Güçsüz toplumlar, örgütsüz toplumlardır; dinci-gerici ve/veya milliyetçi-ırkçı-şoven burjuva ideolojileri ile beyinler uyuşturulmuş ve sahte düşmanlar gösterilerek tepkileri saptırılmış, kendi Muazzam potansiyel güçlerine yabancılaştırılmış toplumlardır.
İşte bu nedenledir ki güçsüz toplumlar, güçlü liderler ister. Fakat bizim, bir ‘kurtarıcı’ya değil; -işçi emekçi ve tüm ezilenler olarak- kendi muazzam gücümüzü örgütlemeye, güçlü örgütlere ve dişe diş bir örgütlü mücadeleye ihtiyacımız var. Her halktan ve kimlikten işçilerin birliğine, halkların eşitliğine ve kardeşliğine şiddetle ihtiyacımız var; “Ekmeğimizi çalıyorlar!” diye meydanlarda haykırabilmek için özgürlüğe ihtiyacımız var. Elbette özgürlüklerin bir bedeli vardır ve peşinen bu bedeli ödemeye hazır olacağız.
Bize; 4 ya da 5 yılda bir -üstelik eşitsiz ve ahlaksızca bir kampanyadan sonra- verilen oy kulübesindeki 2,5 dakikalık ‘özgürlük’ asla yetmez.
Elbette devrimciler görüşlerini işçi ve emekçi yığınlara ulaştırabilmek için seçim ortamından da parlamento kürsüsünden de yararlanabilirler ve yararlanmalıdır da. Her fırsattan yararlanarak burjuva devlet kurumlarının gerçek işlevini açıklamalı ve burjuvazinin üzerine örtmeye ve/veya meşrulaştırmaya çalıştığı oyunlarının içyüzünü teşhir etmelidirler. Fakat emekçi yığınların asla ve asla seçim, sandık ve parlamentoyu temel sorunlarının bir çözüm yeri ve bir kurtuluş yolu olarak gösterilmesine engel olmalıdırlar. Seçimler ve parlamentodan yararlanmak başka şey; parlamenterist ahmaklık veya ihanet başka şeydir. Bir düşünürün ironik bir biçimde belirttiği gibi, “Eğer parlamento ve seçimler yoluyla işçi sınıfı ve emekçilerin tek bir önemli sorununa bile köklü bir çözüm getirilebilinseydi, burjuvazi mutlaka seçimleri yasaklar, parlamentoyu lağvederdi.”
Bizim, bütün ezilenler ve sömürülenler olarak burjuvazinin vermeye razı olduğu ufak tefek kırıntılarla yetinmeye niyetimiz yok. Bütün gerekli, yararlı, değerli, güzel olan her şeyi üreten emekçiler olarak bütün dünyayı istiyoruz. Ve biz işçiler, tüm mağdurlar ve mazlumlar olarak namuslu ellerimizle, ortak aklımız ve yaratıcılığımızla ülkemizde, Ortadoğu’da ve dünyanın her yerinde “geceleri aç yatılmayan, gündüzleri sömürülmeyen” yaşanası, özgür ve bolluk içinde güzel bir dünya inşa etmek istiyoruz ve bu tarihsel misyonu ancak biz yerine getirebiliriz
Hiçbir şey üretmedikleri halde hemen hemen bütün zenginlikleri ve serveti, iktidarı ve bütün gücü elinde tutan, milyonlar açken ve emekçi çocukları akşamları aç olarak yatağa girerken lüks içinde yaşayan bir avuç asalak burjuvanın yer almadığı bir dünya kuşkusuz ki çok güzel bir dünya olacak. O dünyada yalnızca insanlar özgürleşmeyecek, doğa ve doğal yaşam da özgürleşecek.
Muhtaç olduğumuz kudret; hayatı her gün yeniden ve yeniden üreten milyonlarca emekçinin “devrimci bilinç, devrimci örgüt ve devrimci mücadele” ile buluşması ve üretenlerin aynı zamanda yönetenler olmasıdır. İşte ancak o zaman, ‘her şey gerçekten çok güzel olacak’tır.”