Burjuva Siyasetin Yeniden Dizaynı – 2

Söz ve Eylem, Mart 2014 sayısında –yerel seçimlerin arifesinde- “Burjuva Siyasetin Yeniden Dizaynı ve Seçimler” başlıklı yazıda, bölgede ve Türkiye’deki gelişmeleri ele almış ve özetle “AKP’nin siyasal ve toplumsal gücünün zayıflamaya başladığı, önümüzde üç seçimden oluşan seçim maratonunun, aynı zamanda siyasetin yeniden dizayn edileceği bir süreç olacağı” tespitinde bulunmuştu. Gelişmeler, Söz ve Eylem’in burjuva siyasal alana ilişkin tespitlerini de, bölgeye ilişkin değerlendirmelerimizi de doğrulamaktadır.

AKP yerel seçimlerden toplumsal gücü zayıflayarak çıktı. Gücünün en yüksek zirvesine ulaştığı 2011 seçiminin ardından, oturduğu eğik düzlemde iktidar partisinin aşağıya doğru kayışı hızlandı. 2011 seçimlerine göre oy oranı önemsenmesi gereken bir oranda (% 6,5) düştü. Ne var ki başka koşullarda seçim yenilgisi sayılabilecek bu önemli düşüşe karşın, AKP yine de bu seçimden “zafer”le çıktı. AKP’nin bu seçim başarısı temelde iki önemli etkene bağlı olarak gerçekleşti: Birincisi, emperyalist devletler ve sermaye sınıfıyla yaşadığı sorunlara rağmen AKP bu güçler için hâlâ  -şimdilik de olsa-  seçeneksizlik özelliğini koruyor. İkincisi de, Erdoğan diğer seçimlerde olduğu gibi bu yerel seçimde de mağduriyet ve yoksulluğu cehaletle birleştirerek yönetme taktiğini başarıyla yürüttü. Ancak toplumu AKP yanlısı ve karşıtı olarak ikiye bölen, bu iki kesimi birbirlerine düşmanlaştıran, öte yandan da AKP’nin oyunu konsolide eden gerginlik taktiği, kendisine seçim kazandırsa da, onun toplumu yönetme olanaklarını daraltıyor, oturduğu eğik düzlemdeki kayışını daha da hızlandırıyor.

Mart yerel seçimleri, burjuva siyasetin yeniden dizaynının ipuçlarını ortaya koydu. Bu seçim döneminde AKP, etkileri yerel seçimlerle sınırlı kalmayacak olan “küçük” sarsıntılar yaşadı. CHP ise, burjuvazinin yeni ideolojik konseptine uygun olarak AKP’nin aldığı yolu, ılımlı İslam’la Kemalizm’i birleştirerek tersten kat etti. Bu kat ediş, kendisini en net biçimde CHP-MHP işbirliğinin merkezden tabana yayılmasında gösterdi. Muhafazakârlık, burjuva siyasetin egemen baş söylemi haline geldi.

Burjuva siyasetin  dizaynı, cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde de devam ediyor.  AKP bilindik seçim taktiğini izliyor; yani yine gerginliği artırarak oy tabanını konsolide etmek için müthiş çaba harcıyor. Ayrıca torba yasalarla oy tabanını genişletmeye çalışırken, aynı zamanda başta Erdoğan olmak üzere parti yöneticilerinin etrafındaki güvenlik kalkanını da güçlendiriyor. Parti içindeki olası çıkışları, suç ortaklığı zinciri oluşturarak minimalize ediyor. Paralel yapıyı hedef tahtasına koyarak “eski düşmanları” kendi etrafında birleştirmeye çalışıyor. Seçim propagandasını da -CHP’nin tersine- Mustafa Kemal’in izlediği yolu izleyerek (Samsun’dan Erzurum’a),  Kemalist dozu biraz daha ön plana çıkararak sürdürüyor.

Burjuva muhalefet  -yerel seçimlerde AKP’den kopya ettiği “istikrar” ve “mağduriyet” taktiği işe yaramayınca- bu kez Erdoğan’ın karşısına onun fotokopisiyle çıktı. Bu, aynı zamanda burjuva ana siyasetin muhafazakârlık başlığı altında tekleşmesidir. Seçim propagandasında ana retoriğin iftar sofrası olması da bu durumu teyit ediyor. Bu arada CHP-MHP yakınlaşması artan bir hızla sürüyor. CHP, ılımlı İslam’a doğru koştukça tavanda ve tabanda artan ölçüde MHP’lileşiyor. MHP, CHP’yi kendine çektikçe kendi varlığını da gereksiz hale getiriyor. Ne var ki CHP iktidar olmak için muhafazakârlaşırken, burjuva siyasette de yeni boşluklar oluşuyor. Yıllardır dile getirilen ve bir türlü gerçekleştirilemeyen sosyal demokrat bir parti için alan açılıyor. “Sol” cenahtaki gelişmeler bu noktada anlam kazanıyor.

Sosyalist hareketin kendisini “devletin demokratikleştirilmesi”, ”cumhuriyetin kazanımlarının korunması” ile sınırlayan kesimi, dün olduğu bugün de bu söyleme sadık kalarak, ehvenişerde karar kılmayı sürdürüyor. Yerel seçime “seçim partisi” olarak giren HDP, seçim sonrası yoluna “organik parti” (ne demekse) nitelemesiyle “Türkiye partisi” kimliği iddiasıyla devam ediyor. HDP misyonunu “Türkiye partisi” olarak büyüttükçe hedeflerini de buna uygun hale getirerek küçültüyor. Örneğin, demokratik özerkliği  -“Türkiye partisi” olmanın bir gereği olarak- AB yerel yönetimler şartının kabulüne indirgiyor. ‘Üçüncü yol’ söylemini öne çıkartarak burjuva siyasal sistemde “sol”da oluşan boşluğa talip olduğunu ortaya koyuyor.

HDP adayının Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışan üç adaydan biri olması, bu partiye özel bir misyon yüklüyor. Seçimin ilk turda sonuçlanmaması halinde -ki öyle de görünüyor- HDP, kilit parti konumu kazanıyor. HDP’nin ise bu rolü “barışçı çözüm” çerçevesinde değerlendirip oynayacağından şüphe duymamak gerekiyor. HDP’nin, bu Cumhurbaşkanlığı seçiminde -yerel seçimin aksine- AKP’ye yüklenmesini  de bu çerçevede ele almak gerekiyor.

Komünist Hareket ve Cumhurbaşkanlığı Seçimi:

Komünistlerin seçimlerde hangi taktiği izleyecekleri bir güç ya da güçsüzlük sorunu değil, “sınıf mücadelesinin somut durumu ve ihtiyaçları sorunu”dur. Bu, komünistlerin seçimlere yaklaşımının temel düsturudur.

Burjuva anayasaları ve seçim mevzuatları, hemen her ülkede komünistlerin seçimlere katılmasını ve başarı göstermesini engelleyen maddelerle doludur. Türkiye’deki seçim sistemi komünistlerin cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmasını -biri dolaylı, öteki doğrudan- iki önemli yasayla engelliyor. İlki, %10 barajı, komünistlerin meclise girmesi ve grup kurmasını engelliyor; ikincisi de yirmi milletvekili tarafından aday gösterme koşuluyla engel fiili ve genel bir karakter kazanıyor. Yurttaşlar, Cumhurbaşkanını seçebiliyor ama aday olamıyor. Bu yasa, görünüşte bütün yurttaşları ilgilendiriyor gibi görünse de, temelde mevcut parlamentoda temsil hakkı bulunmayan işçi ve emekçileri ilgilendiriyor. Bu haliyle yasa sadece komünistlerin aday olmasını engellemekle kalmıyor, onların kendi program ve ilkeleri temelinde bağımsız ajitasyon ve propaganda yürütme haklarını da gasp ediyor. Bu sistem fiili olarak komünistlere mevcut adayları değerlendirmek dışında bir seçenek sunmuyor.

Komünistlerin kendilerinin aday olamadığı, en önemlisi de özgürce ajitasyon ve propagandalarını yapamadıkları bir seçimde taraf olmaları elbette düşünülemez.

Burjuvazi tıpkı geçmiş seçimlerde yaptığı gibi bu seçimleri de “iki partili, iki adaylı” bir seçime indirgeyerek işçi ve emekçileri -her ikisi de kendi egemenliğini pekiştirmek anlamına gelen – “Erdoğan’dan kurtulmak” ile “Erdoğan’ı kurtarmak” ikilemine hapsediyor. Mevcut bilinç ve örgütlülük düzeyi dikkate alındığında, işçi ve emekçilerin büyük çoğunluğunun bu ikilem içerisinde kendilerine göre ehvenişer olanı seçecekleri “doğaldır.” Komünistlerin görevi ise bu “doğal” görünen sürece müdahale etmek, işçi ve emekçileri uyarmaktır.

Komünist Hareket, bir yandan bu somut durumdan hareketle işçi ve emekçileri temsil edilmedikleri seçimde oy kullanmamaya; öte yandan tüm devrimcileri politik duyarlığın artığı bu dönemde en küçük ajitasyon ve propaganda olanağını değerlendirerek bütün bu burjuva oyunlarının içyüzünü teşhir etmeye; yığınların devrimci enerjisi ve potansiyelini düzen sınırlarına, burjuvazinin iç rekabetine hapsederek çürüten parlamentarizme, reformizme karşı uyanık olmaya, devrimci mücadeleyi sokaklarda, meydanlarda, grev alanlarında, HES direnişlerinde, fabrikalar ve maden ocaklarında yükseltmeye çağırıyor.