Burjuva Medya: “Yalancı Şahitler Kahvehanesi” – Yusuf Erdem

Yalancı tanıklığın ne olduğunu çocukluğumdan beri bilirdim elbet. Ancak Adliye yakınlarında “yalancı tanıklar kahvesi” bulunduğunu daha önceleri, ne görmüş, ne duymuş, ne de bir yerlerde okumuştum. İlk kez Vedat Türkali’nin aynı adı taşıyan romanında okudum ve müthiş etkilendim. O günden bugüne de, o kitapta yer alan iki müthiş fıkrayı yeri geldikçe anlatıp dururum ve dinleyen herkesin de çok etkilendiğine, gülme krizine tutulduğuna tanık olurum.

Sevgili Vedat Türkali ağabey, bu minik öyküyü, Babıali’nin, yani basın dünyasının omurgasız temsilcilerini, özellikle fırdöndü köşe yazarlarının durumunu ortaya koymak için anlatmaktaydı romanda. Fıkralar bugünün medya ortamını anlatmak için de cuk oturuyor.

En iyisi sözü daha fazla uzatmadan fıkrayı anlatmak:

Emekli öğretmen Nedim hoca, romanın genç devrimci kahramanı Muhsin’e anlatır:

“… Hoca gülümsüyordu.

— Anadolu’da bir kentte, Adliye Sarayı’nın karşısında “Yalancı Tanıklar Kahvesi” varmış!

Hocayla birlikte Naime Hanım ( Hoca’nın eşi ) da gülümsüyordu dinlerken. Fıkrayı biliyor olmalıydı.

— Yalancı tanık arayan iş sahibi gidip biriyle anlaşır, duruşmaya çıkarırmış. Adam girmiş kahveye, bakınırken biri sokulmuş hemen; ‘Yardımcı olabilir miyim? Nedir sorun?’ ‘Bir alacak davası.’ demiş adam. ‘Hâlâ vermedi değil mi, o namussuz paranızı!” Adam biraz çekinerek ‘ Para benden isteniyor,’ demiş. Hemen yetiştirmiş herif: ‘Kaç kez vereceksiniz beyefendiciğim, kaç kez vereceksiniz!’”

Yalancı tanıklığı reddeden gazeteci, aydın ve yazarlarımız yok mu peki?  Olmaz olur mu ! Elbette var; dün de vardı, bugün de var, yarın da var olacak. Ama nice yiğitler yıkılıp gitti. Dürüst olmanın, namuslu olmanın, yiğit olmanın  bedeli ağır. Eğer yeteneğinizi satın almak için sizi hem korkutarak, hem baştan çıkarıcı cazip olanaklarla baştan çıkaramazlarsa önünüzdeki tehlikeler dönemden döneme veya kişiye göre değişse de, son derece kahredici. Patronunuzu tehdit ederek sizi işten attırırlar, yeni bir iş bulmanız yine aynı yöntemle engellenir. Yani sizi açlık ve işsizlikle terbiye etmeye kalkarlar. Siz yeni kanallar açarak tok sözlülüğünüzü, muhalefetinizi sürdürürseniz, sayısız davalar, mahkemeler, ucu açık, çok uzun ve mahkûmiyet gibi tutukluklar, hapislikler sizi bekler. Ya da dönemine göre sokakta ensenizden bir kurşunla veya arabanız yaylım ateşine tutularak katledilirsiniz. Kaba işkenceyle, faili meçhul (!) cinayetlerle veya tuzaklara düşürülerek cesediniz yol kenarlarında, orman içlerinde bulunur; kimi zaman ise cesediniz bile bulunmaz.

Bir de rüzgârın yelkenleri şişirdiği  coşku dönemlerinde muhalif olmuş, devrimci olmuş, doğru şeyler söyleyip yazmış olanlardan bir bölümü var ki bunlar siyasi gericilik dönemi baş gösterir göstermez, yalancı tanıklığı seçmişler ve yaptıkları ve yazdıklarıyla baştan beri sağcı veya liberal olanlarla kıyaslanamayacak derece düzeysiz, çirkef ve mide bulandıran bir tutumu benimsemiş durumdalar ve bir zamanlar namuslu olduklarını unutturmak ve yeni efendilerine yaranmak için alçalma sınırını da aştılar, içleri pislik dolu birer çukura dönüştüler.

Bazı eski ‘komünistler’, eski devrimciler ise ‘ulusalcı, yurtsever’ sıfatlarına bürünerek düpedüz milliyetçi, nasyonal sosyalist oldular. Adından başka komünizmle en küçük bir ilgisi bile bulunmayan, milliyetçiliklerini aydınlanmacılık, yurtseverlik kavramlarıyla örten partiler bile var.  Hem milliyetçi hem sosyalist olur mu? Bunlardan biri ötekini örtmek için kullanılıyor. Almanya’da olmuş bir zamanlar: Nasyonal sosyalizm.

Artık bu döneklere geçmişlerini hatırlatmanın, onları eleştirmenin de bir anlamı yok. Utandıramazsınız, söylediğiniz şeylerle etkileyemezsiniz ve söyleyecek söz bulamazsınız.

Bu durumu en çarpıcı şekilde somutlaştıran başka bir fıkrayı yine bilgeler bilgesi Nedim Hoca, genç devrimci Muhsin’e anlatıyor:

Mahallenin birinde yaşlı bir amca (huysuz bir ihtiyar) mahalle kahvesindeki çınarın     dibinde akşamları nargilesini içermiş. İkide bir gelip nargilesinin ateşinden sigarasını yakanlar hiç dayanamazmış; onlara, soyunu sopunu, anasını babasını da işin içine            katarak açarmış ağzını, yumarmış gözünü! İhtiyarın dilinden çekinirmiş herkes.       Delikanlının biri, “Ben gider yakarım, bana bir şey demez” demiş. “ Canın kalay istiyor anlaşılan;” demiş oradakiler. Oğlan gitmiş çınarın altına;

“Şu karşıdaki pembe boyalı evi görüyor musun amca,” demiş; “Annem orayı işletiyor.            Kız kardeşim orada sermaye. Ağabeyim kapıda bilet keser. Babam müşteri getirir. Ben de o biçimim!” demiş ihtiyara.

Çocuk, sigarasını yakmak için nargilesine eğilince şöyle demiş yaşlı amca:

“Yak aslanım, yak sigaranı! Benim sana söyleyecek bir sözüm yok.”

Gerçekten devrimci, gerçekten komünist, gerçekten enternasyonalist kadrolar işçi sınıfının mücadelesi içinde kök salarak öncü devrimci rolünü oynayabilecek bir parti yaratıncaya, devrimin amiral gemisini inşa edip yola koyuluncaya kadar bu sahtelikler, bu devrimci değerlerimizi kirleten akımlar etkili olmaya devam edeceklerdir.