Yeni Gelişmeler

SÖZ VE EYLEM, yayın hayatına başladığından bu yana, devletin bölgede bir emperyalist müdahale ve olası bir iç savaşa göre yeniden yapılandırıldığının üzerinde duruyor ve süreç bu tespiti doğruluyor.

Son dönemde Türkiye’de -biri iç, öteki dış olmak üzere- iki önemli gelişme yaşandı:

Birincisi; devletin gündeminden hiç düşmeyen, Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye planı, Oslo görüşmelerinin ortalığa saçılmasıyla biçim değiştirdi.  Oslo sıradan bir kent değil, Avrupa’da devrimci hareketlerin tasfiyesinde kullanılan bir karşı -devrim karargâhı. Hatırlanacaktır, Emperyalistler, Filistin Kurtuluş Örgütünün tasfiyesini orada karara bağlamışlardı. Oslo’da başlatılan görüşmelerin ardından bugün FKÖ canlı bir kadavraya dönüştürüldü. Ancak bu kez plan emperyalistlerin istediği gibi işlemedi. Sadece karşı-devrim değil, devrim de tarihten öğreniyor.

Oslo görüşmelerinin ortalığa saçılmasının ardından, devlet  “barışcıl” yoldan yapamadığını yeniden inkâr ve imha politikasına dönerek yapmayı denedi. Bir yandan tarikatlar, sivil toplum örgütleri devreye sokuldu, Avrupa’ya göç etmiş eskimiş “eski tüfekler” geri çağrıldı; öte yandan, operasyonlar ve yığınsal tutuklamalar birbirini izledi, saldırılar, Uludere’de 34 Kürdün katledilmesiyle en tepe noktaya vardırıldı. Belki de devletin hesabı, bu katliamla Kürt halkını erken bir başkaldırıya zorlamaktı, tutmadı.

Kürt Özgürlük Hareketi, tasfiyeyi amaçlayan bu girişimi de boşa çıkartırken, devleti de yeni bir kaosun içine soktu. Suçüstü yakalanmanın telaşıyla devletin baskı aygıtları, iktidar, MİT, Ordu ve Polis, katliamın sorumluluğunu birbirlerine atma yarışına girdi.

İkinci gelişme ise Suriye’de yaşandı. Emperyalist paylaşım, uzun bir dönemden beri, Balkanlardan Afrika, Ortadoğu ve Kafkaslara doğru keskinleşerek yayılıyor. Önce Libya, şimdi Suriye, sırada Lübnan ve İran var. Bu kadarla da kalınmayacağı kesin.

Türkiye Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun paylaşılmasında ABD-İngiltere cephesinde önemli roller üstlendi; üstlenmeye de devam ediyor. Türkiye’nin, üstlendiği bu rolü “Yeni Osmanlıcılık” adı altında kendi politikasıymış gibi sunma çabası, gerçeklerin duvarında dağılıyor. Bir süreden beri iktidarın “komşularla sıfır sorun” politikasının şifreleri çözülüyor. “Sıfır sorun” politikasının gerçekte, ABD’nin operasyonel  gücünün olmadığı ülkelerde, ABD adına “Truva atı” görevi olduğu, Libya’dan sonra Suriye’de de netleşti.

İşgale BM şemsiyesi giydiremeyen ABD’nin, Suriye’nin işgalinin Libya’daki kadar kolay olmayacağının anlaması, Türkiye’nin üstleneceği rolün önemini daha da artırdı. Medyada çarşaf, çarşaf yer aldı. Türkiye bir yandan, Suriyeli muhaliflere ev sahipliği yaparak, onları eğitip silahlandırırken; öte yandan, Suriye içinde doğrudan operasyonlar yürüttü. MİT’in birçok elemanının Suriye’de tutuklandığı, tutuklananların Türkiye’deki Suriyeli muhaliflerle değiş-tokuş edildiği medyada yer aldı.

Medya “büyük bir sorumluluk örneği göstererek” her iki gelişmeyi de iktidar içi “çatışma”, (cemaat- iktidar çatışması) olarak verdi; çünkü devlet öyle istedi. Başka türlüsü devletin aczinin kanıtı olurdu. Böylece devlet hem içte ve hem de dışta düştüğü zor durumu örtmeye çalıştı. ABD, Suriye’deki başarısızlığı sessizce geçiştirmedi; cemaati kullanarak iktidar üzerindeki baskısını artırdı. Cemaat ese bu fırsattan devletteki konumunu güçlendirmek için yararlandı. Davutoğlu önce ABD’ye oradan da “kovboyun avadanıyla” birlikte Suriye’nin “dostları”  toplantısına katılarak görevini sürdürdü.

İktidar hemen hiçbir konuda politika üretemiyor, sürekli güç kaybediyor, güç kaybettikçe de saldırganlaşıyor. Hem dünyadaki, hem de Türkiye’deki gelişmeler ise sınıf mücadelesinin, son sözün işçi sınıfının bilinç ve örgütlülüğüne bağlı olduğu, sert bir döneme girdiğine işaret ediyor.