Demokrasi Komedisi

AKP hükümeti, haftalardır propagandasını yaptığı, allayıp pulladığı demokrasi paketini kamuoyuna açıkladı. Beklentilerin aksine hükümet, Ülkenin demokratikleşmesi ve Kürt meselesinin çözümüne ilişkin “demokratikleşme sürecini” geliştirecek adımlar atmak yerine, “yasak” kavramı içerisinde yer almasına karşın, artık hiç bir etkisi kalmamış, yani fiilen yasak olmaktan çoktan çıkmış olan ve kitlelerin gündelik yaşamında etkisini hiç bir biçimde hissetmediği, bundan sonra da hissetmeyeceği adımları atmış  oldu.

Hegel’in Hukuk felsefesine girişte yazmış olduğu gibi, “ ‘Minerva’nın baykuşu akşam karanlığı çökünce kanatlarını çırpıyor.”  benzeri  bir durum tekrarlanmış oldu. ‘Demokratikleşme Paketi’ ortaya çıkmadan önce zaten devrimci eylem ve Kürt özgürlük mücadelesi, yasakları delik deşik etmişti;  şimdi hükümet güya bu artık anlamsızlaşmış ve hiç bir özelliği kalmamış kimi yasakları kaldırmış oldu. AKP hükümeti, fiilen ortadan kalkmış bu sözde ‘yasaklar’ı ortadan kaldırma kararını “Demokratikleşme Paketi” olarak topluma yutturmaya çalışsa da, dağın bir fare bile doğurmadığı gerçeğini “Bu bir başlangıç, demokratikleşme süreci ve paketleri devam edecek.”  yalancı çoban yaveleriyle hafifletmeye çalışsa da,  kimi solcu ve liberaller, paketten ‘sürprizler’ bekledikleri için düş kırıklığına uğrayan ve bunu “Yetmez ama, bu bir başlangıç.” diyerek hafifletmeye çalışsalar da bu paket, göz boyamaya yönelik ve içi boş bir AKP seçim paketidir.

AKP hükümeti, bu sözde demokrasi paketiyle, Kürt meselesinin çözümüne yönelik ya da toplumun şiddetle ihtiyaç duyduğu temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi bağlamında attığı dişe dokunur hiçbir adım yoktur. Ülkede on bine yakın Kürt politikacının, binlerce öğrencinin, onlarca gazetecinin hapishaneleri doldurduğu;  haksız tutuklamaların halen  devam ettiği, hasta tutuklu ve mahkûmların  ölüme terk edildiği, basın özgürlüğünün iktidar borazanlığı olarak anlaşıldığı, örgütlenme ve propaganda özgürlüğünü genişletmek bir yana  her demokratik kurumun şer odağı sayıldığı, devlet şiddetinin olağanlaştığı ve şu günlerde mahkeme kararı olmadan  polise göz altına alma yetkisinin verilmek istendiği  bir süreçte açıklanan pakete “demokratikleşme paketi” adını vermek herhalde bizim ülkeye has bir garabet olsa gerek.

Kapitalist sistemde ekonomi ya da üretim ilişkileri her zaman belirleyicidir. Alt yapının bu belirleyiciliği, toplumsal yapının yeniden üretilmesinde belirleyici önemdedir. Kapitalist sistem kendini ekonomik, politik ve ideolojik düzeylerde yeniden üretirken burjuva sınıfını demokrasi çerçevesinde bir araya getirmiş ya da bir sınıf duyarlılığı ile harekete geçirmiş olmaktadır. Kapitalist demokrasi ya da Lenin deyimiyle Burjuva diktatörlüğü, kapitalist üretim biçiminin bir dolayımından başka bir şey değildir.

Bun dolayı egemen sınıf açısından demokrasi, kendi iktidarının en az sorunla sürmesi için gerekli kurumların varlığının devamı için yenilenmesi sürecidir. Hukuk denilen olgu ise en başta burjuva diktatörlüğünün kabulünü var sayar. Demokrasi kavramının toplumsal yapıda insan hak ve özgürlüklerini güvenceye alıyormuş gibi görünmesi, sınıf mücadelesinin bir sonucudur ve ancak sınıf mücadelesinin bir an’ı olarak demokrasinin varlığını ortaya koyabilir.

Demokrasi kavramı, sınıflardan bağımsız, evrensel bir kavram değildir. Herkes için geçerli bir demokrasi kavramı yoktur. Demokratik mücadele ya da demokratik hak ve özgürlükler için mücadele, sınıf mücadelesi ekseninde ele alınmadıkça bu mücadelenin talepleri, hükümetlerden bir beklentiye dönüşür ve süreç hayal kırıklıklarına gebe bir süreci başlatır.

Emekçi sınıfların mücadelesinin yükselmesi ile beraber demokratik adımların gerçekleşeceği düşüncesi, sosyalistlerin, komünistlerin ve özgürlük hareketinin bir düsturu haline gelirse hayal kırıklıklarından azade gerçek bir mücadele düzeyine yükselir.

Şu çok iyi bilinir ki burjuvazinin demokratlığı, iktidarı ele gelinceye kadardır ve bu da en az 200 yıl gerilerde kalmıştır. Hele Burjuvazi, 19. Yüzyılın sonunda tekelci bir niteliğe yükselince burjuva devleti de en kanlı, en saldırgan, en gerici bir güç olmuştur. Çünkü tekelleşen kapitalizm ve tekelci burjuvazi, siyasi planda en aşırı siyasi gericiliğe tekabül eder. Özellikle bu evreden sonra insanlığın özlemini çektiği tüm temel hak ve özgürlüklerin taşıyışı, bu değerler uğruna savaşan tüm demokrasi güçlerinin öncüsü işçi sınıfı olmuştur. Sınıf körlüğü çekmeyen, sınıf pusulasını elinden düşürmeyen hiçbir güç gerici burjuva iktidarından temel hak ve özgürlüklerini bir kırıntısını bile beklemez ve o nedenle de burjuvazinin bir meta reklamını yapar gibi pazarladığı hiçbir ‘demokrasi paketi’ onları ne heyecanlandırır, ne oyalar, ne de düş kırıklığına uğratır. Bu tuzağa düşenler, yalnızca ‘sol’ etiketini pek seven burjuva liberalleri ile Kürt özgürlük hareketinin devrimci çizgisini baskılamaya çalışan işbirlikçi Kürt burjuvazisidir.

O nedenle de komünist hareket ve devrimci demokrasi şunu çok iyi bilir ki; bütün temel haklar ve özgürlükleri elde etmek, kan can pahasına kazanılmış hakları elde tutmak, onları genişletmek ve bu mücadeleyi devrim mücadelesine bağlamak için dişe diş ve kesintisiz, gittikçe kitleselleşerek bir örgütlü bir halk hareketi niteliği kazanan bir mücadele vermek gerekmektedir ve gerekecektir. Hiçbir burjuva iktidarlarından temel hak ve özgürlüklerin en küçük bir kırıntısını bile kendi gönlüyle vermek istemez; o yalnızca tanımak, kabullenmek zorunda bırakılır, buna mecbur edilir.

Söz konuş “Demokrasi Paketi”ne yakından bakmaya çalışalım:

Hükümet; bu adımı atmış ve bu günkü noktaya gelmiştir; çünkü Kürt özgürlük hareketinin yürüttüğü mücadelenin ulaştığı boyutu dikkate almak zorunda kalmış, adımlar atmak zorunda kalmıştır. Ne var ki bu mücadelenin kalıcı demokratik hedeflere ulaşabilmesi, sınıf mücadelesinin performansına bağlıdır. İşte bu nedenledir ki, düşman sınıfın gerici iktidarından yeni ‘demokrasi’  paketler beklemek yerine, mücadeleyi yükseltmek hedefini önümüze koymamız gerekir.

KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Cemil Bayık,  paketin kendilerini ilgilendirmediğini belirterek paketin süreci sabote etmeye yönelik olarak gündeme getirilmesini eleştirdi. Ayrıca “Kürtçenin kamu yaşamında kullanım değeri olmadığından daha baştan yaşamsal ve işlevsel olmayan bir özel okul eğitimi olarak kalacak” şeklindeki belirlemesi önemli bir saptama olmakla beraber bir eksikliği de içermektedir.

Hükümet, özel okullarda Kürtçe’nin okutulmasının önünü açmakla demokratik bir adım attığını iddia etse de Kürt dilini parasallaştırarak, ticari bir meta haline getirmeye çalışmaktadır. Ayrıca burjuvazinin Kuzey Irak ile ilgili ekonomik ilhak politikasının devamı olarak düşünmek pek de yanlış değildir. Diğer yandan ise egemen sınıf olarak Kürtçe öğrenimini sadece burjuvazinin hizmetine açarak, demokrasisinin, burjuvazi için demokrasi olduğunu bir kez daha belgelemiş olmaktadır. Ayrıca dilin bu şekilde kullanımı, kitlelerin asimilasyonuna hizmet etmeye devam eden politikaların daha da derlenmiş toplanmış bir halini oluşturmaktadır. Çünkü yapılmak istenen uygulama, eğitim kurumları aracılığıyla bu güne değin gelen asimilasyonun etkilerini modernleşme ve akla uydurma gibi yöntemlerle devam ettirilmesi sürecidir.

Oysa olması gereken; Kürt çocuklarına kendi anadillerini onlara sanki bir yabancı dili öğretir gibi özel okullar da üstelik paralı olarak öğretmeye yeltenmek değil; Türkler Türkçeyle ne yapıyorlarsa, bir ulus olarak, Anadolu’nun kadim bir halkı olarak Kürtlerin de Kürtçeyle aynı şeyleri yapabilmelerdir: Kürtçenin parasız eğitim, öğretim ve yazı dili, bilim, edebiyat ve şiir dili, günlük yaşamda ve kamu kurumlarında   iletişim dili, grameri, sözlüğü yazılan, bilimsel olarak incelenen bir kültür dili olmasıdır. Çünkü dilbilimin temel bir yasasıdır: İnsan en iyi kendi anadiliyle düşünür, öğrenir ve anlar. En başta kendi anadilini ne denli iyi öğrenirse, bir başka dili –örneğin bir yabancı dil olarak Türkçeyi- veya dilleri o denli iyi öğrenir.

Üstelik bir ulusa, bir halka kendi anadilini bir eğitim, öğretim, bilim ve yönetim dili olarak tanımak veya tanımamak –Tıpkı Alevilerin ibadethanesinin neresi olduğunu belirlemeye kalkmak gibi- hiç kimsenin hakkı değildir, haddine düşmez. Bu haddini bilmeyenlere karşı verilen mücadele ise son derece haklı bir var oluş mücadelesidir.

Hükümet, yerleşim yerleri isimlerinin geri verileceği iddiası ile de gülünç olmaktadır. Zaten bölgede kimse yasal mevzuata ait uyduruk isimleri kullanmamaktadır.

Yine nefret suçları meselesi, çağdaşlık, modernlik adı altında sunulmuş olsa da bu silah sola karşı sosyalistlere karşı kullanılmaya çalışılacak ve bir tür kriminalize etme vakası gibi işleyebilecektir.

Demokrasi şampiyonu hükümet toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununa ek olarak en büyük mülki-amire yasaklama hakkı vermesiyle aslında demokratik bir hakkı geri çekmektedir. Bu kısmın gözden kaçırılarak gündeme getirilmemiş olması ayrıca düşündürücüdür.

Seçim sistemi meselesi ise hükümetin elinde bir şantaj aracı olmaya devam ederek dar bölge seçim sistemi gibi önerilerle allanıp pullanmaya çalışılmaktadır. Burjuva basına göre bu sistemde BDP yine 30-35 milletvekili çıkartabilir, denilirken insanın aklına şu sorular hemen geliveriyor: BDP zaten bu sayıda milletvekilini bir biçimde çıkartıyor; yenilik nerede, demokrasi nerede?

Ülkede burjuva anlamda bir demokratikleşme bile, TMY ve TCK nin değişmesi ile mümkünken bu yasalara dokunmadan atılan adımlar, ülke halklarının ihtiyaçlarını karşılamaktan uzaktır. Sonuç olarak “demokratikleşme paketi” olarak adlandırılan bu bilmem kaçıncı paket,  hükümetin seçim yatırımıdır. Bundan başka da bir işe yarayacak gibi gözükmemektedir.  İşçi sınıfı ile Kürt halkının birliği, bu oyunu bozacak yegâne güçtür.