15 Temmuz Darbe Girişimi ve 20 Temmuz Darbesi

15 Temmuz Darbe Girişimi ve 20 Temmuz Darbesi

15 Temmuz başarısız darbe girişimi 20 Temmuz’da ilan edilen olağanüstü hal’le yeni bir darbe ile sonuçlanmıştır. Parlamento olağanüstü hali onaylayarak süreçteki fiili vardığına da son vermiştir. Bugün Türkiye, 20 Temmuz darbesinin ardından, başında Erdoğan’ın bulunduğu, içişleri ve adalet bakanlarından oluşan üçlü bir “konsey” tarafından yönetilmektedir.  20 Temmuz darbesinin daha önce Türkiye’de yaşanan darbelerden tek farkı “konsey” üyelerinin asker olmaması ve parlamentonun kapısının açık oluşudur. Bunun dışındaki her şey klasik askeri darbelerde yaşananların aynısıdır. Değişen sadece isimlerdir; sıkıyönetimin ismi olağanüstü hal olarak değiştirilmiş, arama, tutuklama ve operasyon yetkileri sıkıyönetim Komutanlığından il valilerine aktarılmıştır. Türkiye’nin, altında imzası bulunan insan hakları sözleşmeleri, hukuksal normlar resmen askıya alınarak darbe hukuku yürürlüğe sokulmuştur. Askeri darbelerin klasiği olan gözaltı süreleri 30 güne uzatılarak işkence yasallaştırılmıştır.

20 Temmuz darbesi her ne kadar Türkiye’ye özgü olsa da, dünya kapitalist sisteminin içinde bulunduğu ekonomik ve politik kaostan bağımsız olarak ele alınamaz. Bugün kapitalist dünyada hüküm süren kaosun belirgin özellikleri, süreğenleşen bir ekonomik kriz,  siyasal istikrarsızlık ve dünyanın belli başlı devletler arasında yeniden paylaşımına yol açan rekabet, çatışma ve müdahalelerdir. Kapitalizmin yaşamakta olduğu bu kaosa siyasal alanda koyu bir gericilik eşlik ediyor. Burjuva demokrasisinin ayırt edici özelliği olarak sunulan temsili kurumlar, parlamentolar  işlevsizleşiyor;  anayasa ve hukuksal normlar değiştiriliyor; çok partililiğe dayalı burjuva siyaset, iktidar partileri nezdinde tekleşiyor. Bu süreç milliyetçi, şoven ve dine dayalı bir ideolojik saldırıyla birlikte yol alıyor. 20 Temmuz darbesi sistemdeki bu egemen eğilimlerin Türkiye’nin özgün koşullarında vücut bulan somut biçimdir.

20 Temmuz darbesi bir dizi manipülasyonu devreye sokarak, kendisine demokratik bir meşruluk zemini yaratmaya çalışıyor. Bu manipülasyonların en etkililerinden biri başarısız darbe girişiminin bir  Fetullah Gülen darbesi olarak sunulmasıdır. Bu manipülasyon  Gülen cemaatinin başarısız darbe girişimindeki rolü nedeniyle kısmen doğru olsa da, bundan hareketle 15 Temmuz darbe girişiminin bir cemaat darbesi olduğu sonucuna varılamayacağı gibi, 20 Temmuz darbesinin asıl hedefinin bu cemaat olduğu da söylenemez.

Hem  darbe girişimi, hem de ardından gelen darbe, her ne kadar 1980 darbesinde olduğu gibi doğrudan sınıf mücadelesinin sarsıcı etkisine karşı bir karşıdevrim olarak değil de, daha çok burjuvazinin iç çatışmasının sonucu olarak ortaya çıkmış gözükse de, sınıf mücadelesinin bugünkü geriliğine rağmen özünde burjuvazinin olağan yöntemlerle yönetemediğinin bir itirafıdır. Darbenin bu iki yönü-burjuvazinin iç çelişkisi ve onun yönetemez durumu ile olan ilişkisi- görülmeden, gerçekleşen darbenin niteliği ve hedefleri de tam olarak kavranamaz.

Başarısız darbe girişimine yol açan ve 20 Temmuz darbesine zemin hazırlayan bu iç çelişki, bir yandan cemaate karşı girişilen topyekûn saldırı ve öte yandan burjuva partiler arasında sağlanan konsensüsle önemli ölçüde yatıştırıldı. Darbenin planlayıcısı ve uygulayıcısı olarak ilan edilen cemaatle ilgili örgütlenmelerin hepsi kapatıldı. Ordu, polis ve bürokraside Fetullahçı avı bütün şiddetiyle sürdürülüyor. Öyle ki, saldırı özel sektörün üst düzey yetkililerini  de kapsayacak ölçüde genişletiliyor. Bir zamanlar AKP’nin sermaye tabanı olarak İstanbul sermayesinin karşısına dikilen “Anadolu kaplanları”nın önemli bir kesimi bu süreçte mülksüzleştirildi.

TSK’nın emir-komuta zinciri tarafından özendirilen  ve yine bu emir komuta zinciri ile başarısızlığa uğratılan darbenin ardından, önceden planlandığından kuşku duyulmayan 20 Temmuz darbe planı uygulamaya sokuldu. 15 Temmuz darbesinin başarısız olduğunun kesinleşmesinin ardından klasik darbe manzaraları yaşandı. Erdoğan demokrasi kahramanı edasıyla medyada boy gösterdi. Engellenmiş darbeyi engellemek üzere halkı sokaklara çağırdı; çağrıya ilk cevap gerçekleşmesi halinde 15 Temmuz darbesinin yanında yer alacaklarından kuşku duyulmayan burjuva  partilerden CHP ve MHP’den geldi. Bu partiler gerçekleşmeyen darbeyi kırma yarışı içinde 20 Temmuz darbesinin yanında saf tuttular. Demokrasi kahramanlığını Erdoğan’a kaptırmak istemeyen parlamenterler parlamentoya koştu, parlamento sığınağında kahramanlık madalyalarını taktılar. Hemen her darbede yaşanan küçük burjuva klasiği bu darbede de yaşandı. Gücün arkasında koşan küçük-burjuva kitleler başarısız darbenin “engelleyicisi”, başarılı darbenin sokak gücünü oluşturdular. Kürt halkına karşı imha hareketini yürütüp kahraman addedilenler bu kez vatan haini ilan edilerek linçe tabi tutuldu. 20 Temmuz darbesi  medya tefrikalarıyla süslenerek adeta bir görsel şölen eşliğinde başarıya ulaştı. Bu şölende tek yer almayanlar belki de darbenin esas muhatabının kendileri olduğu önsezisiyle AKP karşıtlığıyla darbe karşıtlığı arasında bocalayan işçi ve emekçiler oldu.

Burjuvazinin en büyük manipülasyonu, 20 Temmuz darbesini bir demokrasi mücadelesi olarak göstermedeki  maharetidir. Demokrasi adına kutsanan darbe ile burjuvazi iç çelişkilerini yumuşatarak, parlamentoyu, hukuku devre dışına iterek, burjuva siyaseti birleştirip tekleştirerek İstediğini elde etti. İçinde bulunduğu ekonomik ve siyasal krizin çözümünde önemli bir zaman kazandı,manevra kabiliyetini artırdı. Olağanüstü hal ilanı ile işçi ve emekçilerden gelebilecek muhtemel patlamalara karşı  kazanımlarını bir müddet için de olsa güvence altına aldı.

15 Temmuz darbe girişiminin “demokrasi kahramanı” Erdoğan, 20 Temmuz darbesi ile sadece eski suç ortağı ve baş belası cemaati mülksüzleştirme ve zor yoluyla tasfiye etmekle kalmadı, 14 yıllık iktidar sürecinde birlikte işlediği bütün suçları, cinayetleri, faili meçhulleri, (Roboski, Hrant Dink, vb.)ve Kürt halkına dayatılan imha savaşının sonuçlarını da cemaate yükleyip, yeni bir günah keçisi yaratarak, kendine ve AKP’ye yönelik toplumsal muhalefeti etkisizleştirme olanağını elde etti.  Darbe sırasında kullandığı dini argümanlarla(Allah’ın lütfu, camilerden dinsel çağrılar vb.) İslami kesim üzerindeki hegemonyasını güçlendirdi.

Gülen Cemaati karşıtlığı manipülasyonu altında gerçekleştirilen bütün bunlar burjuvazinin iç çatışmasının, şimdilik kaydıyla çözüldüğünün açık işaretleri olsa da, 20 Temmuz darbesinin gerçek niteliğini ortaya koymaz. Yukarıda da belirtildiği gibi gerçekte 20 Temmuz darbesinin  asıl hedefi, kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik ve siyasal istikrarsızlık, olağan yöntemlerle yönetememezlik durumu ve bunun barındırdığı potansiyel tehlikenin önlenmesidir. İç çelişkilerin belirli bir ölçüde çözülerek işçi sınıfı karşısında burjuva sınıf birliğinin sağlanması bu sürecin ilk adımıdır. Asıl hedef, işçi sınıfının, Kürt halkının ve emekçilerin rejim için taşıdığı bugün bir yanıyla potansiyel, diğer yanıyla fiili olan tehlikenin savuşturulmasıdır. Darbe süreci ilerledikçe bu durum daha net olarak ortaya çıkacaktır.

İçinde bulunduğu bilinç geriliği ve örgütsel dağınıklık her ne kadar işçi sınıfının bugün rejim için fiili bir tehdit olmadığına işaret etse de, Türkiye kapitalizminin müzminleşen ekonomik ve siyasal istikrarsızlığı bu potansiyel tehditi beslemekte ve diri tutmaktadır. Ekonomik ve siyasal istikrarsızlık en güçlü olduğu dönemde bile Türkiye kapitalizminin ayrılmaz özelliğidir. Buna bağlı olarak neredeyse her 6 – 8 yılda bir rejim tıkanmakta, potansiyel tehdit büyümekte ve bu tıkanıklığı açmak için devlet  aygıtı bir bütün olarak yeniden yapılandırma sürecine sokulmaktadır.  Gerek kapitalizmin kronikleşen sorunları gerekse kapitalist sistemdeki gelişmeler istikrarsızlığı büyütürken, darbe ve darbelerle gündeme gelen devletin yeniden yapılandırılması süreçlerinin tekrarlanmasına yol açmaktadır. Son 40 yıldır neredeyse düzenli aralıklarla tekrarlanan bu sürecin bundan sonra da devam edeceğinden kuşku duymamak gerekir.

Darbe sonrası yeniden gündeme gelen devletin yeniden yapılandırılması, Erdoğan ve AKP’nin korkularının işin içerisine girmesiyle bir altüst oluşa  dönüştü. Devlet mekanizmasında, ordu, polis ve bürokrasideki yığınsal  tutuklamalar, işten atmalar, açığa almalar ve ordunun hiyerarşik işleyişine yönelik yeni düzenlemeler, bu yeniden yapılandırmanın boyutlarını ortaya koyduğu gibi, devlette ciddi sarsıntıları da beraberinde getirecektir. ABD, NATO ve AB’den yükselen eleştiriler de bu noktaya işaret ediyor.

Bu çerçevede ABD, NATO ve AB yetkilileriyle Erdoğan ve Türk Devleti arasında -dozu zaman zaman diploması kurallarını da zorlayan- karşılıklı bir şantaj trafiği yaşanıyor.  AB idam cezasının geri getirilmesi durumunda Türkiye ile ilişkilerin kesileceğini açıklarken, ABD yaygın tutuklamaların ordunun savaş kabiliyetini dumura uğratacağı ve IŞİD’e karşı mücadeleye sekte vuracağı gerekçelerini öne sürerek,   NATO ise kendine bağlı ordu’nun yapısını korumak amacıyla, her seferinde Erdoğan’ı itidalli olmaya, demokrasi ve hukuk kurallarına bağlı kalmaya davet ederken,  Erdoğan bu eleştirileri 15 Temmuz başarısız darbesinin ardında ABD ve NATO’nun bulunduğu propagandasıyla cevaplıyor. ABD ve AB karşısında sıkıştığı her durumda  olduğu gibi aynı taktiğe başvuruyor. Darbeyi  “Türkiye’nin iç sorunu” olarak nitelendirerek, Erdoğan’a açık destek veren Rusya ile  ittifak  kartını devreye sokuyor. Rusya’ya karşı açık savaş ilanının yapıldığı Varşova toplantısının ardından NATO’nun Güney kanadı ordusuna yapılan operasyonlar ve gündeme getirilen Türkiye-Rusya ittifakı –gerçekleşebilirliği bir yana- ABD ve NATO’nun kaygılarını daha da büyütüyor. Bütün bunlar Erdoğan’ın  görünür güçlenmesinin tersine, gerçekte çok daha güçsüzleştiğini ve devletin yeniden yapılandırılması sürecinin çatışmalı ve darbelere açık bir süreç olacağını ortaya koyuyor.