İktidar Kavgası Talan ve Çürüme – Yusuf Erdem

Bakanları, oğullarını, kimi büyük patronları, banka -TOKİ bürokratlarını içine alan akıl almaz boyutlardaki yolsuzluklar ortalığa saçılınca sağcı bir Fransız düşünürünün ilginç bir sözünü anımsadım: “ Ben solcu değilim; sosyalist, komünist hiç değilim; bir muhafazakârım, Hristiyan demokratım. Fakat yüce Tanrı beni solun olmadığı bir Fransa’da yaşamaktan korusun. Çünkü sol, toplumun vicdanıdır. Solun olmadığı bir Fransa, işçiler ve halk için bir cehennemden beter olurdu kuşkusuz.”Akıllı bir sağcı, düzen sınırlarını zorlamayan bir ‘solu’ sömürü düzeninin bir sübabı, garantisi olarak görecektir elbette.

Biz komünistler sosyalistler için elbette sorunun ele alınış şekli çok daha farklıdır. Elbette devrimciler, vicdansız bir dünyanın vicdanıdırlar; çünkü onlar sömürüye, baskıya, zulme, yalana, talana şiddetle karşıdırlar. Sosyalistler; dayanışma, devrimci yiğitlik, emeğe, doğaya ve doğal yaşama saygı, özgürlük ve adalet sevgisi, devrimci alçakgönüllülük… gibi tüm insani değerlerin yoğunlaşmış ifadeleridirler. Devrimciler, işte bu insani değerleri kendilerinde, örgütledikleri kolektifte,  mücadele ve yaşam içinde somutlaştırdıkları için çok daha yüce bir hedefin; yani sınıfsız ve sömürüsüz, sınırların anlamını yitirdiği, barış içinde yaşanası bir özgürlük dünyasının inşası davasına kendilerini sınırsız olarak adamış olan bugünün savaşçıları ve geleceğimizin temsilcileridir. İşte örgütlü mücadele içinde birer kişilik özelliği olarak devrimcilerde billurlaşan bu değerler, bizim çocuklarımızı, bizim gençlerimizi, bizim kadınlarımızı, bizim mazlum halklarımızı farklı kılar.

Yaşamın özüne insanı, emeği değil de parayı, sömürüyü, kârı ve rantı koymuş bir sınıfın temsilcisi iseniz veya beyninizin içi bu sınıf tarafından fethedilmiş olan bir emekçi iseniz, bu insani değerlerin hiçbiri sizin için beş para etmez değerlerdir.  Örneğin dayanışmanın yerini yarışma ve rekabet almıştır. Özgürlük; bankadaki hesabınızla, satın alabilme, tüketme gücünüzle ölçülür. Paylaşabilmenin yerini bencillik, bireycilik, en az emekle en büyük vurgunu vurarak köşeyi dönmek, zayıfları ezip varlıklarına el koymak, kamunun mal varlığını yağmalamak, nüfuz ticaretiyle çabucak zengin olmak, korkunç bir kazanma ve biriktirme hırsı almıştır. Bu hırs; el konulacak miktar büyüdükçe bu sınıfın kendini darağacına götürecek cinayetler dahil, işlemeyecekleri hiçbir suç; din, ‘adalet(-sizlik)’ sistemi, ahlak dahil kullanmayacakları hiçbir değer yoktur.

Ortadoğu uzmanı ve emperyalist Batı’nın gözdesi ünlü bir tarihçinin şu anlama gelen bir sözü vardır: Batının ileri toplumlarında para piyasada kazanılır ve o parayla iktidar satın alınır; doğu toplumlarında ise her türlü araç kullanılarak önce iktidar ele geçirilir, sonra zengin olunur. Burjuvazinin günümüzdeki iktidarı AKP, iktidara işte böyle geldi veya getirildi, Bu iktidar döneminde TÜSİAD burjuvazisi –Erdoğan’ın bir öfke anında itiraf ettiği gibi- kârını on yılda beşe katladı, MÜSİAD burjuvazisi iyice palazlandı, iktidar gücünü arkasına alarak hızla yükselen yeni yeni İslamî holdingler türedi. Dışa vuran yolsuzluklarının soruşturmaları engellendi. Adeta fiili olarak “Ben kendi hırsızlarımı kimseye yedirmem.” denmek istendi. Bu konuları kurcalayan gazeteciler işsiz kaldılar, savcılar da görevden alındılar. Şu anda ortalığa dökülüp saçılan yolsuzluk, nüfuz ticareti, soygun, kara para aklama ve rüşvet… gibi çürümenin kimi bakanları ve çocuklarını da kapsayan çok büyük boyutlu suçlar karşısında da hükümetin yine böyle davranmayı seçeceği beklenir. Böyle alçaltıcı değer(-sizlikler)i “yükselen değerler” olarak sunan sistemin çürümesi de, hükümetleri de, bakanları da, bakanlarının çocukları da, bürokratları ve onca yıldır işbirliği yaptıkları suç ortakları cemaatleri de işte ancak böyle olur.

Gezi direnişlerinin her yanı saran kitlesel gücü, AKP iktidarının kibrini, her an ve mümkün olan her yerde özgüvenini, sömürü, talan ve zorbalıktaki dediğim dedikçi pervasızlığını Taksim’deki inşaat çukuruna gömünce iktidarın karşı taarruzu, yalanları, komplo teorileri pek de işe yaramadı. İktidar güç kaybetti ve inandırıcılığını yitirdi. Hükümet ile gizli iktidar ve suç ortakları birbirlerine düştüler. Öyle anlaşılıyor ki bu iki kanadın kendi kendileri hakkında söylediklerinin tümü yalan; birbirleri hakkında söylediklerinin tümü gerçek. Ve bu sayede bu sömürü düzeninin çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu ortalığa dökülüp saçılıyor. Bu suç ortaklarının ve iktidarın asıl sahibi olan tekelci burjuvazinin söylemediklerini ve hiçbir zaman açığa vuramayacakları gerçekleri de sınıflar analizi silahını ustaca kullanarak devrimcilerin, komünistlerin dupduru siyasal söylemleri ve eylemleriyle ortaya koymaları gerekmektedir.

Ancak ve ne yazık ki düşman sınıfın çeşitli fraksiyonları arasında baş gösteren bu iktidar ve çıkar kavgasından, bu siyasi çatlaklardan yararlanacak, sokakları dolduracak kitlelere önderlik yapacak, krizi bir siyasi ve toplumsal krize dönüştürecek ve bu bunalımı devrimle aşabilecek bir örgütlülükten yoksun durumdayız. Yine de bu ortam; böyle bir devrimci gücü şekillendirip yoğunlaştırmak, örgütlenmek ve cesaretle geleceğe yürümek için devrimcilere çok geniş olanaklar sunuyor. Yeter kikomünistler, sosyalistler; burjuvaziden ideolojik, örgütsel ve politik olarak tam kopuşu sağlayabilsinler, burjuva kanatlardan her hangi birine yedeklenmesinler ve düşman sınıfa tam karşıdan çok yönlü olarak cephe alsınlar. Tarih; hem sorunları, hem de onun çözümü için gerekli potansiyelleri ve olanakları aynı anda gündeme getirir. Yeter ki, devrimciler gerçekten devrimci olsunlar; yani devrimci akla, devrimci örgüte ve devrimci ataklık ve yaratıcılığa sahip her türlü olasılığa hazır olsunlar; her an ve mümkün olan her yerde, her fırsatta politika yaparak bilimsel sosyalizmi gerçek sahibiyle, yani proletaryayla -işçi hareketiyle- buluşturabilsinler.