Kapitalist dünyada birbirini besleyip büyüten kriz ve rekabet, derinleşip keskinleşiyor. Değişen güç dengeleri altında, dünyanın emperyalist devletler arasında egemenlik ve pazar alanı olarak yeniden paylaşımı, uzlaşma ve diplomasiyle çözülemeyecek bir noktaya doğru ilerliyor. Bu süreç hangi ülkenin hangi emperyalist devletin denetimine gireceğinin kesinleşmesine kadar sürecektir. Çünkü kapitalizm koşullarında bozulan dengenin nihai olarak yeniden kuruluşunun ekonomide bunalımdan ve siyasette savaştan başka yolu yoktur.
Savaş tehdidi, güç dengeleri değiştikçe, ABD’nin sistem içindeki hegemonik üstünlüğü zayıfladıkça daha da büyüyor. ABD hegemonyasındaki güç kaybını ittifaklarını yenileyerek, siyasal olarak denetlediği devletleri savaşa sürerek gidermeye çabalıyor. Türkiye bu çerçevede Libya’dan sonra Suriye’nin işgalinde de aktif bir rol üstleniyor.
Türkiye’nin Suriye işgalinde üstlendiği aktif rolü sadece emperyalist bağımlılık çerçevesinde görmek son derece tek yanlı ve yüzeysel bir değerlendirme olur. Türkiye’yi Suriye işgalinde gönüllü ve önemli bir figür haline getiren asıl etken, kendi iç sorunudur, Kürt sorunudur. Burjuvazi uzun yıllardan beri “açılım” adı altında oyalama, ya da savaş, hangi yöntemi denediyse Kürt Özgürlük Mücadelesini etkisizleştiremedi; tersine Kürt Özgürlük Mücadelesi daha da güçlendi. Bu koşullarda Türkiye Suriye’nin işgaline savaşı yeni bir Kürt soykırımına dönüştürmenin aracı olarak sarıldı
ABD’nin bölge ülkeleri arasında bir işbölümüne dayandırarak yürüttüğü işgal hareketinde; Katar ve S.Arabistan işgalin finansal yönünü, İsrail operasyon organizatörlüğünü, Türkiye ise ana karargah görevini üstlendi. Bu işbölümü çerçevesinde Türkiye bir yandan emperyalizmin paralı askerlerini ülkede eğitip silahlandırırken, öte yandan Kürt Ulusal hareketine karşı iç savaş hazırlıklarını aralıksız olarak sürdürdü. Kürt Özgürlük Hareketi ve Kürt ulusal birliğini hedef alan bu saldırıda, operasyonlar, tutuklamalar, yasaklamalar birbirini izledi: KCK operasyonu adı altında onbinlere varan Kürt siyasetçisi tutuklandı, halk bombalandı, Newroz etkinlikleri, arkasından 14 Temmuz mitingi yasaklandı. Kürt ulusal birliği, …………ve Leyla Zana’nın açıklamalarıyla, Barzani’nın girişimleriyle dinamitlenmeye çalışıldı. Bütün bunlar Suriye işgalini yeni bir Kürt soykırımına dönüştürmenin adımlarıydı. Ancak işgal hareketinin uluslararası güç dengelerine takılması, Rusya ve Çin’in işgale karşı tavır almaları sonucu ABD’nin işgali şimdilikte olsa ertelemek zorunda kalması, Türk burjuvasının planlarını çıkmaza soktu. Burjuvazi bu çıkmazı provokasyonla aşmayı denedi. Burjuvazinin Kürt Özgürlük Hareketini etkisizleştirmek için savaşa ihtiyacı vardı, İsrail’in ise Suriye’nin savaş gücünü, hava savunma sistemini test etmesi gerekiyordu. Provokasyon Türk- İsrail ortak yapımı olarak düzenlendi ve Türk uçağının düşürülmesiyle sonuçlandı. Uçağının düşürülmesine karşın “Stratejik müttefik”lerini hemen acil işgale “ikna” edemeyen Türkiye, içine düştüğü politik çıkmazı aşmaya çalışırken, daha büyük bir çıkmazın içine yuvarlandı.
Başarısız provokasyon, son üç ayda, eşgüdümlü bir saldırı için, ağır silahlarla (tank ve topla) donatılarak genel bir saldırıya hazır hale getirilen paralı askerlerin (“Özgür Suriye Ordusu”) saldırısını da etkisizleştirdi. Başarısız provokasyon, sadece Esad’ın konumunu güçlendirmekle kalmadı, Türkiye açısından hiçte hesapta olmayan bir başka gelişmeye de yol açtı. Esad’ın Türkiye’nin yeni provokasyonlarına meydan vermemek ve ağır silahlarla silahlandırılan muhalefetin saldırıları göğüslemek için askerlerini Türkiye sınırından çekmek zorunda kalması, sınır hattında özerk bir Kürdistan’ın ilk adımlarının atılmasına yol açtı. Türkiye’nin içine düştüğü politika çıkmazı büyürken PYD öncülüğünde Kürt Özgürlük hareketi yeni bir mevzi daha kazandı.
Burjuvazinin hem Suriye serüvenin başarısızlığa uğraması ve hem de Kürt halkını baskı ve zorbalıkla sindirme, Kürt ulusal birliğini içten yıkma girişiminin başarısızlığa uğraması, devletin geri adım atacağı anlamına gelmiyor. Tersine burjuvazi daha da saldırganlaşacak, içte ve bölgede yeni provokasyonlar peşinden koşacaktır. Son dönemde, ABD Türkiye ve İsrail arasındaki görüşme trafiğinin olağanüstü ölçülere varması, İsrail’in Suriye’ girebileceğini ilan etmesi ve ordunun Kürt Özgürlük Hareketine karşı kapsamlı bir saldırıyı başlatması, önümüzdeki dönemin kıyasıya bir mücadele dönemi olacağına işaret ediyor.
Ortadoğu istikrarsız dünyanın en istikrarsız bölgesi olma özelliğini sürdürüyor. Emperyalist güç denemelerinin ve çatışmaların sürdüğü bu bölgede siyaset, ne burjuvazi ne de proletarya açısından olağan yöntemlerle yürütülemez. Kulağa ne kadar hoş gelse de bu bölgede, barış talebi, “demokratik anayasa” talebi işçi sınıfını, halkı aldatmaktan öteye geçemez. Aydın kimliği, burjuvazinin gazabından korunmayı garantileyen arkası boş reformcu talepleri ardı ardına sıralamak, imza kampanyaları ve istifa çağrılarıyla korunamaz. Çünkü arkasında güçlü ve örgütlü bir kitle desteği olmadan yapılan bu çağrılar, katılanların vicdanlarını rahatlatmanın ötesinde hiç bir işe yaramaz.
Risklerin ve olanakların kesiştiği, iç içe geçtiği bu coğrafyada, riski göze almadan bırakalım devrimciliği, aydın bile olunamaz ve bir adım bile yol alınamaz. Riski olanak haline getirecek olan ise, örgüttür, örgütlü eylemdir. Bu alanda sınıf mücadelesi tarihinden, Bolşeviklerden ve Kürt Özgürlük Hareketinin mücadelesinden öğrenilecek çok şey vardır.