anlamına da gelmez.

Ve simdi bize bu aklı evveller bütün bu tarihi deneyimi unutturarak, yurtseverliğin proleter enternasyonalizmi ile bağdaşabileceğini vazederek “Çanakkale Geçilmez”in “sosyalist bir versiyonunu sunuyorlar.

İşte böyle Sinan Dervişoğlu, Kürt sorununda 94 yıl sonra komünist tutumu yarım ağız benimsemekle Kemalizm’den kopulamıyor.