Adalet, Eşitlik, Demokrasi Sınıfsal Kavramlardır!

Adalet, Eşitlik, Demokrasi Sınıfsal Kavramlardır!

Sınıflı bir toplumda sınıf mücadelesine ilişkin bütün kavramlar gibi,(eşitlik, özgürlük, demokrasi) adalet kavramı da sınıfsal bir içeriğe sahiptir. Bu kavramlar her sınıfın sınıf mücadelesi içindeki çıkarlarını ifade ederler. Bu yüzden de bütün sınıfların çıkarlarını ortaklaştıran bir adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasiden söz edilemez.

Burjuvazi için “Adalet mülkün temelidir”; sömürü araçlarının, fabrikaların, makinelerin, toprağın özel mülkiyetidir.İşçi ve emekçiler için adalet, her şeyden önce sömürü araçlarının özel mülkiyetinin ortadan kaldırılmasıdır.Aynı durum eşitlik, özgürlük ve demokrasi için de geçerlidir. Burjuvazi için özgürlük sömürü özgürlüğüdür; demokrasi, sömürü özgürlüğünün devlet biçimine bürünmesi korunması ve sürdürülmesi, başka bir ifadeyle sömürü özgürlüğünün garanti altına alınmasıdır, baskıdır, şiddettir.

Özetle, sınıflı bir toplumda her sınıf ya içgüdüsel olarak, ya da bilinçli olarak kendi çıkarlarını yansıtan bir adalet, özgürlük, eşitlik ve demokrasi anlayışına sahiptir. İçeriklerinin farklılığına rağmen farklı sınıfların sınıf çıkarlarının aynı kavramlarla (adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi) ifade edilmeleri çoğu durumda bu kavramların bütün sınıflar için aynı olduğu, bütün sınıfları birleştirdiği gibi bir yanılsamaya yol açar. Burjuva ideolojik aygıtları, medya, bu yanılsamayı besleyerek yaygınlaştırır. Bu kavramlar sınıfsal içeriklerinden arındırılarak, egemen sınıfın adalet, özgürlük, demokrasi anlayışı insanlığın ortak mirasıymış gibi sunulur. Bu durum 1789 Fransız devriminden bu yana burjuvazinin en önemli ideolojik manipülasyonlarından biri olarak başarıyla sürdürülmüştür. Ve sömürü, baskı, talan ve yağma ve katliamlar bu kavramlar altında meşrulaştırılmıştır.

Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından sosyalist ve komünist hareketlerin yaşadıkları ideolojik savrulmayla, egemen burjuva adalet, özgürlük ve demokrasi anlayışı insanlığın ortak değerleri olarak kabul görmüş ve bu kavramlar burjuva muhalif partilerle sosyalist ve komünist partilerin üzerine birleştikleri ortak mücadele hedefleri haline almıştır.

CHP ve “Adalet Yürüyüşü”

CHP’nin Adalet yürüyüşünün gerçek niteliğini anlayabilmek için önce Türkiye’nin içinde bulunduğu duruma kısa bir göz atmak gerekiyor. Bugün Türkiye kapitalizmi –rejim- birçok sorunu bir arada yaşıyor. Ortadoğu’daki savaş Türk devletinin bütün beklentilerini boşa çıkartarak sürüyor. Son bir ayda birbiri ardına yaşanan gelişmeler; Rakka operasyonu, Barzani’nin bağımsızlık referandumunu açıklaması, Katar’a yönelik Suudi ablukası, Türkiye’nin bölgedeki konumunu iyice çıkmaza soktu. Türk devleti ile bölge savaşının ana aktörleri , Rusya ve ABD arasındaki itilaflar büyüyor; buna bir de AB ile olan itilaflar eklendiğinde Türkiye bu güçler arasında rotasını kaybetmiş bir biçimde bir uçtan öteki uca savruluyor.

İçerde devlet, Kürt halkına Kürt Özgürlük Hareketine karşı yürüttüğü imha ve tasfiye savaşından beklediği sonucu alamadı. Ekonomik göstergeler ise krizin giderek derinleştiğini, işçi ve emekçi kitlelerdeki memnuniyetsizliğin eyleme dönüşmeye başladığını gösteriyor. Burjuvazinin sürece müdahalesi, parlamenter yönetim biçimi yerine, temsili kurumları dışlayan yürütmeci biçime,- oligarşik diktatörlüğe geçmesi, çıplak baskı ve şiddetin öne çıkması, sorunları çözmeye yetmediği gibi istikrarsızlık ve yönetememe durumu daha da derinleşiyor.

Türk burjuvazisi son 15 yıldır AKP eliyle yürütülen politikalarla büyük kazançlar elde etti. Şimdi rejimin geleceğine yönelik endişeler bu kazançlara ağır basmaya başladı. Burjuvazi kendisine büyük kazançlar sağlayan bu politikayı sürdürme ve bu politikanın büyüttüğü tehditler karşısında seçim yapmakta bocalıyor. Bir çıkış yolu bulmaya, raydan çıkmış rejimi yeniden rayına oturtmaya çalışıyor. Rejimi yeniden rayına sokma çabası iki etken altında şekilleniyor. Bir yandan rejimi rayına sokma çabası bir toplumsal uzlaşmayı ve bu uzlaşma için kısmi tavizler vermeyi gerekli kılarken, öte yandan rejimin karşı karşıya bulunduğu durum bu çabaları geçersiz kılıyor.

CHP’nin ünlü adalet yürüyüşü tam da bu ortamda bir toplumsal barış, toplumsal mutabakat girişimi olarak gündeme geldi. CHP, Türk kapitalizmi ne zaman ciddi bir tehditle karşı karşıya kalsa rejimin kurucu partisi olarak, bugün üstlendiği role benzer bir rol üstlenmiştir. Geçmişteki askeri darbelerle CHP arasındaki ilişki salt bir ideolojik ilişki değil, aynı zamanda fiili bir ilişkidir. 1970’de de, 1980 darbesinde de CHP “devletin bekası” rolünü üstlenmiştir. Askeri bir darbenin henüz gündemde olmadığı bu ortamda CHP bu rolü başka bir biçimde, “adalet yürüyüşü” ile üstlenmektedir.

Bırakalım geçmişi, 16 Nisan referandumu sonrası CHP’nin izlediği tutum bu yargıyı yeterince doğrulamaktadır. 16 Nisan hileli referandumu sonrasında CHP kitlelerin sokağa çıkmasını engellemiş, daha da ileri giderek hileli referandumun meşruluğunu tartışma konusu yapmaktan çıkartarak kapitalizmi önemli bir kaosun eşiğinden kurtarmıştır. Referandumdan hemen sonra Baykal’ın 2019 Cumhurbaşkanlığı seçimini Türkiye’nin gündemine sokması, yaygın kanının aksine, Baykal’ın Cumhurbaşkanlığı arayışı değil, referandumu meşrulaştırmanın ikinci adımıydı. Kılıçdaroğlu’nun “Adalet yürüyüşü” bu sürecin bir devamıdır. CHP bu yürüyüşle bir yandan 16 Nisan referandumunu bütün sonuçları ile meşrulaştırarak rejime bir nefes molası sunuyor, öte yandan da 2019 seçimlerine yönelik siyasal bir hamle yaparak burjuvazinin gelecek kaygısına bir çözüm sunuyor. Yürüyüşün TÜSİAD ve dünya sermaye ve medya çevrelerinde bulduğu yankı tam da buna işaret ediyor.

CHP’nin bu yöneliminin rejimin bugün içinde bulunduğu kaostan çıkışta nasıl bir katkı sağlayacağı ileride daha net görülecektir. Ancak bugünden tespit edilecek olan, bu girişimin burjuvazinin bugünkü çıkışında son derece başarılı siyasal bir hamle olduğudur. AKP ve ittifakları (MHP, BBP, Hüdapar) dışındaki bütün burjuva siyasal oluşumların yürüyüşe verdikleri destek ve yürüyüşün sosyalist hareket ve HDP’ den gördüğü itibar bu yargıyı doğrulamaktadır. Şüphesiz Türkiye’nin AKP iktidarı eliyle sürüklenmiş bulunduğu bugünkü durumdan çıkışında bütün burjuva partilerin sorumluluk duymaları ve rejimin bekası için bir araya gelmeleri anlaşılır bir şeydir. Anlaşılmaz olan ve üzerinde tartışılması gereken “sosyalist” ve “komünist” parti ve grupların demokrasi ve adalet adına rejimin nefes almasını sağlayacak girişime verdikleri destektir.

Adalet Yürüyüşü ve Sosyalist Hareket

Türkiye sosyalist ve komünist hareketinin büyük bir çoğunluğu, yürüyüşün farklı etaplarında bizzat bu yürüyüşe eklenerek destek verdi. Bu parti ve grupların yürüyüşü desteklemek için yaptıkları açıklamalarda ilginç bir özellik göze çarpıyor. Bütün destek açıklamaları CHP’nin daha önce yaşanan çeşitli olaylar karşısında takındığı tutumun ayrıntılı bir dökümü ile başlıyor. CHP’nin dokunulmazlıkların kaldırılmasında, HDP li vekillerin tutuklanmasında, belediyelere kayyum atanmasında, Kürt yerleşim birimlerinin bombalanmasında, referandumun meşrulaştırılmasında, kıdem tazminatı, grev hakkının gaspında vb. izlediği tutum eleştiriliyor. Ardından “ şimdi bunları sayıp dökmenin sırası olmadığı”, CHP’nin Adalet yürüyüşünün devrimci demokratik mücadelenin önünü açacağı belirtiliyor ve işçiler emekçiler yürüyüşe destek vermeye çağrılıyor. Haklarını yememek gerekiyor, bazı parti ve gruplar ise adaletin önemli olduğu ama yetmeyeceği, buna Ohal vb.nin de eklenmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.
Adalet yürüyüşü CHP’nin bütün bir kötü sicilini arkada bırakmış olacak ki, bütün Parti ve grupların sonuçta vardıkları ortak nokta “ barış ve Demokrasi” adına yürüyüşün desteklenmesi oldu. Yürüyüşü destekleyen parti ve grupların bu desteklerini yürüyüşün bir “halk” eylemi olduğu, sosyalist ve komünistlerin böyle bir eyleme kayıtsız kalamayacakları ve eylemin barış, demokrasi için bir eylem birliği fırsatı yaratacağı varsayımına dayandırarak açıkladılar. Önce şunu belirtelim ki, Adalet Yürüyüşü ne işçi ve emekçilerin kendi örgütlerinin çağrısıyla, ne de kendiliğinden bir başkaldırı ile ortaya çıkmış bir eylem değildir. Tam tersine burjuva bir partinin son derece siyasal bir eylemidir. CHP’nin, işçi ve emekçiler de oluşan tepkileri de kullanarak, rayından çıkan rejimi yeniden rayına oturtmak üzere giriştiği bir eylemdir.Yürüyüşe AKP iktidarının uygulamalarına karşı gelişen tepki ve öfkeyle halkın çeşitli biçimlerde destek vermesi bu durumu değiştirmez. Eylemin niteliğini belirlemez, sadece kitlelerin düzene karşı tepkilerinin boyutlarını ortaya koyar. CHP’nin amacı bu tepkileri büyütmek değil absorbe etmek, tepkilerin taşıdığı devrimci potansiyeli düzen içinde hapsetmektir. Amiyane deyimle, bir taşla iki kuş vurmaktır. Hem kitlelerdeki tepkiyi arkasına alıyor, böylece eylemin etkinliğini artırıyor, hem de bu tepkileri düzen içine hapsediyor.Yani CHP, rejimin tehlikeye düştüğü her durumda bir burjuva siyasal partinin yapması gerekeni yapıyor. Bütün burjuva partilerini yürüyüş güzergahında yan yana getiren asıl olgu budur.

Son derece net olan bu durumu görmemezlikten gelerek CHP’nin yürüyüşünü bir halk hareketi olarak nitelendirmek yürüyüşe soldan destek verenlerin sınıf işbirliğini örtmek için çaresizce başvurduğu bir manipülasyondur. Hele hele bunu sınıf mücadelesi tarihine gönderme yaparak, 1905 Papaz Gapon olayı ya da Gezi başkaldırısını gündeme getirerek açıklamak girişimi sınıf işbirliğinin ulaştığı vahim noktayı ortaya koymaktadır. Bu tür örneklere dayanarak CHP yürüyüşüne verdikleri desteği masum göstermeye çalışanların görmemezlikten geldikleri önemli bir nokta var; o da tarihteki bu türden eylemlerin ya işçilerin kendi örgütlerinin çağrısı, ya da kendiliğinden bir patlamayla ortaya çıktıklarıdır. 1905 devrimine yataklık eden papaz Gapon’un eylemi Çar ajanı olarak bir işçi derneğinin başında oturan Gapon’un işçileri merhamet dilemek için Çar’ın sarayına yürütmesi ile ortaya çıktı; Gezi başkaldırısı ise tümüyle kendiliğinden bir patlamayla ortaya çıkan bir kitle hareketiydi. Bolşevikler Gapon’un çağrısına karşı işçileri uyardı, ancak eylem gerçekleşince buna katılmakta da tereddüt etmedi. Ama bugün sosyalist grup ve partilerin tarihteki bu örneklere başvurarak, destekledikleri ve işçi ve emekçileri katılmaya çağırdıkları eylem kendiliğinden bir işçi ve emekçi eylemi değil, burjuva bir partinin devletin bekası için düzenlediği burjuva siyasal bir eylemdir. Sözünü ettiğimiz burjuva kuyrukçuluğu tam da budur.
CHP’nin yürüyüşünün Türkiye’de “barış ve demokrasinin” önünü açacağı savına gelince, bizim sınıf uzlaşmacılığı dediğimiz tam da budur. Bu kuyrukçu politika çoğu zaman “burjuvazinin iç çelişkilerinden yararlanma” düsturu kullanılarak gizlenir. Evet burjuvazinin iç çelişkilerinden yararlanmak sınıf mücadelesinde komünistlerin başvurduğu önemli bir taktiktir. Ancak bu taktiğin başarılı olması için iki şeye ihtiyaç vardır. Birincisi; burjuvazinin her kanadından bağımsız olan komünist bir örgütlenmeye, ikincisi ise; bu örgütlülüğün başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen, sömürülen kitlelerin içindeki gücüne; bunlar olmayınca burjuvazinin iç çelişkisinden yararlanma söylemi, dünya ve Türkiye Komünist hareketinin tarihinde birçok kanıtlarını bulabileceğimiz, sınıf işbirliğini gizlemenin beylik bir söylemi olmanın ötesine geçemiyor.

Söz konusu parti ve gruplar CHP’yi desteklemeye öylesine angaje olmuşlardır ki, bu eylemi desteklemeyenleri sessiz kalmakla, mücadeleden kaçmakla itham edebilmektedirler. Komünistler için burjuva da olsa bir eyleme katılmak ya da sessiz kalmak gibi bir ikilem yoktur. Böyle bir ikilem ancak mücadeleyi burjuva sınırlar içinde gören ve burjuva partilerle ittifak anlayışına sahip olanlar için vardır. Tam tersine komünistlerin görevi sadece AKP’yi değil CHP’yi de teşhir etmek, bütün burjuva partilerin gerçek yüzünü ortaya koymak, burjuvazinin işçi ve emekçi kitleler üzerindeki ideolojik ve politik hegemonyasından kurtuluşuna yardımcı olmak, onların demokratik hakları için yürüttükleri eylemleri desteklemek, tepki ve öfkelerinin devrimci bir kanalda birleştirilmesini sağlamaktır. CHP’nin eylemine katılmak ve ona destek vermek bu yolu tıkamaktır. Bugünkü bilinç ve örgütlülük düzeyimizle bunu gerçekleştirmekte ne ölçüde başarılı olacağımız ayrı bir konudur. Ancak devrimci güç, devrimci teori ve eylemle sağlanabilir; burjuva labirentlerde güç peşinde koşarak değil.

15 yıllık AKP iktidarı döneminde siyasal ve ekonomik uygulamaların kitlelerde yarattığı tepki ve öfkeyi komünistler örgütleyip birleştiremiyorsa ve halâ güçsüzlük içinde burjuvazinin bir kanadına bel bağlıyorlarsa, bunun nedenlerini kitlelerin gerçekleri görememesinden önce kendi ideolojik politik ve örgütsel konumlarında ve yetmezliklerinde aramalıdırlar. Kitlelerin gerçekleri kavraması ve bu doğrultuda mücadelelerini geliştirmesi, mücadele içinde öğrenmelerinin sağlanması için CHP’ye değil, devrimci komünist bir partiye ihtiyaçları vardır.

Adalet yürüyüşünü destekleyenler elbette “demokrasiyi ve barışı CHP’de aramakta özgürdürler. Ama bırakın işçiler kendi yolundan yürüsün; adaleti, demokrasiyi kendi eylemleriyle, mücadeleleriyle, grevleri ve yasa tanımazlıkları ile arasınlar. Güçsüzlük içerisinde gücü burjuva partililerine eklemlenmekte arayanların “gerçekçi ol imkânsızı iste” çağrılarına biz komünistler tam tersine bir yanıtla karşılık veriyoruz; Hayır bizim sloganımız “imkansızı iste, gerçekçi ol”dur. Biz “imkânsızı” isteyeceğiz, İmkânsızı isteyerek elde ettiklerimizi korumaya, ama yine imkânsız gibi görüneni istemeye devam edeceğiz!