2. Konferans Üzerine

Bundan bir yıl önce, Ocak 2011’de İzmir’de düzenlediğimiz 1. Konferans’la devrimci yürüyüşünü başlattık 1.Konferans kendini, tartışıp kabul ettiği dört ana metinle ifade etti. Komünistlerin İvedi Görevi metni, hem grubumuzun önündeki temel hedefi ve hem de bu hedef etrafında örgütsel birliğin üzerinde yükseleceği ideolojik birliğin ana hatlarını belirledi. Ulusal Sorun metni, bugün Türkiye’nin en önemli siyasal sorunu olan Kürt Özgürlük Mücadelesine ilişkin grubumuzun yaklaşımını ve net tavrını ortaya koydu. Kadın sorunu ve ekolojiye ilişkin diğer iki metin ise, son dönemde artan bir toplumsal duyarlılıkla birlikte, sınıf mücadelesinden kopartılarak ele alınan bu iki alanda grubumuzun yaklaşımını netleştirdi. Ekoloji metni ayrıca, işçi sınıfının hegemonyası sorununa yeni bir perspektif sağladı. Ekoloji mücadelesini işçi sınıfı ile emekçi köylülük arasındaki ittifak sorununa bağladı.

Geçen Konferans’tan bu yana, Konferans’ın önümüze koyduğu işçi sınıfının enternasyonalist Komünist partisinin inşa görevini kendi iç örgütlenmemizi geliştirerek ve bu çabayı, Komünistlerin birliğini sağlama hedefiyle birleştirerek yürütmeye çalıştık.

İşe başlarken, işimizin hiç de kolay olmadığını biliyorduk. Karşılaştığımız ve karşılaşacağımız zorlukların önemli bir kısmı sınıf hareketinin bugün içinde bulunduğu örgütsel dağınıklık ve ideolojik savrulmaya ilişkindir. Sosyalist hareket uzun bir süreden beri bir yandan kendi içinde dağınıklığı ve savrulmayı yaşarken, öte yandan, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden koparak kendi dar mekanlarına çekildi. Bu mekanlarda Marksizm’i geliştirme adına dağınıklığın ve savrulmanın teorileri üretildi. Her yenilgi döneminin temel karakteristiği olan devrimci araçların sorgulanması, örgütü kölelik disiplini, pranga olarak gören aydın anlayışın yaygınlaşması, devrimci hedefin geri çekilmesi, asgari olanda tutunma vb. eskimiş düşüncelere geri dönüş sosyalist harekete egemen oldu.

90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin çözülmesi bu süreci daha da derinleştirdi. Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile uluslararası bir karakter kazanan yenilginin faturası sosyalizmin tarihsel süreçteki reel varlığına, onun aracılığıyla Marksizm – Leninizm’e kesildi. Marksist teori, bütünlüğü bozularak didik didik edildi. Tıpkı 1870’lerde, 1900’lerin başındaki gibi Marksizm’in eleştirisi moda haline geldi.

Nasıl bir sosyalizm sorusu etrafında yürütülen tartışma sınıf mücadelesinden kopuk, soyut bir gelecek tartışmasına indirgendi. Marksizm’in somut durumun somut tahlili ilkesi bir yana atılınca, gelecek tartışması da bugüne egemen oldu. Sınıf mücadelesinin bugünden geleceğe uzanan kurgusu bozuldu. Bugünün, geleceği ancak genel hatlar ve temel ilkeler üzerinden yakalayabileceği, geleceğin sorunlarının ancak geleceğin somut pratiği içinde ele alınabileceği, kendi çözümünün koşullarını kendi içinde taşımayan hiçbir sorunun salt teorik yaklaşımla çözülemeyeceği gerçeği atlandı.

Olumsuzluklar sadece teorik alanla sınırlı kalmadı. 1990’lı yıllardan bu yana her toplanma ve birlik girişiminin yeni bir likidasyonla sonuçlanması ve bunun yarattığı umutsuzluk ve güvensizlik, eski kadronun yetmezliğini büyütürken, hareketin gençleşmesini, genç kadroların harekete katılımını da engelledi. Bütün bu teorik – politik kargaşaya bir de mücadeleden kaçışın en pasif biçimi olan nostalji illeti ve yeni dönemi kavramakta zorlanan eski kadro niteliğinin yetmezliği eklenince, mücadelenin önündeki zorluklar daha da büyüdü. Sosyalist hareket, kendi gelişiminin engeline dönüştü.

Önümüze koyduğumuz görevin zorluğu ve çapıyla karşılaştırıldığında, güçlerin ve birikimin yetersiz olduğunu söylemeye bile gerek yok.  Başlangıçta sağladığımız birliğin mevcut kadro niteliğinin ve kadronun mevcut konumlanışının ne bizim için ve ne de bizi uzaktan izleyenler için yetmezliği bir sır değildi. Belki de bu yüzden hep yüz birinci olmak eleştirisine maruz kaldık. Bu eleştiriye bugün verebileceğimiz cevap ancak şu olabilir: yüz birinci olmaktan çıkmak için, yüz birinci olmayı göze almak gerekiyordu. Biz tam da bunu yaptık.

Eksik ve zaaflarımıza karşı Lenin’in, “ işe başlamak için mükemmel koşulları bekleyen devrimciler, en kötü devrimcilerdir” öğüdünden esinlenerek yola çıktık. Sınıf savaşımı hiçbir durumda güçlerin olgunlaşmasını beklemiyor. Sorun, koşulların olumsuzluğuna ve yetmezliklere rağmen, yeterliliğe ancak savaşın içinde ulaşılabileceğini bilerek, süren yaşama müdahale etmek, işe koyulmaktadır. Yaşamda ve sınıf mücadelesinde öyle anlar vardır ki, başlamak yarı yarıya kazanmaktır. Yeniden toparlanma ve örgütlenme aşamasındaki Komünist hareket için bugünün böyle bir anlamı vardır.

Şimdi geçen bir yılı değerlendirdiğimizde, yapamadıklarımız ve yaptıklarımıza baktığımızda, hedefimizin ve hareket tarzımızın doğru olduğundan kuşku duymuyoruz. Bu bir yıl içinde, yapamadıklarımızı ancak mücadele içinde yoğrularak yapar hale geleceğimize olan güvenimiz daha da pekişti. Yeter ki biz bu yolun gerektirdiği bilince, kararlılığa, özveriye, inada ve sabırla sahip olalım.

Geride bıraktığımız bir yıl, örgütsel alandaki başarısızlığımıza rağmen, iki açıdan başarılıdır ve ümit vericidir. Birincisi, 2. Konferans’tan siyasal birliğimizi pekiştirerek çıktık. Konferansın onayladığı birçok karar metniyle, ideolojik ve örgütsel birliğimizin üzerine yükseleceği programatik temelleri oluşturmada önemli bir yol kat ettik. Şimdi, önümüzde onayladığımız bu karar metinlerini ideolojik ve örgütsel birliğimizi pekiştirmek için, ayrıntılandırmak ve içselleştirmek duruyor.

Bu alanda hâlâ eksiklerimiz var; en önemli eksiklerimizden biri, dünya Komünist hareketinin tarihinin incelenmesidir. Dünya Komünist hareketi ve III. Enternasyonal tarihinin incelenmesi bizim için önemlidir. Bu tarihin incelenmesi aynı zamanda Marksist teorinin arılığı için yürüttüğümüz mücadelenin önemli bir parçasıdır. Geçtiğimiz bir yıl içinde bu konuda bazı adımlar attık, ama bunlar yeterli değildir. Soruna daha nesnel, daha bütünlüklü bir yaklaşım gerekiyor. Bu çalışma aynı zamanda Türkiye Komünist hareketinin incelenmesiyle birleştirilmelidir.

Tarihimize yaklaşırken, bize dayatılan tarihi kişiler ve kişilikler üzerinden açıklama tarzındaki burjuva çerçeveyi olduğu kadar, tarihimize nostaljik bir bağlılığı, eksik ve hatalarımızı burjuvaziye koz vermeme adına gizlemeyi, de reddetmeliyiz. Tarihimizdeki bütün hata ve zaafların bedelini ağır bir biçimde ödedik. Yeni bedeller ödememek için tarihimize karşı bir anlamda amansız olmalıyız. Bu,  tarihimizi Komünistçe sahiplemenin bir gereğidir.

Programatik temelde bir diğer önemli sorunumuz da Türkiye’nin, kapitalist gelişmede kat ettiği yolun, emperyalist sistem içindeki konumu ve rolünün incelenmesidir. Bu inceleme Türk burjuvazisinin yeni Osmanlıcılık adı altında bölgede üstlendiği rolün gerçek karakterini anlamamızı sağlayacaktır.

İkincisi; Konferans bugüne kadar örgütlenmemizin en zayıf olduğu alanlardan biri olan gençlik içinde örgütlenmemizin önünü açmıştır. Hareketimizi nitelikli genç bir kadroyla buluşturmuştur. Bu buluşma hareketimizin geleceği için önemlidir. Yürüyüşümüzü eylemli kılmada ve bizi örgütsüz olduğumuz alanlara taşımada yeni bir dinamizm yaratacaktır.

Birinci konferansta komünist partinin inşa sorununu ivedi bir görev olarak belirledik ve bu görevi sürece devrimci müdahalenin ilk koşulu olarak tarif ettik. “Süreç olarak parti” ya da “siyasallaşmış işçi hareketinden parti çıkarmak” gibi atı arabanın arkasına takan kaçkınlığı baş vurmadan söyleyeceğimizi doğrudan söyledik. Bunu söylerken koşulların ve güçlerin yeterli olup olmadığına bakmadık, zorlukların arkasına sığınmadık. Marksist-Leninist teoriyi ve işçi sınıfının tarihsel deneyimini referans aldık. Koşulları, zorlukları hedefimize varmak için aşmamız gereken engeller olarak gördük. Son dönemde çeşitli ülkelerde ortaya çıkan işçi ve halk hareketleri, bir kez daha, bizim sorunu doğru ortaya koyduğumuzu kanıtlıyor. Hareketi örgütleme ve yönetme yeteneğinde komünist bir partiden yoksun işçi hareketi ne ölçüde etkili olursa olsun, sonuçta burjuvazinin ağına düşmekten, burjuva hegemonyaya teslim olmaktan kurtulamıyor.

Ancak bütün bunlar sorunu bir noktaya kadar aydınlatıyor, yakalanması gerek ana halka sorununu çözüyor. Sorunun pratik çözümü ise, hedefe varmak için atılması gereken politik ve örgütsel adımların planlanması ve uygulanmasında yatıyor. Bizim de bocaladığımız alan burası oldu. Hedefi doğru tespit etmemize rağmen, hedefe ulaşacak yol ve yöntemleri belirleme ve uygulamadaki sorunlarımızı aşamadık. Teorimizle eylemimizi uyumlaştıramadık. Belirlediğimiz hedefle bu hedefe ulaşmak için atmamız gereken politik ve örgütsel adımlar konusundaki farklı yaklaşımlar bizi pekte sağlıklı yürütemediğimiz bir tartışmanın içine soktu. Tartışmayı ideolojik ve örgütsel birliğimizin temel ilkesi olan tartışma, eleştiri ve eylem birliği çerçevesinde sağlıklı yürütememiş olsak da, bu tartışmalar, 2. Konferanstan ideolojik birliğimizi pekiştirerek çıkmamızda önemli bir işlev gördü.

Komünistlerin ivedi görevi metninde de vurguladığımız gibi, komünist parti inşa sorununu salt kendi doğrudan eylemimizin sonucu olarak tarif etmedik. Bunu tüm komünistlerin birliği sonu olarak ele aldık. Bu alanda, kısıtlı bir çerçevede, yaptığımız girişimlerden olumlu bir sonuç alamamış olmamız, bu anlayışın değiştirilmesi anlamına gelmiyor. Tersine bu hedef için ilkelerimizi koruyarak daha ısrarcı olmamız gerekiyor. Baştan beri komünistlerin birliği sorununa ideolojik, politik ve örgütsel birliğin temel ilkeleri üzerinden yaklaştık. Bu yüzden ne kendimizin ve ne de diğer komünist grupların ideolojik, politik ve örgütsel netleşme çabalarını birliğin önünde bir engel olarak görmedik. Soruna ayrılıkları örten, öteleyen bir yerden bakmadık. Birliği tartışma platformları, gruplar arası “diplomatik ilişkiler,” soyut çağrılara indirgeyen yaklaşımlardan uzak durduk. Birlik girişimlerinin ancak, netleşmiş görüşlerin tartışılması ve bu tartışmanın mücadele içinde sınanmasıyla gerçekleşebileceğinden hareket ettik.  Geçen bir yıl içinde komünistlerin birliği konusunu yayın organında hemen hiç ele alamadık. Bu önemli bir eksiklikti. Önümüzdeki dönemde bu konuyu çeşitli yönleriyle ele alıp incelemek önemli görevlerimizden biridir.

Yayın organına gelince, yayın organının düzenli aralıklarla çıkartılması faaliyetimizin önemli bir alanı oldu. Biçim ve içeriğe ilişkin ciddi eksiklerimiz olmakla birlikte bu faaliyeti aksatmadan yürüttük. Yayın organı, ideolojik, politik ve örgütsel birliğimizi sağlama ve geliştirmede, kadronun devrimci eğitiminde, komünistlerin birliğinin kurulmasında, görüşlerimizin işçi ve emekçilere taşınmasında ve kitlenin bilinçlendirilip örgütlenmesinde elimizdeki en önemli silahlardan biridir. Henüz parti inşası içinden geçtiğimiz, dağınık hareketin yeniden toparlanması ve merkezileştirilmesi aşamasında olduğumuz düşünüldüğünde bu silahın önemi daha da artmaktadır. Ancak geride bıraktığımız bit yıl değerlendirildiğinde yayın organına bu önemi verdiğimiz söylenemez.

Konferansın kabul ettiği karar tasarıları doğrultusunda yayın organını hem içerik ve hem de biçim olarak yeniden ele almamız, yetkinleştirmemiz bir sorumluluk ve zorunluluktur. Yazı kurulumuz grubumuzun ihtiyaçlarına cevap veren, sosyalist hareketleri, dünya ve Türkiye’deki gelişmeleri izleyen, en küçük gelişmeyi siyasi ajitasyon konusu yapabilen, kendimizi ve kitleleri eğiten zengin içerikli bir yayın organı için şimdiden kolları sıvamalıdır. Her yoldaş yayın organını yazarı, muhabiri ve dağıtıcısı olarak kendini yeniden konumlandırmalı, yayın organına dayalı bir örgütsel faaliyeti başlatıp genişletebilmelidir. Ancak böyle davranarak yayın organını kolektif bir eğitici, kolektif bir ajitatör ve kolektif bir örgütleyici olarak kullanabiliriz.

Devrimci bir sınıf partisi zorunluluğu ortadaysa ve bu gerçek devrimci mücadelenin ilk koşuluysa, bu hedefe ulaşılması, doğru bir strateji ve taktikle önümüzdeki zorlukların aşılması sorunudur. Zorlukları ve olumsuzlukları listenin başına yazarak, önümüze koyduğumuz her görev için başa yazılan zor’a sığınarak hiçbir sorunun üstesinden gelinemez. Komünistler için zorluk ve olanaksızlıklar önünde diz çöküleçek engeller değildir.

Sınıf savaşımında bir yıl, on yıl çok uzun bir zaman dilimi değildir. Yinede siyasi mücadelede grup olarak geçirdiğimiz bir yıl azımsanmayacak bir deneyimdir. Eksik ve zaaflarımızın farkındayız, o halde, onları giderebilecek en önemli şeye de sahibiz. Geride bıraktığımız bir yıla bakarak bugün üzerinde örgütsel birliğimizi geliştirip pekiştirebileceğimiz daha sağlam bir ideolojik birliğe sahibiz. Konferans çeşitli konularda aldığı karalarla birliğimizi birliğimizin temellerini sağlamlaştırdı. Kapitalizmin derinleşen krizinin de etkisiyle siyasi atmosfer ısınıyor, buzlar eriyor, işçi ve emekçiler yavaşta olsa burjuva hegemonyanın sersemletici etkisinden sıyrılıyor. Kürt Özgürlük Hareketi mücadelesiyle düzenin ıstırarsızlığını büyütüyor. Burjuvazi temel hiçbir alanda politika üretemiyor. Baskı ve terörle yarattığı yılgınlıktan besleniyor. Bütün bunlar bize devrimci mücadelede risklerle birlikte yeni olanak sunuyor. Olanakların gerçeğe dönüştürülmesi kendiliğinden olmuyor. Riskleri göğüslemeden mücadele gelişmiyor.

Tarihin bugünkü kavşağında belki her şey değil ama çok şey bilinçli ve örgütlü müdahalededir. Elimizde sihirli bir değnek yok, ama elimizde devrimci bir teori ve bu teoriyi hayatla buluşturacak devrimci kararlılığımız, cesaretimiz, sabrımız ve enerjimiz var. Şimdi sıra var olanı sınıf mücadelesinin anaforlarına kapılmadan, her beklenmedik durumda rotayı kaybetmeden, merkezi, disiplinli, aynı zamanda çeşitli mücadele biçimlerini kullanabilecek kadar esnek ve kapsayıcı devrimci bir örgüte dönüştürmektedir. Bu gerçekleştirildiğinde gerisi gelecektir.