Dipten Gelen Yeni Dalga – F. Demirci

Bursa’da, otomobil sektörünün en büyüklerinde başlayıp Ankara ve Eskişehir’e sıçrayan grev dalgası,  ücret iyileştirmelerini içerse de, esas olarak mevcut sendikal sisteme bir tepki olarak gelişti. 15-16 Haziran eylemi de benzer bir sendikal tepkiyle ortaya çıkmıştı. O zamanlarda işbirlikçi sendikalar sanki işçi sınıfının haklarını koruyormuş gibi tavırlarla burjuvazinin değirmenine su taşıyorlardı. Haziran’ da bıçak kemiğe dayanıp asıl gücün ellerinde olduğunu anlayan işçiler, fabrika işgalleriyle başlayıp tüm İstanbul ve Kocaeli’ de yaşamı durduracak kalkışmalar sergiledi. Sendikal eylem bir ayaklanmaya dönüştü. Kendiliğinden ayaklanma devrimci bilinç ve örgüt eksikliği yüzünden başarıya ulaşamadı. Ama o kadar görkemliydi ki, bugün bile burjuvazinin korkulu rüyası olmayı sürdürüyor. Elbette Bursa’da başlayan otomotiv grevi 15-16 Haziran’la kıyaslanamaz ancak yine de işçi sınıfı içinde, yeni bir kıpırdanmanın potansiyelini barındırdığı kesindir.

İşçi sınıfının üzerine bir karabasan gibi çullanan 12 Eylül, sadece bu grev ve direnişleri yürüten sendikaları kapatmakla kalmadı, sınıf sendikacılığının da kökünü kazıdı. Sınıf mücadelesindeki yetersizlikleri pratikte ispatlanan sendikaları tamamen kapatıp yerine ya sendikasız çalışmayı ya da göstermelik sendikaları koydu. Bu sendikalar bir nevi işveren taşeronu gibi çalıştı. Sendika yönetimleri de bu pastadan nasiplerini aldı. Böylece yarı patron bir sendikacılık oluştu. Öyle ki yalnızca ekonomik mücadeleyle yetinen sendikalar bile aranır hale geldi. Bırakın sosyal hakları, patronun verdiği ücreti bile çok gören ve bundan dolayı da “ülke menfaatlerini düşünen” kişiler kategorisine girip ödüllendirilenler bile oldu. Ama yine de bugünkü grevler, fiili olarak işçi sınıfının önceki eylemlerinin bir devamı olmasa da, geçmişteki mücadelelerden, DGM direnişlerinden, MESS grevlerinden koparılamaz. Maden-İş öncülüğünde yürütülen bu eylem ve grevler işçi sınıfı ne kadar gerilemiş olursa olsun toplumsal hafızadan silinemez.

İşçi sınıfı 12 Eylülle birlikte bir yandan sendikasızlaştırılırken bir yandan da devlet denetimindeki sendikaların cenderesine alındı. İşte bunlardan biri 12 Eylül öncesi ırkçı faaliyetler yürütmek için kurulan dar kapsamlı bir sendika olan Türk Metal Sendikasıdır.12 Eylül faşizmi ve devamındaki iktidarlar sayesinde palazlandırılıp büyütüldü. Küçük işletmelerde zaten sendikanın adından söz ettirilmezken, bu tür büyük işletmelerde özellikle işçiler bu sendikalara yönlendirildi. Başka sendika isteyen ve öneren işçiler ya işten atıldı, ya da dövülmelere varan saldırılara maruz bırakıldı. Öyle ki çeşitli adlar altında (prim v.b) işçilere farklı ücretler verilerek yan yana gelmeleri engellenen sistemler kuruldu. Aynı sektörde, aynı işi yapan işçiler farklı işkollarında çalışıyormuş gibi bölündüler ve ayrı toplu sözleşme düzenine tabi tutuldular. Bu sözleşmelerle işçilere bilinçli olarak farklı ücretler önerilip kabul ettirildi. Sosyal haklar yerine işe bağlılık söylemleriyle fazla çalışmanın erdemleri anlatıldı ve kabul ettirildi. Yasal izinler bile çeşitli gerekçelerle kullandırılmamaya çalışıldı. Haftalık çalışma saatleri uzatıldıkça uzatıldı ama bu ülkenin ali menfaatleri üzerine güzellemelerle bezeyerek yapıldı. Örneğin,.. Sanki aldıkları döviz işçinin cebine giriyormuş gibi ,“bilmem ne kadar ihracat yapıyoruz bu da ülkemize döviz sağlıyor” safsataları ile işçi sınıfı uyutuldu. İşçilerden “milliyetçilik gereği” uluslararası sermayeye karşı yerli sermayenin desteklenmesi istendi.

Şüphesiz otomotiv grevi bir anda ortaya çıkmadı. Farklı birimlerde çalışan işçilerin sözleşmelerinde saat başı 2 TL’lik fark elbette patlama noktasıdır ama asıl mesele yıllardır işçi sınıfına giydirilen deli gömleğinin yırtılmasıdır. Artık bıçak kemiğe tekrar dayanmıştır. Ya bıçağı bir sillede kapıp ele geçireceksiniz, ya da her kıpırdanışınızda bıçağı böğrünüzde hissedeceksiniz.. Durum bu mertebeye gelmiştir ve işçiler yine herkesi şaşırtan bir eyleme imza atmıştır. Bu direniş  işçi sınıfının doğrudan direnişidir. İşçi sınıfı Türk Metal’ e öfke duyarken diğer sendikaları da kabul etmemektedir. Bu zannedildiği gibi apolitik bir tavır değil, yeni bir durumdur. Kısacası herkes bundan sonrasının eskisi gibi olmayacağının farkına varmalıdır.

Bu bağlamda hükümetin ve devletin bakışı çok önemlidir. Ama onlar bu işin farkında bile değiller gibi davranıyorlar. Örneğin Hükümetten kem kümler dışında Ali Babacan’ dan zırva denilecek, ama tam da devletin iç yüzünü deşifre eden bir açıklama geldi. ”İdeolojiden arındırılmış iş gücü yaratmalıyız”. .Ne demek; Dünya görüşü olmayan işçi sınıfı olmalı. Yani ekonomik kazanımlar falan hikaye. Politikleşmenin önünü kesmemiz gerek. Ama artık böyle olması olası değil diyebileceğimiz günler geliyor sanırım.

Sendikaların bakışı da önemlidir ama onlarda işin nerelere vardığının fakında değiller. Kendilerini işçi sınıfı örgütü sayan sendikalar şaşkınlık içinde, “bunlar da nereden çıktı, biz ne güzel kavgalı kavgasız kongrelerimizi yapıyorduk, onları ne güzel de yönetiyorduk; dolayısıyla da yarı patron yaşayıp gidiyorduk” diyorlar. Anlamak istemiyorlar işçi sınıfının yakınında olanlara ihtiyacı olmadığını.. Yakınında değil, yanında olanlara ihtiyacı var. Fabrika içindeki örgütlenmelere ihtiyacı var işçilerin.. İşçiler fabrika içinden söz ve karar hakkına sahip olmak istiyor. İşbirlikçi sendika istemiyor işçi sınıfı.. Artık sendikalar kafalarını kumdan çıkarıp fabrika içlerine bakmak zorundadır. Artık sendikalar yalnızca pazarda domates satar gibi patronla ‘olmaz beş lira, hadi dörtte anlaşalım’ benzeri kısır sözleşmelere odaklanmamalıdır. Çünkü eğer sendikalar sınıf örgütüyse; işçi sınıfının ekonomik, politik, yaşamsal tüm gereksinimlerinin savunucusu olmak zorundadır..

İşçi sınıfı açısından çok önemlidir bu direnişler. Çünkü tabandan gelen özgüvenle, kendi örgütlerine de kafa tutarak gerçekleştirilmiştir bu eylemler. Artık tarihe bir not daha düşülüp gizemli bir sayfa daha açılmıştır. Anlaşma sağlansın sağlanmasın, şimdiden önemli bir yengi almıştır işçi sınıfı. Bundan sonra fabrika içlerinde kendi önderlerini oluşturacaktır  işçiler..

Burjuvazi açısından yenilgilere alışma zamanıdır artık. İtibarsızlaşmıştır yemleyip palazlandırdıkları çakma sendika ve sendikacılar.. Eskisi gibi olmayacaktır artık dikensiz gül bahçeleri…Yani bir araç ücreti ödeyip, bin araç imal ettiremeyecek sektör patronları bundan sonra ..Artık Bursa 15 Mayıs’ da başlayıp haftalar süren işçi direnişleriyle anılır olacak. Asıl önemlisi ise çağdaş köle düzeninden bir tuğla daha kopmuş olacak..

Sosyalistler, komünistler ise artık’ yine hazırlıksız yakalandık’ yakınmalarından vazgeçip işçi sınıfı ve örgütlüğü adına ne yaptığını, ne yapacağını düşünmeli en azından… Çünkü işçi sınıfının asıl sorunu politik örgütsüzlüğüdür. Kendine sosyalistim, komünistim diyenler tuzu kuru küçük burjuva siyasetleri örgütlemeyi bir yana bırakıp, işçi sınıfının örgütlenmesine omuz vermelidir. En önemlisi de komünistlerin birliği sağlanıp, işçi sınıfının politik örgütü olan Komünist Parti oluşturulmalıdır…