Biyoyakıtlar ve GDO Kapitalizmin Sürdürülebilir Yaşam Denemeleri – Bahadır Aydın

Bu kavramları, ilk kez içeriğiyle birlikte geçmiş dönemlerde duysaydınız ne düşünürdünüz bilemiyorum; ama bu iki olgudan biri, gerçekten diğerinin yapılışını zorunlu kılacak bir etmen olabilir. Bu durum da korkutucu bir senaryo yaratabilir. İki kavramın ilk bakışta birbirine değen noktaları da pek göze ilişmiyor ama biraz kapsayıcı düşündüğünüzde ilişkiyi çok net görebileceğinize eminim. Düşünmemiz gereken, yani düşüncemizin kapsamında yer alması gereken şey de tahmin edilebileceği gibi, Yeryüzü Petrolü artık Dünya üzerinde tükenme eğilimindedir ve buna çare olarak bir çok alternatif enerji kaynağı düşünülmektedir. Düşünülenlerin de petrolden aşağı kalır yanı ne yazık ki pek yok. İşte biyoyakıt da buna bir örnektir. Kapitalizmin kâra yönelik ve kısa vadeli hedeflerden ötürü, birazdan bahsedeceğimiz biyoyakıt üretimi örneğinde olduğu gibi, bir türlü düşünemediği ya da düşünmek istemediği ölçüt Yeryüzü’dür. Dünya’nın hızlıca yok edilmesi sürecinde kapitalizm, kullanacağı üretim biçimlerini de sade-ce sınırlı bölgeler üzerinde etkileri manasında ele almakta ya da bu iyi senaryomuzun aksine hiç ele almamaktadır.

Yazının başlığında yer alan ve biyoyakıt üretimine eşlik eden bir diğer olgu da genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO ) konusudur. Kapitalizmin bakışında GDO , yeşil devrim projesinin bir devamı olarak, sözümona, toplu açlıkları yok edecek, insanlığı daha çok ve “kaliteli” besleyecek bir kurtuluş projesidir, 1950 yılında tarımda bütün dünyada işleme konulan yeşil devrimin akıbetini birçok insan iyi bilir. Bu sürecin ülkemiz ve geri kalmış bazı 3. Dünya ülkelerinde bazı prosedürleri uygulanmaya devam edilegelen bir kimyasal kullanım patlaması içerdiği bilinmektedir. Bu süreç kitlelerin nüfuslarında ve besin kaynaklarında müthiş artışlara neden olurken, bir yandan da onlara yıllar boyunca zehirli maddeleri besin diye yedirmiştir. GDO da bu zincirin bir halkasıdır.

Kapitalizmin kâr güdülü zihniyeti yine devrede. Onlar bu tip organizmaların insan sağlığına yaptığı olumsuz etkilerin bulunmadığını öne sürmektedir. Çok ilginç ki birçok ilaç bile üretildiği dönemden yıllar sonra uzun süreli testlerin ardından piyasaya sürülmektedir; fakat insanoğlu birçok gıdayı günlük olarak tüketmek zorundadır. Bu sürece bağlı olarak biyolojik olarak istenmeyen türler arası genetik yayılımları ve biyolojik çeşitliliğin zarar göreceği olgusu bir kenara bırakılmıştır bile.

Kapitalizmin, piyasanın gündelik beklentilerine göre şekillendirdiği enerji üretimi ve besin temini, doğal olarak doğayla uyumsuzdur. Bu durum da insanlığa ölümü, kendisine ise kâr getirmektedir. Buna bağlı olarak biyoyakıt üretimi yapılan ve bu üretime tahsis edilen arazilerin büyüklüğünü ve buralarda yapılan ya da yapılacak biyoyakıt üretiminde kullanılacak bitkilerin tek tip üretimlerini göz önünde bulundurursak, insanlık için kullanılabilecek onca arazinin sadece taşımacılık faaliyetleri için heba edileceğini değil, aynı zamanda daha fazla bitki türünün ve canlının aynı alandan uzaklaştırılmasıyla ekolojik yaşamın nasıl bir dengesizliğe düşürüleceğini görmüş oluruz. İşte burada GDO’yu dünya üzerindeki arazi yetersizliğiyle tarımsal üretimde aklamaya çalışanlara yeni bir cevap doğmuş olur. Kilometrelerce karelik araziler, en büyük biyoyakıt üreticisi Brezilya’ da bu tarz üretime feda edilmekte ve bu arazilerin miktarı da gün geçtikçe artmaktadır. Kıtanın deniz aşırı komşusu Afrika kıtası açlıkla pençeleşmekte, geri kalanlarında ise yavaş yavaş durum benzer bir hal almaktadır. Brezilya’da sadece biyoyakıt üretimine tahsis edilen arazi miktarları ve değişimleri aşağıdaki verilerde gösterilmiştir Bu grafikle gösterilen biyoyakıt üretimi için kullanılan 1532 yılında ilk kez şeker kaynağı olarak kültüre edilen ve ticari bir ürün olarak Portekizli yerleşimciler tarafından Avrupa’ya ithal edilen şeker kamışının üretiminin artışı dikkat çekicidir. Ayrıca Brezilya’da şekerkamışından yapılan etanol üretiminin en büyük alıcısı da ABD dir. Ek olarak şeker pancarı, mısır, tatlı sorgum, patates, buğday, odunsular, tarımsal atıklar, soya ve yer fıstığı da biyoetanol üretiminde kullanılabilmektedir. Aynı zamanda ABD, biyoetanolün üretimi bazında Brezilya’dan sonra ikinci büyük ülkedir

Tablo: Milyon hektar başına genel tarım ürünlerinin üretiminde kullanılan araziler gösterilmiş-tir. (Sugarcane: biyoetanol üretiminde kullanılan başlıca bitki olan şeker

Şeki: Etanol üretiminde kullanılan arazinin tüm ülke arazisine olan oranı gösterilmiştir.

Tablo: Biyoetanolün başlıca kaynağı şeker kamışı üretiminin yıllara göre değişimi gösterilmiştir. Sırasıyla birinci pirinç, ikinci şekerkamışı, üçüncü fasulye, dördüncü mısır, beşinci soya fasülyesi.

Her ne kadar yararlandığımız APEC (Asya Pasifik Ekonomik İşbirliği) verileri, bu tarz üretimin dünyanın oksijen kaynağı olarak adlandırılan yağmur ormanlarını tehdit etmediği yönünde de olsa, bu üretim alanlarının nasıl gelişim gösterdiği ve bu tarz ekosistemleri nasıl tehdit ettiği ve daha da edeceği verilerle sabittir. Bu tarz birçok alanın da vahşice katledildiği daha önce birçok kez gözler önüne serilmiştir. Peki bunca üretim artışı Dünya’nın masum halkları için neyi ifade ediyor? Çok basit; daha fazla ulaşım, daha fazla ticaret, daha fazla sömürü, daha fazla savaş.

Emperyalistler bir gün doğada petrol denilen bir kaynağın da kalmayacağının, çok şükür, far-kına vardılar; ama her zaman olduğu gibi geç kaldılar. Bu biyoyakıt üretiminin doğayı bitireceğinin farkına çok geç varılacağının da bir ön belirtisidir. Ama onların söylemiyle henüz bu konuda çok mu gerideyiz? Sermayedarlar, aslında kendileri açısından tehlikenin farkındalar. İşte bu yüzden bu tarz doğa düşmanı üre-timin ardında yatanları çok iyi gizlediklerini düşünüyorlar. Bu arka planı gizlemek kime mi kalıyor? Tabi ki kendi özünden koparılmış, her daim “bağımsız” olan, çağın kusursuz tanrısı bilim. Bilimin sanayinin güdümünde nasıl güzel laflar ettiğini görüyoruz; ülkemizde de AKP eliyle nükleer santrallerin kurulma çabaları esnasında bu santrallerin, RES ya da Güneş Enerji sistemlerinin yerine ne kadar çevreye dost bir teknoloji olduğunu bizlere anlatan kuruluşlarımız da kendi “bağımsız” bilimsel tezlerini bir o kadar güzel ortaya atmaktadırlar. Çünkü geri dönüşümlü enerji üretimi Dünya’nın bir çok bölgesinde bilimin savunmasına muhtaçtır. Sistemin geri dönüşüm kavramı da kendisi gibi geri dönüşümsüzdür ve tarihin çöplüğüne karışıp gidecektir. Bu ve bunun gibi birçok örnek, sermayedarların girişimci dünyalarının yansıma fırsatlarıdır.

Bahsimizin diğer yanı, spekülasyona oldukça açık bir diğer olgu da açlık krizimizin ilacı GDO’lar mı? İşte bu üstte bahse konu olan ölçeği de eklersek neden genetiğini değiştirerek biyolojik olarak daha verimli ve dirençli tarımsal nesilleri yetiştirmekte ve onların yetiştirilebileceği arazileri yok etmekteyiz? Oysa bu arazileri insanoğlu verimli tarım teknikleriyle (doğaya etkileri hesap edilmiş) daha iyi kullanabilecekken biyoyakıt üretimine feda ediyoruz ve bunu yaparken de doğadaki tüm canlılara zarar veriyoruz.

Sermayedarlar şunu söylüyorlar:” Dünyada ekilebilir arazi miktarı çok sınırlı ve gelecek-te çok daha sınırlı olacak. Bu yüzden genetiği değiştirilmiş ve orijinal formuyla uyum sağla-yamayacağı kirletilmiş habitatlara uyum sağlayabilecek başka tarımsal bitki formları yaratma gerekliliği hissediyoruz.” Her şey ortada: Bir yandan arazi kıtlığından yakınıyorlar, öte yan-dan çok büyük arazileri biyoetanol üretimine feda ediyorlar. Yakındıkları nüfus artışlarıyla birlikte çok sevdikleri üretim artışlarına rağmen kitlelerin nasıl göz ardı edilerek açlıktan ölüme mahkum edildiği de ortadadır.

Dünyanın çoğunluğu iyi beslenememektedir ve artık Dünya ülkelerinin çoğunda GDO’lu ürünler sofraları süslemektedir. Ülkemizde de jet hızıyla çıkarılan kanunlarla bu ürünler marketlerde satılmakta, çoğu kez GDO ürün katkıları gizlenmektedir. Biyogüvenlik kurulu, ülkemizde birçok üründe, özellikle mısır orijinli yem ve insan gıdasında GDO kullanımına izin vermektedir. Birçok gıdayı artık tamamen genetiği değiştirilmiş formuyla tüketmekteyiz. Bir yandan ekilebilir arazi eksikliğinden ya-kınan, diğer yandan da bu arazileri tekellerin kullanımına açan kapitalistler, biyoetanol kullanımıyla motorlu taşıt sistemlerinin daha az zararlı gaz emisyonu yaratacağı palavralarıyla insanları aldatmaktadır. Geri dönüşüm denildiğinde bir kez daha düşünmek gerektiği ortada. Bu kavram onlar için kasalardaki paralarının artarak geri dönüşünü anlatıyor olabilir.

*Veriler: Bioethanol in Brazil Carlos H. de Brito Cruz Scientific Director Fapesp

20081005, 20081005-bioenergy.ppt; © C.H. Brito Cruz e Fapesp