Darbeler, Ergenekon ve 12 Eylül – Mustafa Özkan

Şimdilerde sendika dernek gibi kitle örgütlerinde tartıştığımız konuların başında AKP ve onun mahkemelerinin yargıladığı darbeci generaller ve onların yardakçılarının mağduriyetleri geliyor. Bu tartışmalar  genellikle kendine “sosyalist”  diyen insanlar arasında geçiyor. Kim bu insanlar: Bunlar CHP ye sığınmış, 12 Eylül öncesi sosyalist siyasette kendine yer edinenler.  Sosyal demokrat edasıyla CHP’ye sığınanlara, Çağdaş Yaşam gibi çağdaşlığını giyime kuşama indirgeyen elit aydınların oluşturduğu derneklerde kümelenmiş eski ve yeni solcularımıza diyecek fazlaca bir sözümüz yok.  Sözümüz eskiden sosyalist siyasal arenada konumlanmış fakat şu anda kendilerini bağımsız sol ve sosyalistler olarak tanımlayan tek kişilik örgüt edasıyla ortalıkta dolaşanlara ve şu anda var olan çeşitli sosyalist kitle partilerine üye olmuş sözüm ona sosyalistlere.  Bu insanlar sorunun sistem sorunu olduğunu unuttuklarından, yalnızca AKP karşıtlığı üzerinden kendilerini konumlandırdıkları için bir çoğu darbe tezgahlarından geçmiş olmalarına karşın, darbecilikle suçlanan bazı zatların mağduriyetleriyle uğraşır durumdalar. Bir de bunu sosyalistlik yaftasıyla süsleyince insanın kanı donuyor.

Kendisi ve yoldaşları işkence tezgahlarından geçerken sanki hak ettim veya hak ettiniz edasıyla kenara çekilen bu insanlar, şimdilerde darbe yapan ve darbeye yardımcı olanların mağduriyetlerini anlatmak ve onları savunmak gibi ulvi bir görevi üstleniyorlar. Elbette biz komünistlere, sosyalistlere yapılanların milyonda biri onlara yapılmasa da, gece yarıları evlerin basılmasını, uzun tutukluluk sürelerini, fiziki olmasa da kötü muameleyi kabul edemeyiz. Bunlar insanlık suçu işleseler bile, kötü muamele kötü muameledir. Ama bilinmeli ki bugün yargılananlar, dünün işkence ve ölüm emirlerini verenler ya da uygulayanlardır ve hiçbiri işledikleri bu suçlardan ötürü yargılanmıyorlar.  Devletin bekasına sadık kalarak çektikleri cefayı sineye çekiyorlar.

Bu günlerde ünlü bir doktor özellikle ön plana çıkarılarak bunun da ne işi var bu organizasyonların içinde gibi söylemlerle karanlık güçler aklanmaya çalışılıyor. Bu adam Prof.DK. Haberal. Haberal her şeyden haberdar bir zattır. Belki de soyadı oralardan geliyor. Aslında 12 Eylül sonrası arşa kadar uzanan ulvi erdemlerini! saymakla bitmez,  ama bunun bir de 12 eylül öncesi darbeye yaptığı katkılar vardır ki onlar unutuldu sanılmaktadır. Örneğin:1975 yılında ODTÜ otobüsü faşistler tarafından taranıyor. Bu tarama sırasında Semih Erberk adlı bir Devrimci öğrenci yaralanıyor. Doktoru Meşhur Haberal’dır. Yaralı öğrenci o sıkıntılı ruh haliyle yaşam savaşımı verirken şeftali istiyor. Diğer hekimlerin karşı çıkmasına karşın saygıdeğer(!) Haberal tüm sevecenliğiyle birilerini gönderip o yılların Ankara’sında Şeftali buldurup Semih’e yediriyor. Oysa bilinir ki mide rahatsızlığı olan bir hastaya, hele ki kanamalıysa bırakın şeftaliyi, su bile içirilmez. Bundan sonra Semih daha çok rahatsızlanır ve bir dizi mide ameliyatı geçirdikten sonra 11 Şubat 1976 da yıldızlara uğurlanır. Şimdi biz sağ olsun Haberal, belki de çoğumuzun unuttuğu Semih’i bize hatırlattı; ondan Ergenekoncu olmaz mı diyeceğiz? Veyahut da bu adam insanlığı kurtarmak için özel hastaneler yaptırmış, bir dize ödüller mi almış diyeceğiz? Bilim insanı öğrendiklerini başkasının zararına kullanmama erdemi olanlardır. Dünya çapında ödüller almaya başladığınız o günlerde şeftalinin kanamalı hastaya iyi mi kötü mü geleceğini tahmin edememek olasılık dışı söylemiyle bile tarif edilemez.

Yine bu saygıdeğer, ülkemizin medarı iftarı(!) Haberal 1978 yılında Trabzon Ankara arasında karşımıza çıkar.26 Kasım 1978 yılında Trabzon Teknik üniversitesinde yönetici Dr. Necdet Bulut suikaste uğrar. Aracına onlarca mermi isabet eder. Oğlu ve eşi hafif, kendisi ağır yaralanır.(bu cinayet hala “faili meçhul”) Hemen hastaneye kaldırılır. Böbreğinin biri alınıp başarılı ameliyatlardan sonra durumu düzelir. Ama 28 Kasım sabahı ateşi yükselir. Ateşinin yükselme nedeni bağırsak delinmesi olasılığıdır. Trabzon’daki hastanenin tedavi için  yeterli olmadığı öne sürülüp çeşitli çevreler devreye sokularak yardım istenir. O gün THY’nin tarifeli uçağıyla ünlü Böbrek uzmanı Haberal iki hekimle birlikte Trabzon’a gelen ekibin en üst düzey “bilim insanıdır”!.. Ayrıca tüm tanıdıklar devreye girerek yaralıyı Ankara’ya taşımak için tam donanımlı askeri bir uçak da Trabzon’a gelir. Bu uçakla Ankara ‘ya gidilirken Necdet bulutun eşine sütlü kahve ısmarlanır. Eşi, Necdet’in de canı çeker diye geri çevirir. Fakat meşhur ekip “kontrolümüz altında, hiç sakıncası yok” diye Necdet Bulut’a da sütlü kahveyi verir. Kahveyi içtikten sonra hasta rahatsızlanır. Çünkü bilinir ki süt mikrop oluşmasına ve yayılmasına en rahat ortam sağlayan bir gıda maddesidir. Oysa bağırsağı yaralı olan bir hastaya su bile verilmeyeceğini sıradan tıp eğitimi gören bir öğrenci bile pekâla bilir. Nihayet 28 Kasım 1978 Saat 18 ‘de Esenboğa havalimanına inilir. Acil olarak özellikli uçaklarla Hacettepe’ye getirilen Necdet Bulut’a çeşitli bahanelerle bir türlü müdahale edilmez.29 Kasım saat 18 de nihayet ameliyata alınır ve ünlü Haberal’ımız yine dünyaca ünlü başarısını gösterir ve Necdet Bulut yıldızlara uçar. O yıllarda Sayın vekilimizin sekreteri kimdir biliyor musunuz: M.Ali Ağca’nın kız kardeşi. Yani adaşının bacısı. Ülkemizde ne kadar tesadüfler oluyormuş meğer şimdiki gibi. Bu zatlar içeride zevk-ü sefa içinde yatmayı kendilerine zül sayarken sanmayın ki suçsuz oldukları için kıyametler koparıyorlar. Bu zatlar ülkenin sahibi oldukları ve her haltı yemeyi suç saymadıkları için yaygaralar koparıyorlar. Bu zatlar hiç bir zaman kendilerine benzemeyeni bu ülkenin unsuru saymazlar. Bu zatlar ya sev ya terk et diyenlerdendir. Bazı aklı evvel “Vatan Millet Sakarya” diyenler de sanmasınlar ki bu zatlarla aynı gemideler. Onların bir bölümü biliyor aslında bunları. 12 Eylül’de işleri bitenlerin hiçte hoş karşılanmadıklarına tanık oldular çünkü. Onların savaşımı “Vatan Millet Sakarya”da değil aslında. Onların vatanı milleti Sakarya’sı kendi cüzdanları. Sağ olsun Haberal mı diyelim yine bizlere Nedet’i ve bunları anımsattığı için? Eğer vakit olur da vekilimiz olarak buralara yolu düşerse alanları doldurup alkışlayalım mı yani Cumhuriyet mitinglerinde olduğu gibi?

Bizler Veli Küçükleri unutabilir miyiz?!.. Çatlı’yla birlikte Giresun Eyribel’de, Burhan’ın şimdilerde virane olan şatosunda yaptıkları işkenceleri. Sakarya Düzce civarlarında değirmenlerde insan öğüttüklerini bizler unutamayız, Bizler Aladdin Çakıcı’lar kaçakken korumalar eşliğinde görkemli bir şekilde köyüne ulaşsın diye, o yörede hiç bir köyde doğru düzgün yol yokken, Trabzon’un küçük birimlerine kadar kimlerin asfaltlar döşettiğini biliriz. Ama yine bizler onlar gibi işkence yapanı kutsamayacağız  elbet. Avukatlarını tehdit etmeyeceğiz örneğin. Onların bile gözlerinin bağlı olarak ifade vermelerine gönlümüz razı olmamalı mutlaka…Ama, hiç bir şey çıkmayacağını bilsek de, emir verdikleri, işledikleri hiçbir cinayetten yargılanmamış olsalar da, bırakalım da hiç  değilse yargılansınlar. Bırakalım bizim için  kurdukları mahkemelerde kendileri de “yargılansınlar.”

Bugünlerde yeni bir darbe yargılamaları furyası başlatıldı 28 Şubatçılar tutuklanıyor. Ama ülkemizdeki darbelerin yanında 28 Şubat da hiç bir şey değil. Bizler buna karşın 28 Şubatlara karşı çıkarken, bu günün yargıçları bizlerle dalga geçiyordu. Ama yönetime gelince mezardakileri bile dışarı çıkarmaya çalıştılar. İyi hoş da, bu ülkede darbelerin en babası olan 12 Eylül’le hesaplaşmak 2 generale yıkılmaya çalışılıyor. Gerçi öyle de olmak zorunda. Çünkü 12 Eylül darbesi bunların hepsinin babası.12 Eylül darbesi olmasaydı bu fütursuz sömürü inşa edilebilir miydi?.. Bunlar 12 Eylül’ün ürünü oldukları için 12 Eylül’ü iki ahı gitmiş vahı kalmış paşalara yıkmaya çalışıyorlar. İnanın o paşalar zamanında akıl edip, bir hacca gidip, namaza başlayıp, sakal bırakıverselerdi şimdi el üstünde tutulurlardı.. Aslında 28 Şubatları yargılamaya da güçleri yetmez. Ama bunlar 12 Eylülcülere bizim çocuklar diyenlerin üvey çocukları sanırım. Üvey çocuklar da çektikleri sava’larla yetinsinler bir süre.

Kısacası biz halimize yanalım, onları savunmak bizlere düşmez. Onları kimse merak etmesin. Çünkü yazı da onların, tura da. Ancak dik gelirse kura bizim. Kısacası dik ve meşakkatli bir savaşım bizim savaşımımız. Elbette sistem içi gelişmeleri takip edip taraf olacağız ama bizim asıl sorunumuz bu kahrolası sistemle. Paşa Paşa yargılansınlar. Kendi sınıfsal ve örgütsel güçlüğümüzü oluşturamadığımız sürece taraf olmamız bizim tarafımızda olmayanların tarafında olmaktan başka bir anlam taşımıyor.